Amma da “hareketli” bir gündü... Olaylar amma da “hızlı” gelişti... Bir güne, “3 olay” birden sığdı...
“Önceki gün”den söz ediyorum...
Bir yanda “Paralel Polisler”e yönelik operasyon, bir yanda Tayyip Erdoğan’ın AK Parti Grubu’na, “Başbakan” olarak yaptığı “veda konuşması” ve bir yanda Salih Mirzabeyoğlu’nun “16 yıl sonra tahliye” edilmesi...
Hepsi bir güne sığdı...
Hele söyleyin;
Hangi birini yazayım?..
Ya da, hangisinden başlayayım?..
PARALEL’E İLK DARBE!
“22 Temmuz 2014 günü”nün en önemli olayı, şephesiz ki; “Paralelci Polislere yönelik operasyon”du!..
Bu operasyon “beklenen, yapılması gereken ve hatta gecikmiş bir operasyon”dur!..
Öyle ya;
Sen, “Paralel Devlet” hedefine ulaşabilmek için her türlü “casusluk faaliyeti”nin içinde yer alacak, kendi kendine “hayali bir örgüt” kuracak ve “Tevhid-Selam Terör Örgütü üyelerinin telefonlarını dinliyorum” bahanesiyle; “bürokrat”ından “gazeteci”sine, “STK temsilcisi”nden “sanatçı”sına kadar “binlerce kişinin telefonu”nu dinleyeceksin, ondan sonra da elde ettiğin bilgileri “meçhul mahfiller”e servis edeceksin ama hiçbir şey olmamış gibi, aramızda elini-kolunu sallaya sallaya dolaşacaksın!..
Nerede bu yoğurdun bolluğu?!?..
Sen, kalkacak;
“Başbakan’ın telefonları”nı dinleyecek, “Dışişleri Bakanlığı’ndaki gizli toplantı”ya “böcek” yerleştirip kayda alacak, sonra da “masum” pozlarıyla ortalıkta dolaşacaksın!..
Başka bir arzunuz?!?..
Sen, kalkacak;
“En büyük arzum Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın bileklerine kelepçe takıp, onları gözaltına almak ve tutuklandıklarını görmektir” diyeceksin ve hâlâ o “memuriyet”te duracaksın!..
Yok ya!..
Bu kadar ucuz mu, bu kadar basit ve kolay mı bu işler?..
Peki, ne oldu sonunda?..
Olması gereken oldu!..
Geç oldu ama oldu!..
Sonunda, “bileklerine kelepçe takılan” ve “gözaltı”na alınan sen oldun?..
Peki, değdi mi?..
BEDDUA DA İŞE YARAMAZ!
Neymiş;
“Sahur vakti operasyon yapılır mı”ymış?..
Peki, daha önce;
“Sabah vakti operasyon” yapıp, insanları yataklarından kaldıran ve “gözaltı”na alan sizler değil miydiniz?.. Ne yani, gün çuvala mı girmişti de, “sabah karanlığında” operasyon yapıyordunuz?..
Men dakka, dukka!..
Eden bulur!..
Kim ne ekerse, onu biçer!..
Alın işte;
“Sabah karanlığında operasyon” yaptınız, aynısı size de yapıldı!..
“Başbakan’ın ve MİT Müsteşarı’nın bileklerine kelepçe” takmayı düşünüyordunuz, size takıldı!..
Demek ki, neymiş; “Eden bulur!”
Hadi bakalım; “hocanıza” bir mesaj gönderin de, “ikiye-üçe katladığı itikaftan” çıksın ve bir “beddua” da sizler için yağdırsın!..
Ama, artık “beddua-meddua” yağdıramaz!.. Yağdırsa da, hiçbir işe yaramıyor... Kaldı ki, hocanız da kendi derdine düştü... Yarın-bir gün onun hakkında da “soruşturma” açılır, “tutuklama” kararı çıkarılır ve iş “kırmızı bülten”e kadar giderse, o da “sığınacak ülke” aramaya başlar!..
Yani, başı, fena halde dertte!..
Ondan “beddua” filan beklemeyin!..
Hem, “beddua” etti de ne oldu?.. Ateş, kendi evine yaklaştı!..
Kaçacak ama, nereye?..
