H. Karakaya: Sabah Röportajı Eksik

H. Karakaya: Sabah Röportajında Çıkmayan Şeyler Var

Sabah’taki röportaj... “Koca 2 sayfa”ya sığmayanlar!

Her zaman söylerim ya; kimin "ne söylediği" değil, başkalarının "ne anladığı" önemlidir... Aynı şekilde; senin "nasıl göründüğün" değil, "nasıl gösterildiğin" önemlidir...

Sen, aslında "duygusal" bir insansındır ama seni "sert, acımasız, radikal" gösterirler!..
Sen, aslında "uysal" bir insansındır ama "kavgacı" gösterirler!.. Bir süre sonra, işler çığırından öyle çıkar ki, "yafta"lar üzerinize yapışır kalır!.. İstediğiniz kadar, "Ben bildiğiniz gibi değilim" deyin, katiyyen dinletemezsiniz!..
Benim de öyle oldu... Sabah gazetesinden Şirin Sever hanım, "2008'in ilk röportajı"nı benimle yapmak istediğinde, önce reddettim... Çok ısrar edince kıramadım...
Benimle röportaj yapmak istiyordu, çünkü; ben bu camianın "en sert, en kavgacı kalemi" idim...
İstediğin kadar "değilim" de!..
Demek ki, "oradan" öyle görünüyor!..
Uzatmayalım... Şirin Sever'in sorularına verdiğim cevaplar ve Erkan Sevenler'in çektiği fotoğraflar, Pazar günü "iki tam sayfa" halinde yayınlandı Sabah/Pazar ilâvesinde.
Ne var ki, "iki saatlik konuşma"da söylediğim bazı sözler ve verdiğim bazı örnekler, "koca 2 sayfa"ya sığmamış olmalı ki; "sert"liğimin, "kavga"cılığımın, “argo kelimeler”in ve hatta “sövgü” olarak algılanan bazı ifadelerin neden ve nereden kaynaklandığı biraz müphem kalmış!..
Bunları açıklığa kavuşturmalıyım ki, meramım tam olarak anlaşılsın!..
10 EKİM TARİHLİ O YAZI
Bana "sert" diyorlar... Bana "küfürbaz" diyorlar!.. Benim "argo kelimeler" kullandığımı söylüyorlar!..
Doğrudur... Zaman zaman kullanıyorum!..
Ama, "niye" kullanıyorum?..
Ve "kime karşı" kullanıyorum?..
Ya da, "onların kullandıkları" ifadeler yanında, benim "sövgü"lerimin, benim "argo"larımın lâfı olur mu?..
Meselâ, şu ifadeler:
"Bir kadın var orada(...) Bu, büyük ihtimalle bir fahişe!!! Öğrenci değil, buraya getirilmiş bir fahişe!!! Bunlar kevaşe, kevaşe!!!.. Bunları odunla döveceksin!!!.. Bu aşağılık köpek sürüsüne az bile yaptıkları!!!.. Bunlara rot balans ayarı lâzım!!!.. Bunlara 200 milyonu bastır soyunsunlar, 300 milyonu ver başka şey yapsınlar!!!"
Bunları söyleyen Fatih Altaylı... Evet; 8 Ekim 1999'da Radyo-D'de söyledi... Sırf "başörtülü" oldukları için "okuma hakları gaspedilen" ve yaptıkları protesto gösterisinde "7.4 yetmedi mi" pankartı açan "kız"lar için söyledi...
Ben de, 10 Ekim 1999'da "ağır bir cevap" verdim kendisine!..
Söyleyin Allah aşkına;
Altaylı’nın kullandığı "fahişe, kevaşe, aşağılık köpek" ifadeleri bir "hakaret", bir "sövgü" değil midir?..
Ne yani;
Bu ifadeleri Fatih Altaylı gibiler yazıp söyleyince "argo, küfür ve provokasyon" olmuyor da, Hasan Karakaya yazınca mı oluyor?..
Ha, şunu da söyleyeyim;
O yazımda kullandığım; "Sen, ananın rahminden değil, anüsünden çıkma bir necasetsin" ifadesi de; tamamen "Fatih Altaylı'nın yazısından alınma"dır!..
Evet, “Fatih Altaylı’ya; Fatih Altaylı’nın ifadeleri”yle cevap verdim!.. Yani, bunlar "sövgü" ise, bunlar "hakaret" ve "argo" ise, "mucit"i tamamen Fatih Altaylı'dır!..
Ama, görüyorsunuz işte;
O kullanınca "yazı" oluyor, ben kullanınca "küfürbaz" oluyorum!..
"ÇEMKİRME"NİN MUCİDİ BEN DEĞİLİM
