Benim adım Abdurrahman. Benim adımın 3 dayanağı var. 1-Bir sahabe adı olması, Abdurrahman b. (Avf) ra, Abdurrahman bin Ebî Bekir ra. 2-Endülüs fatihi Abdurrahman-ı Gafigi, 3-Askere giden bir daha geri dönmeyen dayımın adı olması. Abdurrahman el Gafigi hakkında Diyanet Ansiklopedisinde özetle şu bilgiler yer alıyor: Yemen asıllı Cihad’a katılmak için gittiği Kuzey Afrika’da Mûsâ b. Nusayr ile birlikte Endülüs’e geçti Ardından Endülüs’ün doğu sahillerinin fethine komuta etti. 721’de Semh b. Mâlik’in Toulouse’de şehadeti üzerine kısa süre valilik yaptı. Yerine vali olarak Anbese b. Sühaym tayin edilince, görevinden ayrıldı ve güçlü bir ordunun kumandanı olarak Arbûne (Narbonne) taraflarına gitti ve fetihlere devam etti. Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülmelik tarafından 730’da Endülüs valiliğine tayin edilen Abdurrahman, “el-Arzu’l-kebîre” olarak bilinen Gaule (Galia, bugünkü Fransa) bölgesine sefer yapmak için hazırlıklara girişti. 732 yazında Roncevaux Boğazı’ndan Pireneler’i geçip Bordeaux üzerine yürüdü. Dordogne nehri sahilinde Aquitania Dükü Eudes’ü mağlûp ederek Bordeaux’yu işgal etti. Bunun üzerine Eudes, Müslüman kuvvetlerinin ilerlemesini durdurabilmek için Charles Martel’den yardım istedi. Kral unvanı taşımamakla beraber Franklar’ın başında bulunan Charles Martel, Abdurrahman’ı durdurmak için harekete geçti. İki ordu Poitiers’nin 20 km. kuzeydoğusunda bugünkü Moussais-la-Bataille mevkiinde karşılaştı. Abdurrahman’ın kuvvetlerinin hafif süvarilerden meydana gelmesine karşılık Frank ordusu zırhlı piyadelerden oluşuyordu. 114 Ramazanında (732) karşı karşıya gelen iki ordu, bir hafta kadar bekledikten sonra birkaç gün devam eden amansız mücadelede Müslümanlar ağır kayıplar verdi. Abdurrahman el-Gāfikī savaş meydanında atından düşerek şehid oldu.” Benim nüfus kaydım 10 yaşımda çıktı. Meğerse 5 yaşında okula kaydetmişler. 10 yaşında ilkokulu bitirip diploma almam gerekince nüfus cüzdanım olmadığı anlaşıldı. Nüfus kaydımı 2 yaş büyük yazdılar. Adımı dedem Abdurrahman Gafigi koymak istemiş ama, anlamaz, bilmezler, telaffuz edemezler diye sadece Abdurrahman kalmış. Zaten ben doğduktan bir hafta sonra da dedem müftü Mehmet Emin Aksay vefat etmiş. Ben büyük yazılan yaşımı daha sonra mahkeme kararı ile düzelttim. Adım, daha çocukluğumdan beri hayatıma yön verdi. Kendimi Tarık b. Ziyad’ın ordusundaki biri gibi düşündüm. “Gemileri yakan” bir mücahid. “Adının sahibi” olmak diye bir şey var bizim geleneğimizde. Yoksa “Adsız” kalırsınız. Peki bayram değil seyran değil, nereden çıktı bu konu? Murat Bardakçı 1 Eylül’de bir yazı yazdı. Yazının başlığı “Bugün, İkinci Dünya Savaşı’nın 80. yıldönümüdür! Girmediğimiz bu savaşta 22 bin 663 şehid verdiğimizi bilir misiniz?” idi. Bunun benimle ne alakası var? Bu haberin devamı özetle şöyle: “Büyük Millet Meclisi’nin 24 Ocak 1951’deki oturumunda Kore’ye gönderilen Türk Tugayı hakkında konuşan DP’nin Afyon Milletvekili Ali İhsan Sabis ortaya abartılı bir iddia attı ve “İkinci Dünya Harbi esnasında