7 SAAT ÖNCE DEŞİFRE!
“Paralel Çete’nin medya organ”ları, kalkmışlar bir de diyorlar ki; “Operasyon, yandaş gazetelere önceden haber verildi!.. Hatta, erken gelmeleri söylendi!”
Bu, nasıl “önceden haber verme”dir, bu ne biçim “yandaşlık”tır ki, şahsen ben; “25 ilde 115 kişiye operasyon yapıldığı” haberini, ilk olarak “Paralel’in televizyonları”ndan öğrendim...
Ya, ben “yandaş” değilim, ya da “önceden haber verme” iddiası palavradır!..
Bana öyle geliyor ki;
“Paralel Medya”ya, “operasyon hazırlığı var” şeklinde bir haber uçuruldu, onlar da bunu “7 saat önceden” internet sitelerinde “haber” yaptı ki, “duymayanlar” da duysunlar ve bir an önce “tedbir”lerini alsınlar!.
Öyle olmalı ki;
“25 ilde 115 kişiye gözaltı” kararı olmasına rağmen, gözaltına alınanların sayısı 106’da kaldı!..
Peki, 9 kişi nerede?..
Ya gizleniyorlar, ya kaçtılar!..
Öyle sanıyorum ki;
“Paralel Hakim ve Savcı’ların etkisizliğini” görünce, onlar da çıkacaktır ortaya!.. Teslim olacaklar ve “yaptıklarının bedelini” ödeyeceklerdir!..
Haa, şunu da söyleyeyim:
Bu “operasyon”un sadece “polis”lerle sınırlı kalacağını da sanmıyorum... Eğer “polis”lerle sınırlı kalırsa, “birkaç ayağı eksik kalır” ki; Ergenekon gibi, Balyoz gibi, 28 Şubat gibi, o da “fiyasko” ile sonuçlanır!..
Bu operasyon devam ettirilmeli ve “Paralel’in diğer ayakları” da ortaya çıkarılmalıdır!..
Şimdilik diyeceklerim bu kadar...
MİRZABEYOĞLU’NA TAHLİYE
Gelelim, “Salih Mirzabeyoğlu’nun tahliyesi” meselesine... Bildiğiniz gibi, “16 yıldır cezaevinde” bulunan Salih Mirzabeyoğlu hakkında İstanbul 14. Ceza Mahkemesi önceki gün “ikindi” vakti, “tahliye” kararı verdi...
Mirzabeyoğlu, “yeniden yargılanacak” ve öyle umuyorum ki, “suçsuzluğu” anlaşılacak ve “beraat” edecektir...
Şu “tecelli”ye bakın...
“İdam” edilecekti, cezası “müebbet hapse” çevrildi... “Tahliye” edildi ve belki “beraat” edecek...
Düşmez-kalkmaz bir Allah...
“Yumurtaya can veren” Rabbim, nelere kadir ki, Mirzabeyoğlu’nu da 16 yıl sonra “zindan”lardan çıkardı!..
Açık söyleyelim:
16 yıl sonra da olsa, “adalet” yerini bulmuştur... Çünkü Salih Mirzabeyoğlu, bu 16 yılı “boş yere” zindanda geçirmiştir!..
Neymiş;
“Örgüt lideri” imiş!..
İyi de; bir örgüt lideri hiç, “elinden tutup, çocuğunu okula götürür mü, ya da çocuğunu okul kapısında bekler mi?”
Hem “T.C.’ye kafa tutacak”, hem de çocuğunu “T.C. okulları”nda okutacak!.. Üstelik, çocuğunun elinden tutup, okula götürecek ve getirecek!..
Hiç, böyle “örgüt lideri” olur mu?..
“Örgüt lideri” denilen adamın elinde “silah” olur... Ama onun elinde “kalem” var, “kâğıt” var, “kitap” var!..
Haa, bir de;
“Eliyle, elini tuttuğu çocuğu” var!..
“Tahliye” edilmiş olması ne kadar “doğru” ise, “çocuğunun okuldan çıkarken gözaltına alınması” ve de tutuklanıp 16 yıl zindanlarda çürütülmesi de o kadar “yanlış” olmuştur!..
