Gündemde "siyaset" değil, "halkın dertleri" var!

Hasan Karakaya

 

 

 


Malûm; "Ateş düştüğü yeri yakar" demiş eskiler... Bir de, "ağrı" vücudun neresindeyse "can" da oradadır demişler...

Bu sözler, tam da "vatandaşın durumunu" anlatıyor.
 
Açık ve net söyleyeyim;
 
Dün Rauf Denktaş'a "görkemli bir cenaze töreni" yapılmış!.. "Hrant Dink Dâvâsı"nda karar çıkmış!.. Suriye'de "genel af"fa rağmen "vahşet" devam ediyormuş!.. Irak, "Şii-Sünni bölünmesinin eşiğinde" imiş... "Krizsever" medya, "19 Mayıs tartışmaları"nı tırmandırıyormuş!..

31 KCK'lı tutuklanmış!..
 
Ya da şu olmuş, bu olmuş!..
 
Hiç kimsenin umurunda değil!..
 
"İnsanlar, kendi derdinde!"
 
Yüreklerine "ateş" düşmüş ya, onlar başka "yangın"larla ilgilenmiyor!..

Onlar, kendilerini yakan "ateşi söndürmek"le meşgul...
 
Günlerdir "telefon"lar, "faks"lar, "mail"ler alıyorum...

Diyorlar ki; "memleketi kurtarmayı bırak da, halkın dertlerini yaz!"
 
Niye ben?..
 
Çünkü beni "kendilerinden" görüyorlar.
 
Çünkü ben, "halktan biri"yim...
 
"Sen de yazmazsan" diyorlar,
 
"Biz dertlerimizi nasıl duyururuz?"
 
BELEDİYE UYUDU MU?
 
Bana, madem ki böyle bir "misyon" yüklemişler, o halde, bugünkü yazımı "halkın dertleri"ne ayırıp, bana yükledikleri "misyon"u yerine getireyim.
 
Önce İstanbul'dan başlayayım.
 
İstanbul deyince, "şikâyet" çok...
 
Meselâ, önceki gün yağan "kar"dan dolayı, özellikle "Anadolu Yakası"nda oturan vatandaşlar, "çok perişan" olmuşlar...
 
"Kar yağacağı günler öncesinden belli olmasına rağmen" herhangi bir "tedbir" alınmamasından dolayı Belediye Başkanı Kadir Topbaş'a ve Karayolları'na yönelik acayip bir "öfke" var!..
 
"Avrupa Yakası"nda pek büyük bir problem yoktu...

Ama, "Anadolu Yakası"na gidenler, evlerine "4-5 saatte" varabilmiş...
 
Çünkü "Köprüler tıkalı" imiş ve insanlar köprüyü "yürüyerek" geçmek zorunda kalmışlar!..

"Metrobüs"ler, "arabalı vapur" ve "deniz otobüsleri" de çalışmamış iyi mi?..
 
Tam bir perişanlık!..
 
"Başkan Kadir Topbaş çuvalladı" diyorlar; "Hem de bile bile ve de göz göre göre!.. İstanbul, 2 santimlik kara teslim oldu!.."
 
EYÜP'TEKİ YOL ÇÖKMESİ!
 
Vatandaşın bu "haklı şikâyet"ini "Kadir Topbaş ve kurmayları"na iletirken, şimdi de Eyüp ilçesine gelmek istiyorum.
 
Efendim, bir hafta önce;
 
Eyüp Düğmeciler Mahallesi, Bıçakçı Eyüp Sokak'ta İSKİ'nin 20 metre derinlikte "köstebek" tabir edilen bir araçla yaptığı kanalizasyon çalışması sonucunda yol çökmesi oldu ve binalarda çatlaklar meydana geldi... 126 daireden oluşan 7 bloklu bir site 'Kamerhan' için Eyüp Belediyesi'nce tahliye kararı alındı ve dairelere yazılı olarak tebligat yapıldı.
 
Bu konuda 11 Ocak günü, Eyüp Belediye Başkanı İsmail Kavuncu ve İSKİ Genel Müdür Yardımcısı Alişan Koyuncu, Site'ye gelerek olayla ilgili açıklama yaptı... Yapılan bu açıklamada Eyüp Belediyesi'nin bir kusuru olmadığını, konunun sorumlusunun İSKİ olduğunu ifade etti ve İSKİ adına yer altında bu çalışmayı yapan müteahhit firmanın sigortasının olduğunu da ifade ederek muhtemel zararları tazmin etmesi gerektiğini belirtti... İSKİ Genel Müdür Yardımcısı Alişan Koyuncu, hızlı bir inceleme başlatacaklarını söyledi...
 
Ne var ki;
 
Bütün bu açıklamalar, "hayati ve mali riskleri" ortadan kaldırmıyor... Binalar "çökme" tehlikesiyle karşı karşıya...

