Özellikle de Güneydoğu’dan çeşitli haber kaynaklarından farklı tesbitler, farklı yorumlar, farklı değerlendirmeler ve yansıtmalar geliyor..
Tabiatiyle, herkes kendi durduğu ve baktığı açıdan farklı yorumlar yapabilir, ve yapıyor..
Bu arada, öldürülmüş bir insanın boynuna bağlanmış bir iple bir polis aracının ardından sürüklendiği görüntüsü de internetlere düştü..
Bu gibi bir alçaklığı kim yapar, anlamak zor..
Velev ki, –sözgelimi- bir kaç takım eylemlere karışmış, birkaç kişiyi öldürmüş veya yaralamış bir cânî v eterörist bile olsa bile, onu öldürenler aartık öldürdükten sonra bu gibi hayvanca duygularla tatmin peşindeler ise, o suçladıkları kişiden ‘daha insan’ sayılamazlar.. Öldürülmüş bir kimsenin cesedinden intikam almak istercesine ilkel, vahşî ve insanlıkdışı bir hareketi, başkaları yapsalar bile, insanlıktan nasibi olan bir kimsenin yapmaması gerekir ve yapanlar da alçaktır..
*
Başbakan Davudoğlu konunun derhal soruşturulması emrini vermiş..
Bu sahne gerçek ise, insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak faili-failleri insanlığa karşı suç işlemiş alçak kimseler olarak en ağır cezalarla tecziye edilmelidirler.
Ancak, bu sahnenin özellikle, ve sırf devleti ve güvenlik düçlerini güç duruma düşürmek ve dünya çapında bir karalama kampanyasına malzeme oluşturmak için yapılmış olabileceğini de unutmamak gerekir.
Unutmayalım, 1980-88 arasındaki İran-Irak Savaşı yıllarında, esir düşen Irak’lı bir askerin canlı olarak bir arabanın arkasından sürüklenişini yansıtan ve askerin kolunun kopmasıyla neticelenen korkunç bir film yayılmıştı dünyaya.. Tabiatiyle, lanetlemeler, ağır suçlamalar da ardından sökün etmlişti..
Ancak, bu filmin, onyıllarca önce, bir İtalyan şirketinin çektiği bir filmden bilgisayar teknolojisiyle ustaca ve İran-Irak Savaşı’na aid bir görüntü imiş süsü verilerek hazırlandığı ortaya çıkmış ve sözkonusu şirket, bu propaganda filmini Saddam rejiminden aldığı büyük meblağlarla hazırladığını itiraf edip, özür dilemişti.. Ama, uzuuun bir takibden sonra, iki yıl kadar sonra gelen o özür, o propaganda filminin dünya çapında bulandırdığı yüzmilyonlarca-bilke milyarlarca insandan kaçta kaçının idrakine ulaşabilmişti, daha sonra?
Bu son görüntü de illâ öyledir denilemez, elbette.. Ama, psikolojik savaşın bir aslî rüknü kabul edilen propaganda savaşında bu gibi atraksiyonlara, manipulasyonlara, çarpıtmalara başvurulduğunu da unutmamak gerek..
Ve, ister gerçek olsun, ister propaganda gereği olsun, here kim bu kadar alçalıyorsa, utanç ve lanet onların başına..
*
Bu hatırlatmadan sonra..
Güneydoğu’yla ilgili bir çok haber, yorum ve resmî açıklamalar yayınlanıyor..
Bunlardan en yeni olanı, İçişleri Bakanı Selamî Altınok’un Anadolu Ajansı’na 5 Ekim günü yaptığ ıaçıklamalar.. Terörle mücadele hakkında bilgi veren Altınok, PKK örgütünün ‘şehitlik’ ya da ‘cemevi’ adını verdiği, gerçekte ise, eğitim kampına çevirdiği yerlerdeki binaların yıkıldığını, ama, bu haberin bile mezarların tahrib edildiği şeklinde verildiğini söylemekte..
Altınok şöyle diyor: “Bu algı operasyonuna biz kesinlikle gelmeyeceğiz. Bu PKK terör örgütünün algı operasyonudur. Türkiye Cumhuriyeti devleti de, bizim insanlarımız da , töremiz de, inancımız da bu işe farklı bakar. Mezarlara kesinlikle dokunmuyoruz. Mezarların etrafındaki yapıları yıkıyoruz. Mezarlık görüntüsü altında tripleks binalar oluşturulmuş. Terör örgütü elemanlarının resimleriyle, flamalarıyla süslenmiş. Vatandaşımızı tehdit eden yapıları kesinlikle yıkacağız ama mezarlara dokunmadan.”
*
Selamî Altınok’un bu açıklamalarına değindikten sonra.. Güneydoğu’da bir şehirde doktorluk yapmakta olan bir sağlık elemanının yazdığı uzuuun bir mesajdan da sözetmek gerekiyor.. Güvenilir arkadaşların adıma açtığı ve yazılarımı koydukları bir‘facebook’ hesabına, son bir yazım üzerine eklenmiş bir yorum.. Arkadaşlar onu göndermişler.. Ona hiç dokunmadan, aynen aktarıyorum..
*
Şöyle diyor bu doktor bey:
“Güneydoğu’da, şehir içinde çatışmaların olduğu, hendek kazılıp özerklik ilan edilen bir ilçede halen mecburi hizmet yapan bir doktorum.
İnternette yapılan yorum, paylaşım ve dezenformasyonları hayretle izliyorum.