2 YIL ÖNCE BUGÜNKÜ YAZI
Bilmem hatırlar mısınız;
Günü gününe, “bundan tam 2 yıl önceki”, yani “tahliye” kararının verilmesinden 2 yıl önceki 22 Temmuz 2012 tarihli Ayna’da; “Salih Mirzabeyoğlu yeniden yargılanmalıdır” başlıklı bir yazı yazmış ve özetle demiştim ki;
Salih Mirzabeyoğlu, gözaltına alındığı 29 Aralık 1998’den bu yana, yani tam “14 yıldır” hapiste!..
Üstelik, “idam”la yargılandı!
Peki, “kitap” yazmaktan başka suçu(!) olmayan bir adamın, “örgüt liderliği” ile suçlanıp “idam cezası”na çarptırılması hangi “kanun”da, hangi “hukuk”ta yazar?..
İBDA-C Dâvâsı’na bakan ve Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası veren hakim Metin Çetinbaş; daha sonra yaptığı açıklamada; “Verdiğim karar yüzde yüz doğrudur diyemiyorum... Biz o günkü şartlara göre karar verdik, hata yapmış olabiliriz” diyerek, “brifingte alınan kararlara” gönderme yapmıştı...
Adana DGM’nin; “Mirzabeyoğlu dosyasının takipsizliğine” karar vermiş olması da, hakim Metin Çetinbaş’ın; “brifingte alınan kararları uyguladığı” yorumlarını güçlendiriyordu...
Sormak lâzım değil mi;
Bugün “siyasallaşan yargı”dan dem vuranlar, “28 Şubat Süreci”nde keyfi kararlar veren “brifingli yargı”yı niye hiç hatırlamazlar?..
Söyleyin Allah aşkına;
Salih Mirzabeyoğlu denilen adam, hayatında eline “silâh” almış mıdır?..
Eline; “kitap” yazmak için “kalem”den başka hiçbir şey almamış bir adam; nasıl “örgüt lideri” sayılmıştır?..
Bu ülkede, gerçekten bir “hukuk kavgası” veriliyorsa, “devletin vukuatları”ndan dolayı gerçekten bir “yüzleşme” isteniyorsa; Dersim’den başlanarak, bütün “kirli bağırsaklar” temizlenmeli ve “mağdur”ların itibarları iade edilmelidir!..
Ama, “bütün mağdurlar”ın!..
Sadece “birkaç kişi”nin değil, “itibarsızlaştırılan” herkesin itibarı iade edilmelidir!..
Aksini savunmak,
“İkiyüzlülük”tür!..
“İkiyüzlüler”in bulunduğu bir ortamda ise, “ceberrutların saltanatı” devam eder.
“Başbakan Tayyip Erdoğan’a suikast girişiminde bulunmakla” suçlanan “Atabeyler Çetesi” ile ilgili kararı “6 yılda” alan mahkemeler, Salih Mirzabeyoğlu’nu “zindan”da tutmak ve unutmaktan bir an önce vazgeçmeli ve onunla ilgili kararın “28 Şubat sürecinde” verildiğini dikkate almalıdır!..
İŞKENCE... İŞKENCE!
O günlerde; Radikal’den Özgür Topuz da, şunları yazıyordu:
“29 Aralık 1998 sabahı, çocuğunu okula götürmek için evden çıktıktan sonra gözaltına alındı. ‘Hücre evinde yakalandı’ diye yazıldı. İBDA-C’nin lideri olduğunu kabul etmesi istendi. Sadece fikirlerini yazdığını söylese de, polis “Aslanım, kimse kitaplarını okumayacak. Buradan savcının önüne ne giderse o” dedi.
4 Ocak 1999’da tutuklandı.
Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüsle suçlandı.
Silahları ise iki tabanca ile bir pompalı tüfekti.
6 ay boyunca duruşmalara katılmadı. 25 Ocak 2000’de sabaha karşı, Metris Cezaevi’ne büyük bir operasyon yapıldı. Bir tutuklunun öldüğü bu operasyona verilen ad pek manidardı: “Noel Baba.”
Mirzabeyoğlu adliyeye getirildiğinde, ağır işkenceden geçtiği anlaşılıyordu. Ayakta zor duruyordu, saçı sakalı zorla tıraş edilmişti. Yüzü kanlıydı. Medya olayı, ‘Metris’in üç aslanı... Yolunmuş tavuk!.. Tıraş olurken yüzünü kesti!.. İşte bu kadar!.. Kafasını jandarmanın copuna çarptı’ gibi başlıklarla verdi.
