Ahmet Davutoğlu ve Abdullah Gül, referandumda “Evet”e çalışmadıkları için ağır hakaretlere uğruyor.
Ağır hakaretler, genellikle, onları zaten öteden beri yerin dibine batırmaya çalışanlardan, “Davutoğlu Alman ekolüdür, Avrupa’nın adamıdır” yahut “Gül İngiliz Kraliçesine hizmet ediyor” gibi hezeyanlarda bulunanlardan geliyor.
(“Davutoğlu Avrupa’nın adamıdır” deyince: Bu iftirayı atarken aynı zamanda ‘Davutoğlu azılı Batı düşmanıdır, ayağı yerden kesik İslam dünyası militanıdır’ da diyebiliyorlar. Bunu derken aynı anda ‘Hilâl-Haçlı savaşı’ narası da atabiliyorlar. Bu narayı atarken aynı anda Batı’yla ilişkilerimizin bozulmasından şikâyet de edebiliyorlar. Tutarlılık hak getire. Yoksa Davutoğlu orta yolu temsil ediyordu da söz konusu zevat gözü dönmüşlüğü yüzünden orta yol müktesebatının mı içinden çıkamıyor? Galiba öyle.)
Bunlar Davutoğlu ve Gül’e her halükârda vuracaklardı zaten.
“Evet” için çalışsalardı ‘Reisin gözüne girip yeniden makam mevki elde etmeye çalışıyorlar ama yemezler!’ diye vurabilirlerdi meselâ.
Öte yandan, Davutoğlu ve Gül’ü seven, onların AK Parti’ye katkılarını ve memlekete hizmetlerini takdir eden, fakat “Anayasa değişikliği paketini benimsemeseler de keşke ele güne karşı ‘Evet’ diyeceklerini ilan etselerdi” diye düşünen, öyle yapmadıkları için Davutoğlu ve Gül’ü eleştiren iyi niyetli kimseler de var.
Ben de Davutoğlu ve Gül’ün -bütün çekincelerine rağmen- “Evet” demelerini / diyeceklerini ilan etmelerini, bunu hiç değilse “Yeni sistem teklifi tashihe muhtaç da olsa, şimdilik…” şerhini düşerek yapmalarını tercih ederdim.
Bununla beraber, sergiledikleri tavrın saygıdeğer olduğunu düşünüyorum.
İsteyen, kamuoyu önünde “Evet” dememelerini yadırgayabilir; ama bence, benimsemedikleri(ni zannettiğim) yeni sistem teklifine kamuoyu önünde “Hayır” dememelerini takdir etmek de mümkün.
***
Hezeyanlara dönecek olursak...
Davutoğlu ve Gül nankörmüş!
Erdoğan onlara makam mevki vermiş, ama onlar Erdoğan’ın kuyusunu kazmışlar!
La havle vela kuvvete illa billah…
Erdoğan’ın şu veya bu görüşüne katılmadıklarında, şu veya bu tavrını benimsemediklerinde, şu veya bu siyasetini tenkit ettiklerinde AK Parti hareketinin ve memleketin (Erdoğan’ın da) selametini -kendi fikirlerince- gözetmiş olamazlar mı yani?
Bu suizan niye?
Suizandaki bu şiddet niye?
Erdoğan’a küfür mü etmişler, iftira mı atmışlar?
Hayır; sadece bazı konularda Erdoğan’la ayrı düştüler ve bunu ifade ederken nezaket dairesinden hiç çıkmadılar.
Herkes her konuda aynı düşünüp anlaşmaya mecbur değil.
Anlaşma sağlanamayan konularda birbirini mazur görmek gibi bir alternatif de var.
Hata da yapmış olabilirler… Yapmıştırlar… Hatasız olan beri gelsin!
Neticede Abdullah Gül muharebeye filan girmeden köşesine çekildi, Ahmet Davutoğlu direnmeden başbakanlığı bıraktı, ama haklarındaki korkunç tezvirat bitmedi; yeter Yâ Hû!
Ne demek “nankör”?
Ne münasebet?
‘Halbuki Erdoğan onlara makam mevki vermişti’ lakırdısı ne büyük densizlik!
Durduk yerde, hiç de layık olmadıkları halde mi geldiler o makam ve mevkilere?
Erdoğan onları liyakatsiz oldukları halde mi tercih etti?