Hayatında Ankara’nın doğusuna geçmemiş adamlar bir yorumlar yapıyorlar, sanırsın Cizre’de veya diğer yerlerde bir soykırım var.
Hani, kendi gözümüzle görmesek inanacağız…
Geçen gün acil serviste nöbetteyiz.
Bir çocuk getirdiler, 99 doğumlu.
Polise ateş açmış, çatışmaya girmiş, yaralanmış.
Yakınları duyup gelmiş, hastane karıştı.
Maskesini, silahını getirmemişler tabii, ama pantolonunu kesiyoruz yaraya müdahale etmek için, pantolon cebinde Kalaşnikof şarjörü var!..
Neyse ilk müdahaleyi yaptık, il merkezine yolladık.
Şimdi bu çocuk polis vurunca gerilla diyorlar, vurulunca masum sivil..
Ölürse de, “devlet katliâm yapıyor”…
E utanın be, 99 doğumlu çocuğun eline Kalaşnikof verirken iyiydi de, çocuk vurulunca mı kötü oldu?
Gelelim esas bu “notu yazma sebebime..
Diyorlar ki “orada yaralılar var, devlet neden ambulans yollamıyor?”
Bu soru da, taraflı ve dezenformatif bir soru ama yine de cevap vereyim..
1) Öncelikle ambulanslar tank değil, mahallenin girişine kazılan hendekleri aşacak, sokaklardaki barikatları yıkıp geçecek hali yok.
2) Çatışmalar halen devam ediyor. Ambulans tank değil demiştim, bizim de başımızda miğfer, üzerimizde kurşun geçirmez çelik yelek yok.
Dünyanın hiçbir yerinde sivil sağlık ekipleri çatışmanın ortasına girip kendi hayatını tehlikeye atarak yaralıya müdahale etmez.
3) Çatışma devam ederken, yollarda patlamamış mayınlar, tuzaklar varken, polis “geçemezsin” der, göndermez.
Ambulans komuta kontrol “gidemezsin” der, göndermez.
4) O mahallenin sicili bozuksa, yakın zamanda orada ambulanslara silahlı-molotoflu saldırılar olduysa, yanlış ihbar yapıp ambulansa saldırılıyorsa..
Var olan üç ambulansın ikisi zaten orada pert oldu ise..
Ambulans komuta kontrol amiri “falanca sokağa/mahalleye durum normale dönene kadar girilmeyecek” der ve konu orada kapanır.
Ha dersin ki, doğum yapan annenin ne suçu var?
Bir suçu yok, yanan ambulanstan canını zor kurtaran personelin suçunun olmadığı gibi.
Ki içinde hamile kadın varken bile, o ambulansa ateş açılıyor…
5) Bu mevzulardan ötürü personel tamamen bireysel olarak belli yerlere gitmek, belli sokaklara girmek istemeyebilir.
Hadi gidelim dersin, ambulans şoförü “ zaten üç kuruş maaş alıyoruz, ben o sokağa girmem, isterlerse kovsunlar, bana bir şey olursa sen mi bakıcan benim çocuklarıma?!” der.
Bir şey diyemezsin…
6) Ekip içinde güvensizlik olabilir. Bizim hastanedeki 4 ambulans şoföründen biri PKK sempatizanı mesela, bunu da gizleme gereği bile duymuyor.
112 kıyafeti üzerinde bulunan Türk bayrağını sökmüş falan.
Daha geçen sene bile bu adam, “hoca kafamı bozma seni örgüte veririm haa” deyip gülüyordu.
Diğer şoförler olursa bir sorunum yok ama, ben bu adamla değil çatışma bölgesine ambulansla gitmek, bakkala gofret almaya bile gitmem.
7) Sürekli polisin, askerin kafasını karıştırmak için yanlış ihbarlar yapılıyor.
Oralara giderken eskortluk eden polise saldırılıyor.
Bir yerde çatışma varken, şaşırtma amaçlı başka yerden olay ihbarı geliyor.
8) Bir de son olarak, normal zamanlarda hastaneye ambulans ile gelmeyen hastalar da ambulans çağırıyor.
Adamın evde hastası var, normal zamanda kendi arabasıyla, dolmuşla, taksiyle hastaneye gelebilirken..
Sokaklar karışınca dolmuşlar, taksiler çalışmıyor, kimse kendi arabasıyla sokağa çıkmak istemiyor.
Sokağa çıkma yasağı varsa, zaten istese de çıkamıyor.
Ortalık karışınca normal zamanda alınan çağrı sayısının en az 4-5 katı kadar çağrı geliyor.
“Çocuğun 40 derece ateşi çıktı” diye ambulans istenebiliyor mesela, alın getirin hastaneye de diyemiyorsun.
Öyle olunca ambulanslar her çağrıya yetişemiyor.
Tabiî, bütün bunlardan ötürü devleti, polisi, hastaneyi, ambulansı suçlayabilirsiniz.
Ama, o hendekleri kazanların, o barikatları kuranların, yollara mayınları döşeyenlerin, ambulans çağırıp yakanların hiç suçu yokmuş gibi davranmayın…
Bir de unutmadan, 99 doğumlu çocukların eline Kalaşnikof ya da roketatar verip, el yapımı patlayıcı yapmayı, mayınlı tuzak kurmayı falan öğretip
sokaklara salmak, hangi ‘barış güvercini’nin fikri idi?..”
dirilişpostası