Bir numaralı dönüşüm ve belirsizlik: Sona eren Soğuk Savaş"la birlikte aşina olunan ve öngörülebilen dünya düzeni sonra erdi.
Soğuk Savaş dünyayı ideolojik olarak iki bloka ayıran taksimatıyla insanlara genel anlamda bir aidiyet duygusu vermişti. Ondan sonra bir Yeni Dünya Düzeni değil bir Yeni Dünya Düzensizliği ortaya çıktı. Birleşik Devletler kendisini belirsiz zamanlarda dünyanın yegane ümidi olarak sundu, fakat dünyanın geri kalanı bu iddiayı bir süper gücün kendini beğenmişliğinin ifadesi olarak gördü, hep beraber reddetti. Ve şimdi dünya siyasetinin pilot kabininde bir pilot olmaksızın dosdoğru yerleşik kuralların bulunmadığı, ittifakların ve çatışmaların öngörülemez bir şekilde değiştiği bir ortamın içine doğru yol alıyoruz.
Soğuk Savaş"ın sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan belirsizlik duygusunu artıracak şekilde, dünyayı bilgi teknolojisi ile biyoteknolojinin buhar motoru ve elektriğin önceki sanayi devrimindekiyle aynı etkiyi yaptığı sanayi sonrası döneme götürecek yeni bir teknolojik devrim gelişti. Bununla birlikte, bu gibi devrimlerde her zaman kazananlar ve kaybedenler olur. Bu seferinde de durum farklı değil; aşırı rekabet, iş güvensizliği, artan işçi ücretlerinin baskısı, kalifiye olmayan işgücünün marjinalleşmesi, artan eşitsizlik... İki numaralı dönüşüm ve belirsizlik: Artık gündelik hayatımızda savaş sonrasındaki refah devletinin görünürdeki öngörülebilirliği tarihte kaldı.
Globalleşme de üçüncü bir dönüşüm ve belirsizlik kaynağı haline geldi. Teknoloji, iletişim ve taşımacılıktaki gelişmelere bağlı olarak mesafeler kısaldı. Daha önce olmadığı şekilde mallar, hizmetler, sermaye ve insanlar -global bir işbölümünün çarkını çevirecek şekilde- bütün dünyada serbestçe dolaşabiliyorlar. Fakat globalleşme aynı zamanda herkesi herkese bağımlı hale getirdi. Günden güne, artık çok sayıdaki yerel hadisenin şaşırtıcı karmaşıklığı ile karşılaşmak durumunda kalıyoruz. Ağaçlar için ormanı özlemek kolaydır. Ve zaman daha da zorlaştıkça, devlet koruyucu pelerinini kaldırıyor görünüyor. Dört numaralı dönüşüm. Yeni liberalizm adıyla gelişen yeni bir söylem devletin küçültülmesi ve piyasa güçlerine daha fazla serbestiyet tanınması gerektiğini vurguluyor. Joseph Stiglitz"in de tasvir ettiği gibi dünya plansızlık ile bir aşk yaşamaya başlıyor. Hükümetler vatandaşların bunu kendi kendilerine yapacak kadar akıllı olduklarını iddia ediyorlar. Netice olarak, insanlar tersi yerine toplumun ekonomi için var olduğunu düşünmeye başladılar.
Bütün bu alışılmadık durumların tehdidiyle fertler artık bundan sonra kendilerini korumak zorunda olduklarını düşünmeye başladılar. Geçen yüzyılların büyük hikayeleri -klasik ideolojiler- artık huzur sağlamıyorlar, zira hızla değişen bir dünyayı anlamlandıracak yeterlilikte değiller. İnsanlar yalnızlık ve terk edilmişlik hissediyorlar ve tutunacak bir şey arıyorlar. Bize karşı onlar şeklinde bir çerçevedeki dünya görüşüne uygun bir paradigmaya imkan sağlayan korku ve belirsizlik, bir şekilde kimliğimizin kaybolan yol işaretlerinin yerini almış durumdadır. Topluluklar içinde, yeni gelenler ve yerli vatandaşlar, Müslümanlar ve gayrimüslimler arasında olduğu gibi yeni kutuplaşma şekilleri gelişmektedir. Dünya siyaseti vatandaşlar arasında, yükselen ve eski süper güçler arasında, zenginler ve fakirler arasında yeni çatışmalar keşfetmiştir. Beş numaralı dönüşüm ve belirsizlik de budur.
