Güzel söze ne kadar muhtacız! Su gibi. Gölgelik gibi. Elbise ve ekmek gibi, güzel söze ne kadar da muhtacız...
Hayatın giderek profesyonelleşen yoğun trafiği ve odaklandığımız başarı temposuyla, adeta kuşatma altına aldığı bizler, ne kadar da yalnızız aslında... O kadar çok itiraz edecek haksızlık, o kadar çok yapacak iş var ki yeryüzünde, evladı iyal"in evde bekleştiği bir dilim helal lokma, artık arslanın ağzında değil ne yazık ki, arslanın midesinde... Gel de çık bu kuyudan... Kardeşleri tarafından kuyuya atılmış Yusuf misali, gel de bu çağın o kör kuyusundan çık kolaysa... Hepimizin elinde kanlı gömlekler: Hepimiz kardeşlerimizi, ana-babamızı, sılamızı, kapı komşumuzu, arkadaşlarımızı çoktan yem etmişiz kurda... Vaktimiz yok! Kimseye ayıracak, kimseyi dinleyecek vaktimiz yok.
Oysa dinlemek ve işitmek, her şeyin başı değil mi? "Dinledik ve itaat ettik" derdi eski Kitapların kalbi aydınlık insanları... Bu çağın bizlere sunduğu zehir zemberek bir hediyesi olsa gerek; sağır bir kulak, sağır bir kalp, sağır yürek...
Bazen kendimi sele kapılmış, amaçsızca kayan bir odun dalı veya güçsüz bir saman çöpü gibi hissediyorum. Keşke birisi beni tutsa çıkarsa kıyıya... Sel o kadar şiddetli ki sağa sola bıçkınca çarparken, imdat verecek ne bir kıyı, takılacak ne bir kumsal buluyorum. Suya yazılan bir yazı gibi hayatlarımız, cümleyi bitirmeden yok oluyor hemen her harf. Deniz kenarında kumdan kaleler yapan çocuklar gibiyiz, tüm marifetimiz ancak bir dalgaya bakar... Ve dalga, ve bitmesi tüm oyunların... Hayat işte böylesi çocukça bir oyalanma kadar kısa...
Ama bazen tıpkı Kitap"ta anlatılan "şehrin ötesinden koşarak gelen adam" misali birisi çıkıyor karşınıza... Seher vakti gibi aydınlık ve umutlu sözleri var yüreğinde o çıkıp gelenin... Deniz kıyısında kumdan kaleler yapmakta olan çocukların başlarını okşayarak onlara hal hatır soruyor, yanlarına çömelip dünyanın en güzel cümleleriyle onlara bir şeyler anlatmaya başlıyor... Veya sürekli boğuştuğunuz o yaman sel baskınından eğilip tutuyor sizi, kıyıya çıkarılmış bir dal gibi minnetle bakıyorsunuz gözlerine. Gülümseyerek yüzünüzü gözünüzü kuruluyor, soğuktan buz tutmuş sırtınıza kendi hırkasını çıkarıp sarıyor... Böyle biri, güzel biri, elinde yalancıktan kana bulanmış gömlekler taşımayan, sizi kurtlara yedirmemiş, sizi kuyulara atmamış biri çıkıp geliyor "şehrin ötesinden, koşarak"... Onun dili ve onun konuşmaları, kalbinize bir sekinet ve dinginlik olarak iniyor, öğlen vakti güneşin tam da tepenizi kavurduğu bir anda yetişiveren ılık bir gölgelik gibi onun konuştuğu dil... Tıpkı Süleyman Peygamber"in bildiği diller gibi, taşın, ateşin, karıncanın, rüzgarın bile sözünden anlıyor ve mukabele ediyor, alçakgönüllülükle... İşte bu, Kur"an-ı Kerim"in lisanıdır diyorsunuz, İkram Kitabı"nın dili budur diyorsunuz... Teskin oluyor tüm telaşeler o konuştukça, onu dinlerken yatışıyor tüm sıkışmalarınız. Temiz söz, aydınlık söz...
Üç yıldır Araştırma ve Kültür Vakfı bünyesinde Fatma Kutluoğlu Hocamızın takibinde Kur"an-ı Kerim"i okuyup anlamaya çalışıyoruz. Okumak ve anlamak benim için yüksek bir iddia olur, aslında "dinliyoruz", "kulak veriyoruz" demek belki daha doğru... Hayatın ve modern çağın tüm debdebeli gürültüsü arasından Rabbani İkram"a kulak kesiliyoruz. Ama bir sure, ama bir ayet, hatta bir harf dahi olsa, Rab"den gelen bir hediyeyle buluşturuyor bizi Hocamız... Sabırla, tahammülle örülen bir yolculuk bu Hocamız açısından. Onun konuştuğu EV"in kapısından kovulmak yok, Kur"an-ı Kerim öyle güzel bir EV ki kapısı kimseye kapalı değil, taşlar, ağaçlar, karıncalar bile orada kendilerine yer bulabiliyorlar... Kimseyi kurtlara yedirmeyen, kimseyi kuyulara atmayan bir kardeşlik diliyle konuşuyor Hocamız. Kimseden vazgeçmiyor. Derelerin başını, bendeniz gibi odun parçalarını saman çöplerini kıyıya çekip çıkarmak için bekliyor gece gündüz... Allah"ın harflerini dinliyoruz onun ders masasında, Allah"ın kelimelerini yazıyoruz sonra defterlerimize, içimden çok dua ediyorum dinlediklerimi unutmamak ve hep hatırlamak için. Çocukluğumdan beri karanlıktan korkarım, her ayet bir mum yakıyor içimin karanlıklarına... Atıldığım kuyu aydınlanıveriyor perdah perdah... Hocam, küçücük elleriyle yakamı paçamı düzeltiyor okuduğu her ayetle. Her yerden atılıp kovulurken itilip kakılırken hayret! Onun yanına sığışabiliyorsunuz mesela...
Tüm hata ve günahlarınıza rağmen, inşallah bir gün düzeleceğinize dair bir umuda kapılıyorsunuz Kur"an-ı Kerim"in sözünü dinlerken. Rabbinizin sizden asla vazgeçmediğine, sizi hiç unutmadığına, sizi sevdikleri vesilesiyle tutup kolladığına dair büyük bir umuda kapılıyorsunuz. Kendinizi bir türlü sevmeseniz de, sizi sevenlerin tahammül ve emeğinden utanarak, Yarabbi ne olur beni affet, bana yardımını gönder, ne olur beni de razı olduğun Müslümanların arasına kat, diye dua ediyorsunuz...
"Allah"a çağıran, doğru ve adil olanı yapan, "Şüphesiz ben Allah"a teslim olanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kim vardır?" (Fussilet, 33) İşte benim canım hocam, bu ayetteki güzel sözlülerdendir. Allah onun hizmetine bereketler versin, Allah onun yolunu açık etsin... Bir gün yolunuz Kıztaşı"ndaki Araştırma ve Kültür Vakfı"na düşerse, kapısı her daim herkese açık olan bu Ev"de siz de sımsıcak bir kardeşlikle karşılaşacaksınız eminim!
Vakit