"2 metre çapında, 3 metre derinlikte olan çökme" kamyonlar ile kum dökülerek kapatılmaya çalışılıyor.
 
Peki, bu "makyajlama" çabası, "çökme tehlikesi"ni ortadan kaldırır mı?..
 
KAYMAKAMIN DUYARSIZLIĞI!
 
Dert, sadece bu da değil...
 
Başbakan Tayyip Erdoğan; çeşitli toplantılarda "vali" ve "kaymakam"lara hep şöyle hitap eder ya;
 
"Sosyal devletin gereklerini uygulayın, halkla kaynaşın, tanışın ve herkese eşit mesafede olun. Halkın içinde olun ve sorunları yerinde görün.
 
Yolu olmayan, suyu olmayan köy kalmamalı... Kimin bacası tütmüyor, kimin evinde bir sıkıntı var, hanımefendilerle beraber o evlere gidecek ve sıkıntıları gidereceksiniz.
 
Makamınızı ve evinizi halka açık tutun... Devletin şefkatli, merhametli, adaletli, gülümseyen yüzü, sıcak eli siz olacaksınız... Ancak bu şekilde devlet millet kaynaşmasını daha ileri noktalara taşıyabiliriz.
 
Her gece sokaklara çıkıp kış günlerinde nerede baca tütmüyor; akşam saatlerinde kimin mutfağının ışığı yanmıyor; sabah saatlerinde okula giden hangi çocuğun montu yok, ayakkabısı yok, bunu siz tespit edeceksiniz. Hemen gideceksiniz okula, orada çocukların ayaklarına bakacaksınız, ne giyiyor, ayakkabısı yırtık mı, pantolonu ne alemde, önlüğü var mı yok mu, bunları kontrol edip, sorunlarını çözeceksiniz...
 
Halktan kopuk, sorunlardan kopuk, esnaftan, işadamından, köylüden, çiftçiden kopuk idareci anlayışı artık çağın gerisinde kalmıştır."
 
Başbakan Erdoğan bunları söylüyor da; her vali ve kaymakam buna riayet ediyor mu?..
 
İşte, Eyüp'teki "çökme" yüzünden mağdur olan "site sakinleri" de "kaymakamın ilgisizliğinden" muzdarip!..
 
Bir mektup yazmışlar Eyüp Kaymakamı Osman Kaymak'a ve demişler ki;
 
"İSKİ'nin sebebiyet verdiği elem verici olay sebebiyle evlerimizden dışarı atılmamız, tüm basılı ve görsel medyada yer bulduğu halde sizin vicdanınızda maalesef yer bulmadığından olsa gerek, mahallemiz ile makamınız arasındaki 200 metrelik o uzun(!) mesafeyi katederek bize geçmiş olsun demediniz.
 
Cuma günü makamınıza gelerek bu durumu Yazı İşleri Müdürünüze de bildirdik... Kendilerinin sadece gelen yazıları havale ettiğini belirtti, çok yardımcı(!) olduğunuz için teşekkür ederiz, bir de polis gönderdiğinizi belirttiniz. Bu soğukta, bu kış şartlarında sokakta kalan vatandaşın tam da ihtiyacı olan da buydu(!)...
 
Bugüne kadar göstermediğiniz ilgi, alâka ve destek için teşekkür etmiyoruz, edemiyoruz... Kul hakkımızın baki olduğunu belirtir, bunun bir gün sizin önünüze konulacağını mağdur SİTE sakinleri adına belirtiriz... Sizin yazıları havale ettiğiniz gibi, biz de sizi Allah (cc)'a havale ediyoruz..."
 
Bu olayı aktardım ki;
 
"Çökme olayı"na çözüm bulunsun...

Ve de, hiç olmazsa, bir "geçmiş olsun" denilsin!..
 
ASTSUBAYLAR VE POLİSLER
 
Dedik ya, herkes kendi derdinde...
 
Dert de; bir değil, elvan elvan!..
 
Meselâ, "astsubay"ın derdi.
 
"Astsubaylar" diyorlar ki;
 
"Henüz öğrenci iken, baskıyla OYAK'a üye oluruz... Astsubaylar, OYAK için iyi bir kaynaktır ama asla yönetimde görev alamazlar!.
 
OYAK; üst düzey subaylar için bir arka bahçe ve istihdam kapısıdır... Ama astsubaylar, bir sağmal inek muamelesi görürler!
 
Kısacası, biz askerlik yapmakla meşgulüz ama onlar darbe plânları hazırlamakla meşgul!.."
 
......
 
Bir de "polisler" var... B
 
ir polis memuru aradı geçenlerde... "Biz polis memuruyuz, demokrasinin kölesiyiz" diye başladı söze...
 
Devam etti dertlerini sıralamaya:
 
"Akşam 19.00, sabah 07.00 arası 13 saat çalışırız...

Uyursak, hakkımızda rapor tutulur...
 