Lübnan asıllı Fransız yazar ve romancı Emin Ma"luf bu tür ikâme kimliklerin tehlikesine karşı uyarmıştı. Fertler olarak hepimiz kendine özgü bir kimlik oluştururuz. Bu bizim atalarımızdan tevarüs ettiklerimizden daha çok muasırlarımızla olan ilişkilerimizin bir sonucudur. Öyleyse kimlik her zaman pek çok unsurdan oluşan çok yönlü bir şeydir. Dil ve din gibi, bazıları diğerlerine oranla daha hassastır. Bir kişi kimliğinin bu gibi hassas yönleri açısından kendisini tehdit altında gördüğünde, tehdit altındaki bu yön onun bütün kimliğine hükmeder hale gelir. Bu durumda insanlar aynı tecavüzleri yaşamış olan hemfikir olduğu emsallerinden destek arayışına yönelirler. Ve bu yeni oluşturulan grup Ruanda, Yugoslavya ve Lübnan"da şahit olduğumuz türden bir "öldürücü yırtıcı hayvan" gibi davranmaya başlayabilir. Ma"luf"un anlatımıyla, günümüzün ortamı kabileci kimlik anlayışımızın yerine daha kompleks bir anlayışın konulmasını zorunlu kılar. Bunu yapmakta başarılı olamadığımız takdirde, globalleşme global bir kabileselleşme ile son bulabilir. Belirsizlik günümüz dünyasının hakim hale gelen ortak karakteristiğidir. Yeni keşfedilen yol işaretleri ve bize karşı onlar paradigması zihinlerimizin kapanmasını zorunlu kılar ve Emin Ma"luf"un da uyardığı gibi, hem global hem de yerel anlamda siyasetin kabalaşması şu anda şahit olduğumuz bir sonuçtur.
Girdapta kürek çekmek...
Dünya günümüzde tehdit altında görünüyor. 2003"te Gallup 51 ülkede insanlardan uluslararası güvenlik durumunu değerlendirmelerini istediğinde, sadece % 20"si "iyi" şıkkını, bunun iki katından fazlası, % 41"i "kötü" şıkkını işaretlemişti. Batı Asya dışındaki bütün bölgelerde uluslararası güvenlik durumunu kötü olarak gören insanların sayısı iyi olarak görenlerden fazlaydı. Bunlar yanılıyorlar. Global güvenlik kötüleşmiyor. Fiilen, farklı boyutlarının çoğunda dünya eskiden olduğundan daha iyisini gerçekleştiriyor. Geçtiğimiz on beş yıl boyunca silahlı çatışmaların global büyüklüğü 1990"lardaki bir artışın ardından azalmıştır. Soykırımlar ve geniş çaplı katliamlar sayısal olarak 1988"den bu yana artmaktadır. Genellikle savaşın habercisi olan uluslararası krizler 1981 ile 2001 arasında % 70 oranında azalmıştır ve şu anda II. Dünya Savaşı"ndan bu yana en düşük seviyeye ulaşmıştır. Göçmenlerin sayısı da 1992 ile 2003 arasında daha fazla savaş sona erdiği için % 45 azalmıştır. Etnik azınlıklara karşı baskı ve siyasi ayrımcılık da, otokratik rejimlerin 1980"lerin sonundan itibaren ciddi bir şekilde ortadan kalkmasıyla birlikte önemli ölçüde azalmıştır.
Bunlar 2005"te yayınlanan bir araştırmadan çıkarılan en çarpıcı sonuçlardan bazısıdır. Son araştırmalar, uluslararası terörün de medya ve hükümetlerin gösterdiği gibi en büyük uluslararası tehdit olmadığını göstermektedir. Yaşam süreleri (Afrika hariç) neredeyse her yerde artmıştır ve çocuk ölümleri (Afrika da dahil) her yerde azalmıştır. Yüz milyonlarca insan, özellikle de Çin ve Hindistan"da artık fakirlik sınırının altında yaşamıyor. Ve neredeyse bir on yıl içinde eğitim her yerde büyük bir ilerleme kaydetmiştir. Dünya pek çok insan için daha iyi bir yer haline gelmiştir. Bu olumlu trendler dünyanın geleceğine dair yetersiz bir iyimserliğin garantisi değildir. Gerçekte, birkaç zaman bombası tıklamaktadır. Fakat şayet dünya daha iyi ve güvenli bir yer olacaksa, bu fertlerin, hükümet dışı organizasyonların, yerel ve ulusal otoritelerin olduğu kadar uluslararası organizasyonların da çabasına bağlıdır.