Dedim ya;
"Ne olduğun" değil, "nasıl gösterildiğin" önemli!..
Bu vesileyle, bana sataşmakla “meşruiyet”ini pekiştiren Ahmet Hakan'a da bir kanat çırpıp, başka bir konuya geçmek istiyorum.
İtiraf edeyim; "çemkirme" tabiri de Ahmet Hakan'a aittir... Yanılmıyorsam Vatan yazarı İclal Aydın için kullanmıştı o sözü!.. "Çemkirip durma" demişti bir yazısında!..
İşte ben, bu "çemkirme" tabirinden hareketle; hani "sunucu"lara, Türkçe okunuşuyla "ankırmen" derler ya, Ahmet Hakan için "çemkirmen" demiştim bir iki yazımda!..
Ne oldu, bilin bakalım?..
Bizzat Ahmet Hakan, evet "çemkirme" ifadesinin mucidi Ahmet Hakan; beni "küfürbazlık"la itham ederken, "ona buna çemkirme diye saldırdığımı" yazdı, iyi mi?..
Ulan, mucit sensin, şikayet eden sen!..
Bu, ne iş böyle!?!..
Merak ediyorum;
Dün "söylediğini" bugün "unutuyor" mu acaba?..
.............
Şirin Sever hanımın sorularına verdiğim cevapta, işte bunları söylemiştim... Eğer benim yazdıklarım küfür ve argo ise, "küfür ve argo ustalarım"ın Fatih Altaylı ve Ahmet Hakan olduğunu söylemiştim!..
Ama, "2 koca sayfa" dar gelmiş olmalı ki, bunlar yer almamış o röportajda!..
Almayınca da;
"Küfürbaz" olan ben oldum, iyi mi?..
Oysa, "benim ustalarım" onlar!..
Evet, "argo" ifadeler kullanıyorum...
Ama, hani; "boynuz kulaktan sonra çıkar, kulağı geçermiş" ya; ne yalan söyleyeyim Fatih Altaylı da, Ahmet Hakan da, "küfür ve argo"da beni geçtiler!..
Ben, "boynuz"ların yanında "kulak" kaldım!.
Herhalde anladınız meramımı...
"Ustalarım"ın kimler olduğunu öğrendiniz!.
Ama, biliyorsunuz;
Onlar, "Nişantaşı çocukları" olarak, ortalıkta dolaşıp, "kibar, beyefendi" muamelesi görürken, benim adım çıktı dokuza, inmez sekize!..
Ehh, ne yapalım; sağlık olsun!..
EVİMİ BASIP, HACZE KALKTILAR!
Gelelim şu "tazminat" meselesine... Şirin Sever hanımın, "Fatih Altaylı ile kavgamız" konusundaki sorusu üzerine, Altaylı'nın, beni "kalem"iyle değil de, "tazminat silahı" ile vurmaya kalkıştığını da söylemiştim... Fakat, herhalde "yer darlığı"ndan olsa gerek, o söylediklerim de yer almamış sayfada!..
Evet, 10 Ekim 1999 tarihli yazım üzerine, Fatih Altaylı tazminat dâvâsı açtı!.
Hayır, duruşmalara katılmadım!..
Çünkü, "yazdıklarımın arkasında"ydım...
Gidip de, hakime ne diyecektim ki?..
Uzatmayalım... O dâvâyı kaybettim...
Yanılmıyorsam "2 milyar lira"ya mahkûm olmuşum!..
Olsun... "Başörtülü"lere feda olsun!..
Çıkıp da, "hiç kimsenin kalem oynatmadığı" bu saldırıya "Fatih Altaylı’nın anladığı dilden cevap" verdim ya, onun şerefi yeter bana!..
Fatih Altaylı ve avukatları, "tazminat cezasını tahsil" için, epey uğraşmışlar!..
Ama, benim haberim olmadı!..
Aradan "tam 7 yıl" geçtikten sonra bir gün eşim aradı:
"Eve geldiler" dedi;
"Fatih Altaylı'nın avukatı ve bir haciz memuru!..
Buzdolabı ve çamaşır makinesini götürecekler!"
Düşünebiliyor musunuz;
Sık sık "beni" ve "adresimi" bulamadığından dem vuran Fatih Altaylı'nın avukatları, "evimi" bulmuşlar!..
Gelmişler, evdeki "çamaşır makinası" ve "buzdolabı"nı götürecekler!.. Götürmek için kamyonet bile kiralamışlar!
"Verseydin" dedim eşime;
"Belki evinde çamaşır makinası ve buzdolabı yoktur zavallının!.. Verseydin!.. Sadaka niyetine verseydin!"