seferber edilmiş olan birliklerimizde bakımsızlık ve ihmal yüzünden ölen askerlerimizin sayısı, muharebe etmediğimiz halde 100 bine yakındır” dedi. (…) CHP’nin yine eski bir subay olan Kars Milletvekili Hüsamettin Tugaç bu konuda bir soru önergesi verdi. Tugaç, MSB Hulûsi Köymen’in cevaplandırmasını istediği önergesinde, Ali İhsan Paşa’nın iddiasının doğru olup olmadığını soruyor ve “Şayet doğru değil ise, hakiki miktarı açıklayın” diyordu. MSB Hulûsi Köymen, Tugaç’ın önergesine Meclis’in 6 Nisan 1951’deki oturumunda cevap verdi ve 2. Dünya Savaşı’nın patladığı 1939’un son dört ayı ile sona erdiği 1945’in ilk beş ayı arasında geçen 5 sene 9 ay 7 gün içerisinde toplam 22 bin 663 askerimizi kaybettiğimizi açıkladı.” Acı gerçek şu ki, sınırlarımızı bekleyen, kara, hava, deniz kuvvetlerine bağlı, subay, gedikli, er ve öğrenci askerlerimizden 22 bin 663’ü soğuk, açlık ve hastalık yüzünden kaybedilmiş. Bu rakam hastahanede hayatını kaybedenlerin sayısı. Meclis zabıtında “hastalanıp hava değişimi için memleketlerine gönderilen ve bir daha kendisinden haber alınamayan askerler” bu toplama dahil değil. İddia toplamın 100.000’e yakın olduğu şeklinde. Bu konunun benimle ilgisi şöyle. Adını taşıdığım dayım, işte bu listede soğuk, açlık ve hastalık yüzünden hayatını kaybedenlerden. Biliyorsunuz, Hasan Aksay benim dayım. Anne tarafından ailemizin en büyüğü Hasan Aksay. Baba tarafından ailemizin en büyüğü Maraş’ta yaşayan Mustafa Dilipak. Onlar kendi kardeşlerinin en küçükleri idi. Hasan Aksay 90 yaşına geldi. Ankara Üni’de okudu, Bakanlık yaptı, hep kardeşinin mezarını aradı, ama bir türlü bulamadı. Ve hâlâ da bulunmuş değil. Şimdi tekrar, bir kez daha, kayıtlar digitalleştirilirken, belki bulunur umudu ile MSB’ye yazı ile başvurdu. O hava değişimine gönderilmemişti. Ankara’da idi, nerede, nasıl hayatını kaybettiğini ve nereye gömüldüğünü bilmiyoruz. Ben 70’imi geçtim ve onun adını taşıyorum. Ama hâlâ dayımın mezarı nerede bilmiyorum. Abdurrahman b. (Avf)’ın yaşadığı yere gittim. Abdurrahman el Gafigi’nin doğduğu Yemen’e, gittiği Endülüs’e gittim, o coğrafyaları dolaştım, onların mezarlarını biliyorum ama kendi ülkemde dayımın mezarını hâlâ bulamadım. Milli Savunma Bakanımızdan, Genelkurmay Başkanımızdan ben de talep etsem, dayımın mezarı nerede ve vefatı ile ilgili raporunda ne yazıyor!. Nerede ve nasıl kaybetti hayatını? Biz insanız, herkesin özel dünyasında beyninde ve yüreğinde ne gibi fırtınalar kopuyor, insanlar rüyalarında, hayal dünyalarında neler yaşıyorlar bilmiyoruz. Dışarıda kocaman bir dünya var. Savaşlar, ekonomik güç gösterileri, dev endüstriler. Keşke paylaşmayı öğrenebilsek, çünkü kederler paylaşıldıkça azalır ve mutluluklar paylaşıldıkça büyür. Büyük hesaplar arasında küçük ayrıntıların gözden kaçmayacağı bir dünya için herkesin bir şeyler yapması gerek. Parmak uçlarımız gibi farklı da olsak, birbirimiz için yapacak küçük şeyler olduğunu ve bu mutluluğun bizi daha büyük bir ortak geleceğe yönlendireceğini düşünüyorum. Selâm ve dua ile.