Dini bayramlarda, bazen 9 gün görev yaparız ama diğer memurlar bayram yaparlar.
 
Üzerimizdeki hakim-savcı baskısı da cabası...

Trafik ihlali yapan bir savcıyı uyardı diye, bir arkadaşımızın silahı alındı, devletin arabasını kullanması yasaklandı.
 
Sonra da, 40 ay 27 gün hapse mahkûm oldu!..
 
Devletin diğer memurları tatil yaparken polis memurlarının görev yapması ve üstelik mesai de ödenmemesi hak mıdır, adalet midir?..

Ne yani, biz memur değil miyiz?"
 
KAMYONCULARA K-1 AZABI!
 
"Telefon"la arayanlar, "faks" çekenler ve "mail" gönderenler o kadar çok ki; hepsini bir yazıya sığdırmak mümkün değil...
 
Ama, "kamyon şoförleri"ne yıllardır çektirilen "K-1 çilesi"ni, benim tabirimle "Kabir azabı"nı yazmadan geçmek olmaz.
 
Efendim, olay şu:
 
"Taşımacılık" yapan "kamyoncu" ve "TIR'cılar"dan "K-1' belgesi isteniyormuş... Bir "firma"nın K-1 belgesi alabilmesi için "75 tonluk araç veya araçları" olması gerekiyormuş...

Kişilerin de en az "25 tonluk" bir araca sahip olması gerekiyormuş.
 
Beni arayan şoför dedi ki;
 
"Nakliye firmasında çalışıyorum... Bizim 70 tonluk 4 aracımız var... 75 tonu dolduramadığımız için de K-1 belgesi alamıyoruz... Yani, 5 ton yüzünden ekmeğimiz elimizden alınmak isteniyor."
 
"Ne olur" diyorlar;
 
"Zaten çok zor şartlar altında çalışıyor, büyük çileler yaşıyoruz... Bize, bir de K-1 azabı yaşatmasınlar!
 
5 tonumuz eksik diye, evlerimize ekmek götürmeyelim mi?"
 
Bence haklılar!..
 
Şartlar, biraz daha esnetilmeli.
 
EMEKLİLER VE KPSS!
 
Daha nice "dertli vatandaş" var ki, kimi "emekli maaşlarının azlığı"ndan şikayet ediyor, kimi de "intibak yasası" çıkarılırken "adaletli" olunmasını istiyor.
 
Bazıları "KPSS'ye girdikleri halde yüksek puan alamadıkları için atanmamaktan" şikâyetçi, kimi de "yeterli puan" aldığı halde, bir işe yerleştirilmemekten muzdarip... Görünen o ki; "KPSS sistemi"ni de gözden geçirmek gerekiyor.
 
"Bugünlük bu kadar" deyip, "halkın sorunları"nı yazmaya bir başka gün devam edelim.
 
Çünkü, dert çok... Yazmaya yer yok!..
 


Hangi Kürt, hangi Kürdistan?
 
Şu hâle bakın; İstanbul'da PKK ve KCK'ya yönelik operasyonda; Başakşehir'deki Olimpiyat Stadı'nın karşısında, "6 kilo 900 gramlık patlayıcı" ele geçirilmiş ve İstanbul, "büyük bir facia"nın eşiğinden dönmüş ama, BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş dün demiş ki; "Güne, yine KCK baskınları ile uyandık!.. Bunlar, AK Parti faşizminin göstergeleridir... Biz, Kürdistan'ın haklarını savunmaya devam edeceğiz!"
 
Peki, bu "nasıl bir savunma" olacak?.. "PKK'yı yaşam sigortası" görerek mi?.. Yoksa, "A4 ve C4 patlayıcılar"la insanları katlederek mi?
 
Dün, "34 KCK'lı" tutuklandı...

Peki, bunlar "Kürt" oldukları için mi tutuklandı?..

Yoksa, "eylemlerle doğrudan bağlantılı" görüldükleri için mi?..
 
Bay Demirtaş, nasıl bir "Kürdistan" hayâl ediyor acaba?..

Kandil'de "Zerdüşt ayinleri" yaparak, Nusaybin'de de "Pagan inancı"nı enjekte ederek mi dönüştürecek "Müslüman Kürt halkı"nı?..
 
Gelelim, "AK Parti'nin faşistliği" meselesine...

"Terörist faaliyetlere" göz açtırmamak, ne zaman "faşizm" oldu?..

Kaldı ki; Bay Demirtaş, eğer "faşist" arıyorsa, önce "kendilerine" bakmalıdır!.. Çünkü kendileri, Apo'yu bir "führer" haline getirmişler ve şu anda "Hitler faşizmi"ni uygulamaktadırlar!..
 
Ama, bu da normaldir... Çünkü kişi, başkalarını da "kendisi gibi" bilirmiş!.. Selahattin Demirtaş'ın yaptığı da budur!..

yeniakit