Operasyonun gerisi ‘olağanüstü’ mirası 28 Şubat brifinglerinde bir kez daha ‘update edilmiş’ olan yargıya kalmıştı.
Mirzabeyoğlu, mahkemenin ilk hâkimine; “Ben bıçak yaparım. Onunla isteyen ekmek doğrar, isteyen insan” dese de, 2 Nisan 2000’de, yeni gelen hâkim tarafından “İdam” kararı verildi. Mirzabeyoğlu “Tiyatro bitti” dedi... Yargıtay onadı. Dosya ön sırayı kapıp Meclis’e bile gönderildi. O ara idam kaldırılınca, ceza ‘ağırlaştırılmış müebbet’e çevrildi.
Davanın ilk hâkimi emekli olduktan sonra, DGM hâkimliği sırasında hep baskı gördüğünü itiraf edecekti.
Artık cezaevi günleri başlamıştı.
Önce Kartal F Tipi, sonra Bolu F Tipi...
‘Zihin kontrol (Telegram) yöntemi’ne kadar varan işkenceler gördüğünü söylese de duyan olmadı.
(...)
Bu saçmalığa son verilmelidir.
“Atabeyler Çetesi”ni; “patlayıcılar” ve “kroki”lere rağmen “örgüt”ten beraat ettirip, Salih Mirzabeyoğlu’nu içeride tutmak, “adaletsizlik”tir!..
Bu zulme son verilmelidir!..”
Bu yazılardan “tam 2 yıl sonra”, zulme son verildi ve Mirzabeyoğlu, “yeniden yargılama” şartıyla “tahliye” edildi...
Geçmiş olsun...
Evet, Mirzabeyoğlu’nun tahliyesi ile “Bolu F Tipi Cezaevi’nden bir kişi eksilmiş” oldu!..
Bu boşluk hemen doldurulmalı ve oraya, “Bolu’dan biri” konulmalıdır!..
“Hakeden biri!”
İşte o zaman;
Adalet, gerçekten yerini bulacaktır!..
**************************************************************************
Sinirlenmeyin Ekmel Bey, soruma cevap verin!
“Ekmek için Ekmeleddin” sloganıyla yola çıkan Ekmeleddin Bey’e “ekmek fiyatı” sorulunca; bilememiş ve kimyası bozulup, hayli sinirlenmiş!..
Ekmeleddin Bey’in avukat oğlu Osman Tuğrul; birkaç gün önce, “mübarek Ramazan günü”nde “aşırı alkol” alıp, “iç çamaşırı” ile denize girince, “mahkemelik” olmuş!..
Şimdi soruyorlar:
“Ekmek için Ekmeleddin Bey, ekmek kaça satılıyor?.. Osman Tuğrul, İhsanoğlu’nun oğlu mudur?”
Ben, bunları sormayacağım... Soracağım soru şu: “Ekmeleddin Bey, İslâm Konferansı Teşkilâtı Genel Sekreteri iken, ikisi Malezya ve ABD Şikago’da olmak üzere 3 bina alındı mı?..
Bu binalar, daha sonra üniversite binası olarak hizmet verdi mi?.. Bu üniversitelere rektör atama yetkisi sizde miydi?..
Ve siz; Şikago’daki üniversiteye; size daha önce birçok ödül ve plâket veren birini rektör olarak atadınız mı?.. Rektör olarak atadığınız bu şahıs bir Paralelci ve aynı zamanda Rumi Center adlı Dinlerarası Diyalog Merkezi’nin Direktörü müydü?.. Bu üniversite hakkında; kifayetsiz bulunduğu için, 4 yıl önce ABD tarafından soruşturma açıldı mı?”
Hani, bizim için; “Adetinizdir, istediğinizi yazın!” diyorsunuz ya; yazmadan önce size soruyorum: “Şikago’daki üniversiteye Paralelci Rektör’ü siz mi atadınız?”
Yine sinirlenmeyesiniz diye soruyorum...
Öfkeye kapılmayın, cevap verin!..
yeniakit