Çok büyüdüler, kendilerinden çok emindiler. İşleri her yerde tıkırındaydı. Ama bir anda her şey altüst oluverdi.
Peki nerede yanıldılar?
Aşırı güven, güç zehirlenmesi denilen şey helak sebebleri oldu.
Zaten alttakiler hiçbir şeyin farkında değildi. Onlar bu işlerin ilahi bir temelde mucizevi bir şekilde olduğuna inanmışlardı.. Kriptolar ise ya akıllarına, yani sisteme ya da sırtlarını dayadıkları örgütlere güveniyorlardı.. Her şey lehlerine gözüküyordu. Bütün ihtimalleri hesaplamışlardı ve her durum için çözümleri vardı.. “Sıfır hata” öngörülüyordu. Sürprizlere yer yoktu. Zaten arkalarında, benzerleri arasında “dünyanın en iyileri” kabul edilen CIA, MOSSAD, MI6, Tapınakçılar ve bunların işbirliği yaptıkları örgütler vardı.. Basın, iş dünyası, STK’lar kendi yanlarındaydı. “Vuracak ve alacaklardı”.. Başka türlüsü mümkün değildi..
Evdeki hesaplar çarşıya uymadı.
İşadamlarını TUSKON’a üye yapmışlardı. Esnaf ve personel Asya Finans’a hesap açmıştı. Öğretmenler sendika üyesi idi. İlişki içinde oldukları herkes gazete ve dergi abonesi idi. “The Cemaat” çocuklarını bunların okullarında okutuyor, öğrenciler bunların dershanesine gidiyor, evlerinde, yurtlarında kalıyordu.. Zekatları Kimse Yok Mu Derneği topluyordu. Sempatizanların hemen hepsi Türkçe olimpiyadlarına katılıyordu. Politikacıları, bürokratları onların derneklerine konuşmacı oluyor, onların gazetelerine, Tv ve radyolarına konuk oluyordu. Parlak isimler “Hocaefendi”ye takdim edilmek üzere Pensilvanya’ya götürülüyordu..
Kendi aralarında ByLock ve Eagle üzerinden haberleşiyorlardı.
Bugün bunlar bu adreslerden toplanıyor.. Bütün bu listeler, pasaportları gidip geldikleri yerler hepsi devletin elinde..
Ben daha erken çözülürler diye düşünmüştüm. Yani bu kadar direneceklerini sanmıyordum. Ama konuşmaya başladılar.. Bir arkadaşım susmalarının sebebinin “korku” olduğunu söyledi. Örgütün öteki yüzünde “Hoşgörü” ve “Diyalog” değil, “Tehdit” ve “Şantaj” var. Bunu en iyi de kendileri biliyor. Çünki başkalarına yaptıkları kumpaslar ortada. Basında yazılıp çizilenler, anlatılanlar da ortada. Kendilerinin de izlenmiş, dinlenmiş, açıklarının yakalanmış olmasından endişe ediyorlar. Hatta hiçbir açığı olmasa bile örgütün nasıl belge imal ettiğini biliyorlar. Onun için korkuyorlar.. Hem devletten, hem örgütten korkuyorlar..
Örgütün kaybedeceğini hiç düşünmüyorlardı. Dini olarak buna inandırılmışlardı ve uluslararası sistem de bunların arkasındaydı. Gülen’e hayır demek, ona ihanet etmek ilahi bir cezaya davetiye çıkarmaktı. Yine aynı şekilde uluslararası sistemi karşısına almak demekti. Hâlâ bu konuda tereddüt geçirenler var..
Gülen hem Devleti hem de Erdoğan’ı hafife aldı.. Destekçilerine de çok fazla güvendi. Olayların bu şekilde gelişmesine ihtimal vermiyordu..
Şimdi evlenecekmiş de, Said Nursi’nin işaret ettiği hain rolünden kurtulacakmış. Onun hesabı peşinde. ABD’nin kendini iade etmesinden, konunun ABD’de bir iç politika sorunu haline gelmesinden korkuyor..
Süreç bir türlü durdurulamıyor. Ankara işin peşini bırakmıyor. Her gün bir yerde bir olay patlıyor, bir ülkede yeni bir soruşturma açılıyor. O ülke içinde konu tartışılıyor.
Diyanet’in din şûrası, burada Erdoğan ve Görmez’in verdikleri mesajlar önemli.
Erdoğan’ı terör örgütü kurmakla suçlayan The Cemaat’ın PKK ile ilişkisi ortaya çıktıktan sonra bölgeye nasıl, hangi yollarla patlayıcı ihraç ettiği de ortaya çıktı..
Gülen’in elemanları giderek yerleştikleri ülkelerin istihbarat ülkelerinin eline geçiyor. Bu isimler hedef ülkeler için istihbarat elemanı olarak kullanılmaya başlıyor..
Gülen’in hâlâ ciddi parası var. Ama bu işler böyle devam ederse, Türkiye dışındaki kuruluşlar ve elemanlarının finansal talepleri bu gidişler yarın karşılanamaz hale gelebilir. En azından bazıları için bu böyle. O zaman onların öfkesi örgüt içinde, yeni ve ciddi bölünme ve tartışmalara sebeb olabilir. Çünki aynı işlerin içindeki isimlerin bazılarına öz evlat, bazılarına üvey evlat muamelesi yapılacak olursa o zaman bunlar da onlar hakkında konuşacaklardır.. Aldatılmışlık, ihanete uğramışlık duygusu kötüdür..
Yani demem o ki, gelecek günler, bunlar için geçen günleri aratacak..
Hele zaten ABD Gülen’e kapıyı gösterecek olursa ve hele bu konu ABD’de İrangate ya da Watergate gibi bir iç politika sorunu haline gelecek olursa o zaman Gülen’in “kendisi himmete muhtaç bir dede, nerde ki gayrıya himmet ede” konumuna düşer.
Hele Gülen’e bir eş gelsin, “hanım sultan” kim bir görelim, mahrem bir nikah mı olacak yoksa anlı şanlı bir düğün mü olacak daha belli değil. Hele bir çocukları olsun görelim..
Gülen hem kendine, hem inananlarına, hem kendine destek veren ülkelere ve örgütlere yalan söyledi. Herkesi aldattı. Bir hayal kurdu olmadı.
O kendini Müslümanların “Pavlus”u olarak görüyordu.. Bu role talip olan ilk değildi, son da olmayacak.. Bu belki Pavlus değil, Moon olacaktı. Bunun bir benzerini 28 Şubat’ta da gördük. Hâlâ da aramızda benzerleri yok değil.
Kadiyani’lik, Kestizani’lik, Bahai’lik, Nuseyri’lik, Dürzi’lik, Batıni’lik benzeri bir şey bu. Sapkınlığın dibi yok ki. Sapıklığın sınırı yok ki. Şii, Sünni, Selefi topluluklar içinde de benzer yapılar dün vardı, bugün de var ve yenileri üretilmeye devam ediyor. Edeceğe de benziyor..
Ya hu, Şeytan’ı bile “Melek-i Tavus” diye aziz ilan edip, kutsadıktan sonra geriye ne kalıyor ki!
Şeytan boş durmuyor, fazla mesai yapıyor. Sakınalım ki Şeytan bizleri Allah’la aldatmasın! Unutmayalım, cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir ve ağuyu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağıdır! Selâm ve dua ile..
yeniakit