Her dünyaya gelen insan, kendisinden önceki insanların yaptıklarını bulur ve görür. Bunlar hayır da olabilir, şer de. İyi de olabilir kötü de. Bize düşen vazife, iyileri muhafaza ve çoğaltmak, kötüleri ise azaltıp, tesirsiz hale getirmek. Bunları yapmak için Rabbimiz biz insanlara el nimetini, dil nimetini ve kalp nimetini bahşetmiştir. İyilik de, kötülük de bu üç organla yapılır, ıslah edilir veya zararlı yönleri törpülenir yahut da kökten ortadan kaldırılır. Özet olarak durum budur.
Durum, vaziyet böyledir amma, insanımızın bakışı, tavrı çok farklıdır. Hayattan ve hayatından şikâyetçidir, gidişattan şikâyetçidir. Şikâyetçi olduğu konuları, şikâyetsiz hale getirmek için gayret sarf etmez ve mazeret üretir. Geçim derdi, evlat derdi, maaş derdi, ev derdi, kira derdi derken ömür sermayesi tükenmeye başlar, ölümle burun buruna geliriz.
Şimdi şikâyet edilen konulardan bazı misaller-örnekler verelim.
Birinci şikâyet konusu şeytandır. Şeytanı, kendisine, vazife ve hizmetlerine engel gören insanımız, ahret âleminde, aynı şeytanın şöyle konuştuğuna şahit olacaktır:
"İş olup bitince, şeytan, "Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde, beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah"a ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim; doğrusu zalimlere can yakan bir azab vardır" der." (İbrahim Suresi/22)
İkinci şikâyet edilen konu ise can sıkıntısı, stres, sinirlenmek, güçsüzlüğünü itiraf etmek. Bakalım ahrette şikâyetçi olduğumuz halimiz, Rabbimiz tarafından bir mazeret olarak kabul edilebilir mi?
"Andolsun, onların söyledikleri şeyler yüzünden senin canının sıkıldığını biliyoruz. Sen şimdi Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. Ve sana yakın gelinceye kadar Rabbine ibadet et." (Hicr Suresi/97-98-99) Görülüyor ki, canımız sıkıldığında, ruhumuz daraldığında veya radyodan, televizyonlardan, gazetelerden duyup gördüklerimize karşı sövmek, bağırmak, küfretmek yok. Ne var peki? Var olan, yukarıda zikredilen Rabbimizin buyurduğudur.
Üçüncü konu, geçmişimizle övünüp, yaşadığımız günümüze yatırım yapmamak, vatan millet Sakaryavari sözlerle avunmak. Böyle bir tavrımızın kulluk kitabımızda yerinin olmadığını görmekteyiz:
"Onlar bir ümmetti geldi geçti. Onların kazandıkları kendilerinedir. Sizin kazandıklarınız da sizedir ve sizler onların yaptıklarından sorumlu tutulmayacaksınız." (Bakara Suresi/134)
Bir başka şikâyetimiz, mazeretimiz ise, başımızdaki idareciler ile alakalı. Kızarız, aleyhlerinde konuşuruz, yerden yere vururuz. Hızımızı alamayız, ağzımıza ne gelirse söyleriz. Acaba bu tavırlardan bize sevap verilecek mi? Rabbimizden aferin alacak mıyız? Hiç zannetmiyorum. Çünkü okuyacağımız kutsi hadis, bunlara geçit vermiyor:
"Ben azimüşşan olan Allah, hükümdarlar hükümdarıyım. Hükümdarların kalpleri ve alınları benim elimdedir. Kullar bana itaat ederlerse, ben de onları onlara rahmet kılarım ve eğer kullar bana isyan ederlerse, ben de onları onlara ceza kılarım. Şu halde hükümdarlara sövmekle meşgul olmayın ve fakat bana tövbe ve müracaat eyleyin ki, onları size doğru meylettireyim." (Elmalılı Tefsiri. 2/338.)
Selam, sevgi ve dualarla...