İç siyasette, son iki gün içinde önemli iki gelişme yaşandı.
Bu gelişmelere değinmeden önce bir anekdota yer verelim.
İran’da İslam İnkılabı Hareketi’nin yükseldiği ve dünya, Şah’ın ve Şahlık düzeninin tarihin dehlizlerine atılmasının neredeyse kesinleştiği sırada, Saddam Hüseyin'in Irak- Necef’te sürgünde yaşayan İmam Khomeynî’yi Eylül-1978 sonunda Irak’tan çıkarıp Kuveyt Havaalanı’na bırakmıştı. O da, gidecek bir yer bulamayınca, Paris’e giden bir uçağa bindirilmiş ve İran’a döndüğü Şubat 1979 başına kadar, 4- 4.5 aylık süre; Paris’in banliyösünde bir eve yerleşmişti.
Dünya medyasının ilgi odağı olan İmam Khomeynî’ye ulaşmak artık daha bir kolaylaşmıştı. Dünyanın en büyük ajansları ve medya organları İmam’a en yakın bilinen -sanılan kişilerin ağzından aldıkları sözleri yayınlıyorlar ve o hengamede hele de İran toplumu şaşkınlığa düşebiliyordu.
Bu durumda İmam Khomeynî, ikamet ettiği evin dış duvarına taa uzaklardan görülecek büyüklükte harflerle, farsça, arapça, fransızca ve ingilizce olarak, ‘İmam’ın sözcüsü yoktur..’ diye yazdırmış ve bu kesin açıklama üzerine o iddialı haberler kesilivermiş ve sular durulmuştu.
***
Tayyip Bey de, son günlerde yapılan tartışmalara, ‘Benim adıma sadece sözcüm konuşur. Başka kim konuşursa fitne üretir’ diyerek, kendilerini Tayyip Erdoğan’ın sözcüsü imiş gibi gösteren entrika odaklarına elinin tersini göstermiş oldu.
İktidar makamları ve muktedir liderler mıknatıs gibidirler. Ama bunun bir de olumsuz tarafı vardır. Çünkü çer-çöpe varıncaya kadar bütün metal parçacıkları mıknatısın etrafını kuşatır ve onu dışarıdan görünmez ve tanınmaz hale getirirler. Bu çer-çöp yığınını temizlemek de onlara düşer.
Ümit olunur ki, son günlerde tartışmalarda seviyeyi giderek düşürenler bu açıklamayla derslerini alırlar.
***
CHP içindeki çatışmalar hele de referandumdan sonra daha bir ayyuka çıktı ve Gen. Başk. K.K ise, otoritesini sağlamak için, aykırı ses çıkaranları kapı dışarı atmakla tehdit edip, referandum günlerinde dilinden düşürmediği ‘tek adam’lık suçlamasının en çarpıcı örneğini kendisinde gösteriyor.
Eski Gen. Başk. D. Baykal, 2019’da yapılacak cumhurbaşkanlığına aday gösterilecek kişinin şimdiden açıklanması gerektiğini ve Genel Başkan K.K aday olmayacaksa, aday olacak bir Genel Başkan’ın işbaşına getirilmesi gerektiğini söylüyor. K.K ise anayasada yapılan ve referandumdan çıkan EVET’le kesinleşen değişikliğe rağmen ‘partili bir adayın cumhurbaşkanı adayı olmaması’ gerektiği görüşünde ısrar ediyor. Ancak, CHP liderliğine oynayan isimlerden Muharrem İnce, ‘Bu tavır, o seçime girse bile onun kazanamayacağı endişesinden kaynaklanıyor’ görüşünde...
***
Daha da önemlisi, Deniz Baykal’ın, bir de Abdullah Gül’e çengel atmaya kalkışması oldu.
Hatırlanacağı üzere, Deniz Baykal 10 yıl önce, 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Türkiye’yi aylarca meşgul eden entrikaların, hele de ‘367’ entrikasının baş oyuncularındandı. ‘Tayyip Erdoğan’ın da, Abdullah Gül‘ün de cumhurbaşkanlığı kabul edilemez, A. Latif Şener gibi, adam gibi bir adamı aday göstersinler, biz de seçelim’ demiş ve bu söz, yazık ki, A. Şener’i umutlandırmıştı.
Baykal, şimdi de referandumda ‘hayır’ diyen yüzde 48,6’lık cephenin, 2019’da yapılacak cumhurbaşkanlığı için, Abdullah Bey’in ortak aday olabileceğini söyleyiverdi.
***
Abdullah Gül ise referandum oylaması döneminden beri süregelen sessizliğini devam ettiriyordu. Ama nihayet dün açıklamasını yaptı ve 10 yıl önce yaşanan ‘367 entrikaları’nı unutmadığını ve Baykal’ın önerisini ‘ciddiye bile almadığını’ belirtti.
Böylece, Baykal’ın klasik kurnazlık siyaseti ve Şener örneği tekrarlanmamış oldu. Abdullah Bey’e yakışan da buydu.
Ancak Gül’ün günlerce susması bazılarının hattâ hakaretlerine, edep dışı saldırılarına da yol açmış, kendi deyimiyle... Buna haklı olarak sitem ediyor Abdullah Bey… Ama kendisinin günlerce susmasının da bu saldırgan tepkilerde bir etkisi yok mu?
stargazete