Ama, eşim; hukukçularımızla konuşmuş... Sonunda, "Fatih Altaylı'nın yana yakıla peşine düştüğü" tazminat miktarını ödemişler!..
Aslında, iyi de oldu!..
Fatih Altaylı, o günlerde "işsiz"di...
Kimbilir, belki de "paraya ihtiyacı" vardı...
Ya da "4x4 cipinin benzini" kalmamıştı!.. Verdik, gitti!
Pardon, gitmedi!..
Bir başka dâvâdan dolayı, Altaylı'nın avukatları, şimdi "bana ait bir mal veya gayrımenkul" arıyorlarmış!..
"Tapu'dan birileri"ni ayarlamış olmalılar ki; Balıkesir/Ayvalık'ta benim üzerime kayıtlı(!) bir "ahır" bulmuşlar... Şimdi, orayı "haczetme"nin peşindeymişler!..
"Ayvalık'ta oturan Hasan Karakaya" adlı vatandaşa yazık!.. Adamcağız, "ben o Hasan Karakaya değilim" deyip de, kendini ispat edene kadar, herhalde epey ter dökecek!.
Ya da, evimi yeniden basacaklar!..
Gelsinler!.
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya'nın varisleri tarafından "haczettirilen" evimde, bakalım ne bulurlar?..
BÖYLE BİR HALET-İ RUHİYE!
Görüyorsunuz ya;
Aradan “7 yıl” geçmesine rağmen, ne “kin”leri sönüyor, ne “öfke”leri!..
Oturup da “köşelerinden cevap” vermek yerine, “mahkeme”ye koşuyorlar.. Davayı kazanıp “eşya haczetmek” için “ev basmaları” da cabası!..
Sonra da ortaya çıkıp “yazar” geçiniyorlar!..
Yanlarında “kalem” değil, “haciz memuru” taşıyorlar!..
Şimdi, elinizi vicdanınıza koyun ve cevap verin;
“Sövgünün mucidi” kendileri... “İcat ettikleri küfür”le cevap verildiğinde soluğu “mahkeme”de alan kendileri... “Haciz memuruyla ev basan” kendileri!..
Ama, adı çıkan Hasan Karakaya!..
Hadi, gelin de bu şartlar altında “sert” olmayın!..
İşte bunları söylemiştim Şirin Sever’e... Ama, dedim ya; bu ifadeler “2 koca sayfa”ya sığmamış!..
Tıpkı, “Yahudi düşmanı” değil, “İsrail’in düşmanı” olduğumu ifade için Şeyh Ahmet Yasin gibi “tekerlekli sandalye”ye mahkûm “felçli bir ihtiyar”ın, hem de “İsrail Bakanlar Kurulu’nun kararı” ile ve “füzeyle” vurulduğu sözlerime de yer bulunamadığı gibi...
Ama, nihayetinde “güzel bir röportaj” oldu..
Şirin Sever, “dersini iyi çalışmış”tı!..
Son derece “hazırlıklı”ydı!.. Tebrikler!..
--------
Cem Ertürk
Doğanlar büyüyor, büyüyenler ölüyor... İşte Cemalettin Cem Ertürk de öldü... Şöyle bir geriye baktım...
Tam 26 sene... Dile kolay, çeyrek asırlık bir geçmiş!..
1980’de Milli Gazete bünyesinde tanışmıştık...
Sonra, bir süre Türkiye gazetesinde birlikte çalıştık..
Sonraları TGRT’ye film falan çekmeye başlamıştı.
Çok yönlü bir insandı...
“Hareketli” ve “pratik”ti... Söylenenlere, kesinlikle kulak asmaz, “Biz işimize bakalım” derdi...
Dün duydum ki, “solunum yetmezliği”nden vefat etmiş... Beş yıldır “sigara” içmiyormuş ama, demek ki “akciğer” iflas etmiş!..
60 yaşındaydı...
Geride “iz” bırakan bu meslektaşıma, bu arkadaşıma, bu kardeşime Cenab-ı Hakk’tan rahmet ve mağfiret, ailesine ve sevenlerine sabırlar niyaz ediyorum...
Mekânın Cennet olsun kardeşim...

vakit

Medya-Makale Haberleri

Abdurrahman Dilipak :Biyolojik bir savaşın içindeyiz
Abdurrahman Dilipak: Emekli olmanın dayanılmazlığı üzerine
Ali Bulaç yazdı: Davutoğlu'nun İslami camia ile toplantısı, Suriye'de Esad'ın devrilişi...
Abdurrahman Dilipak: Yeni salgınlar kapıda!
Ahmet Turgut: Filistin’i hem Siyonistlerden hem Allah’tan korkanlar değil, sadece Allah’tan korkanlar kurtaracak