Biz dünyayı niçin gerçekte olduğu gibi görmüyoruz? Tek tek ele alındığında, tasvir ettiğimiz dönüşümlerin hiçbiri gerçekte yeni değildir. Dünya düzenleri gelir ve gider. Sınai devrimler dünya tarihinin eskiden beri aşina olduğu gelişmelerdir. İki yüz yıldan bu yana siyaset ile ekonomi arasındaki ilişki serbest piyasa ile devlet müdahalesi arasında bocalıyor. Globalleşme dağlar kadar eskidir, kaynağını insanoğlunun genişleme arayışı ve duraklama ile ardından ilerlemeyi geliştirmesinden alır.
Fakat günümüzün dünyası her zamankinden daha fazla bir hal değişikliği yaşıyor, zira bütün işaret levhalarımız aynı anda akıntıya kapılmış durumdadır. Güvensizlik hissedenler açısından tehlikeler her zaman gerçekte olduklarından daha büyük görünürler. Dünya daha az güvenli bir hal aldı, zira dönüşüm anlarından birini yaşıyor. Daha önce de tarihi dönüşüm anları yaşanmıştır. Yakından incelediğimizde şu anda yaşadığımız girdabın atalarımızın yaklaşık bir yüz yıl önce yaşadığından pek farklı olmadığını görürüz. Barbara Tuchman"ın Gurur Kulesi"nde yazdığı gibi, o dönemde yaşayanlar muammaların yerini nasıl da birdenbire basit gerçeklerin aldığını da tecrübe etmişlerdi. Aynı güçler, aynı bulgular: Globalleşme, göçler, terörizm, sosyal huzursuzluk, ırkçılık ve evet günah keçilerine duyulan ihtiyaç. Göç şu anda da gündemdedir. Emeğinin istenmesi fakat vatandaş olarak kabul görmemek göçmenlerin yüz yıl önce de yaşadıkları bir durumdu ve bugün de yaşıyorlar. 20. yüzyılın 30"lu yıllarının ortalarında Hollandalı kültür adamı, filozof Johan Huizinga aynı bulguları tasvir etmişti: "Bizim çağımızın bir sıtmaya tutulduğuna şüphe yok." Kötümserliğin ve global bir karmaşıklığın hakim olduğu bir dünya resmi çizmişti: "Kamusal yaşamdan aile yaşamına kadar daha önce olmadığı derecede bir bozulmanın sürdüğü görülüyor."
İçinde yaşadığımız dönem benzersiz değildir. Kişi bunun farkına vardığında, ilk adım dünyanın karmaşıklığını deşifre edecek bir seyahate hazırlanmak ve halihazırdaki yüksek ateşi azaltacak ilk ilaç olarak sabrı tavsiye etmek olacaktır. Kazazedelerle birlikte yeniden sakin sulara doğru gidebilmek için salı nasıl idare edip yönlendireceğini öğrenmek isteyenler için elimizde olan şey eski moda üç fikirdir. İlki, toplum hem ulusal olarak hem de uluslararasında oluşturulabilir. Büyük değişimlerin her biri insan kararlarının bir neticesiydi. Öyleyse insan bunları düzeltebilir de. İkincisi, çoğunluğun iyiliğinin azınlığın egoizmi tarafından mağlup edilmesini istemiyorsak, az değil, daha fazla siyasete ihtiyacımız vardır. Dünyanın mevcut halet-i ruhiyesi toplumumuzu ayrımcılığa doğru sevk etmektedir. Yönetim buna karşı durmalıdır. Ve üçüncüsü, toplumun senin için ne yapabileceğini değil, senin toplum için ne yapabileceğini sor. Başlamak için "onlar" kelimesini günlük kelime dağarcığımızdan ilelebet çıkarmaya karar verebiliriz. Kozmopolitanlar "biz" ile "onlar" arasında bölünmüş bir dünyaya inanmazlar.
(Bu metin Prof. Coolsaet"ın "Europaisches Forum Alpbach"ta 17 Ağustos"ta sunduğu tebliğ metninin Zaman için revize edilmiş kısmından oluşmaktadır.)
GHENT ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ / BELÇİKA