Öyleyse şayet, fevkalade sorumsuz bir lidermiş Erdoğan.
Yok eğer liyakat sahibi oldukları için onları tercih ettiyse, bunu başa kakmak neyin nesi?
“Tercih” kelimesi yanlış aslında; bu bir kadro hareketiydi ve söz konusu olan şey o kadronun doğal lideri ile dava arkadaşları arasındaki görev dağılımından ibaretti.
***
Abdullah Gül derken Refah Partisi’nin önde gelen yöneticileri ve REFAHYOL hükümetinin (1996-97) bakanları arasında yer almış olan ‘duayen’ bir siyasetçimizden bahsediyoruz.
Erbakan Hoca’nın lafının üstüne laf söylemenin tekfir kampanyasına kadar varan ağır bedeller istediği bir dönemde Erbakan Hoca’ya rağmen “Yenilikçiler”i temsilen Fazilet Partisi Genel Başkanlığına aday olma ve kongrede alternatif liste çıkarma cüretini göstererek linç edilmeyi göze alan adamdan bahsediyoruz.
AK Parti’ye giden yolda önemli bir aşamaydı bu.
Üzerinde yürüdüğümüz yolda tesadüfen rastladığımız Sarı Çizmeli Mehmet Ağa değil, yolu açan öncülerden biridir Abdullah Gül.
(15 Temmuz gecesi NTV’nin canlı yayınında yaptığı heyecanlı konuşmayla milleti askerî darbe teşebbüsüne karşı safları sıklaştırarak tavır koymaya çağıran ilk siyasetçilerden biri olduğunu da hatırlayalım lütfen.)
1990’dan beri üniversite hocası, yazar, Bilim ve Sanat Vakfı kurucusu ve gönüllüsü olarak binlerce gencin yetişmesine katkıda bulunan; yazdığı kitaplar ve desteklediği kaliteli yayıncılık faaliyetleriyle camiamızın entelektüel birikimini zenginleştiren; REFAHYOL hükümeti döneminde “D-8”in kurulmasına hizmeti geçen; AK Parti iktidarının ilk senelerinde (Gül’ün Başbakan olduğu günlerden başlayarak) Başbakan Başdanışmanı ve Büyükelçi sıfatıyla uluslararası ilişkilerdeki bazı kritik eşiklerin aşılmasında önemli rol oynayan Ahmet Davutoğlu da bu hareketin duayenlerindendir.
Gül’ün AK Parti Genel Başkanlığı, Başbakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı, Davutoğlu’nun da Dışişleri Bakanlığı, AK Parti Genel Başkanlığı ve Başbakanlığı, öteden beri taşıdığı niteliklere dayanıyordu ve ikisi de bu görevlerini bihakkın yerine getirerek Yeni Türkiye ülküsüne başarıyla hizmet ettiler.
Asıl nankörlük “Gül ve Davutoğlu’na ihtiyacımız kalmadı, öyleyse onlara istediğimiz gibi vurabiliriz” anlayışıdır.
Gül ve Davutoğlu’na ihtiyaç kalmadığı görüşünü ‘fazla iyimser’ bulduğumu da belirtmeliyim.
***
Abdullah Gül’le fazla görüşmüşlüğümüz yok.
En fazla üç-dört sefer görüşmüşüzdür.
En son, bundan ta bir buçuk sene evvel.
Şimdilerde ne yapar, ne eder, kafasından neler geçer, siyasi bir planı var mıdır yok mudur, hiç bilmiyorum.
Ahmet Davutoğlu ile de aylardır görüşmedik; görüştüğümüzde ileriye dönük bir siyasi planı söz konusu olmamıştı ve görüşmeyeli beri öyle bir plan yapıp yapmadığını da hiç bilmiyorum.
Hem vallahi hem billahi.
Bunları böyle yeminle söylüyorum, çünkü son yazım üzerine ‘Gül ve Davutoğlu yeni parti kurmaya hazırlanıyor, Hakan Albayrak da o parti için nabız yokluyor’ diyenler oldu ve işbu yazıya da öyle bir kulp takılabilir.
İşbu yazıyı Gül ve Davutoğlu’na yapılan haksızlıkları içime sindiremediğim için ve onların haklarını karınca kararınca teslim etmek niyetiyle yazdığıma, yazarken başkaca bir niyet taşımadığıma da yemin edebilirim.
Gene hem vallahi hem billahi.
karargazete