Ya da “Post Truth Age” mi demek istediniz yoksa?
Böyle bir tanım yok. Hakikat, “Hakk’a ait bilgi” olarak tanımlanır. “Allah’a ait bilgi”den öte bir bilgiden söz etmek mümkün değildir.
Zaten batıda HAK kavramı yok. İngilizcedeki “Truth” kelimesi “Hakikat” değil “Sahih, kaynağından alınmış, doğrulanmış doğru bilgi” anlamına gelir.
“Beyaz yalan” diye bir şey uydurduk ve insanlar bu şekilde birbirini kandırmaya devam ediyorlar.. Bana, “Nasılsınız” diye sorduklarında, ya “Elhamdülillah” derim ya da “Layık olduğumdan daha iyi” derim.
Çoğu insan kendi yalanına / günahına bir bahane, bir gerekçe buluyor. Ama başkalarının yalanına / günahına karşı itiraz ediyor gibi gözüküyor.. İnsanlar güzele güzel de demiyor, güzel kendilerine ait olmayınca! “Egosantrik / benmerkezci” bir dünyada yaşıyoruz sanki.
Aslında burada hakikat ile gerçeğin arasındaki farkı fark edememizden kaynaklanan bir sorun var. Gerçek, belli bir zamanda belli bir mekânda, belli bir bireyin, belli bir olay karşısında ortaya koyduğu tepkisel davranış sürecinde zihninde oluşan algıyla ilgili bir şey. Sonuçta rölatif. O bireyin geçmiş edinimleri, hobileri, fobileri, inancı, gözlemleri, çevresel faktörler sonucu oluşan davranışsal ve düşünsel bir durum söz konusu. Hakikat ise anlaşılmaya, yaklaşılmaya çalışılan Hakk’a ait olan, “Hakkal yakin” bir bilgiyi ifade ediyor. Onun için “Post….” şeklinde tanımlanamaz. Çünkü ondan ötesi yoktur. Mesela Gerçeğin ötesi var. Gerçeğin üstü var. Sürrealizm ya da post realizm diyoruz buna. Şimdi “sanal gerçeklik” diye bir şeyden söz ediyoruz. Hatta “Artırılmış gerçeklik” diye bir şey daha var. Dahası uzaktan beynin algılama mekanizması üzerinde yapılan oynamayla oluşturulan operasyonlar söz konusu. Beş duyuya da gerek duymayan doğrudan “Bio resonance” yöntemi ya da “Subliminal mesaj”larla oluşturulan bir gerçeklik algısı var. Yani “Algısal gerçeklik” söz konusu.
2016 yılında Oxford Sözlüğü “hakikat sonrası” diye tercüme ettikleri (post-truth)’u yılın sözcüğü seçmiş.. Bu yanlış aynı şekilde kullanılmaya devam ediyor.
“Post Truht” tanımı 2004 yılında Amerikalı araştırmacı yazar Ralph Keyeskitabının kapağında kullanmış. Keyes, aldatma ve yalanın yaygınlaşması ve dürüstlükten kopuş şeklinde ortaya çıkan etik ve moral bir sapmadan söz ediyor.
Yalan ve aldatma nasıl gündelik toplumsal refleksler haline geldi? Birinin yalan söylediğini bile bile neden onu onaylarız? Nasıl oldu da kamuoyunu gerçeklerden çok kanaat ve duygular belirlemeye başladı? Herkese demokrasi ve insan hakları dersi vermeye çalışan batının engizisyonları, 100 yıl savaşları, Kızılderili katliamı, Afrika’daki köleleştirme operasyonları, yakın zamanda yaşanan Ruanda katliamı, Afganistan, Irak ve Mısır’da yaşananlar. Batılıların çıkarları doğrultusunda saptırılan gerçekler. Dolar vurgunu ve Trump dönemi saçmalıkları, bilim adına, tarih adına uydurulan yalanlar. Sanat adına yapılan saçmalıklar. Evet, taşların toprağa bağlanıp köpeklerin sokağa salındığı bir dünya!
Evet, devletler yalan söylüyor. Okullarda yalan bir tarih okutuyoruz. Neden dürüstlük geçer akçe değil. Hani şu bizim “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” sözünün arkasındaki gerçekleri sorguluyor Keyes. Bugün neden yalanın geçer akçe olmaya başladığını sorguluyor. Neyi kaybettik ve bu gidiş nereye!
Keyes diyor ki, “Zeki insanlar olarak tanınan kişiler, bir olaydan suçluluk duymadan paçayı kurtarabilmek için gerçeği örtbas etmek için gerekçeler uydurmakta bir sakınca görmüyorlar. Ben işte bu kavramla buna dikkat çekmek istiyorum”.
Evet, moda olan akım bu: “Gemisini kurtaran kaptan”. “Gayeye giden her yol meşru” olunca, çalınan minareye bir kılıf bulmak gerekiyor tabi.
Burada “Truth”un “Hakikat” olarak tercümesi doğru değil. Tevatürle, geleneksel yoldan bize ulaşan ve tecrübelerle doğruluğu kanıtlanmış bilgiye Truth deniyor. The real, fact, reality, right, sooth bu anlamda kullanılıyor. “The true” şeklinde ifade edilen anlamda kelimenin başına “The” eklenerek, aslında tek başına “Truth”un ifade ettiğinden daha fazla anlam ifade eden bir tanımın söz konusu olduğunu anlıyoruz ki bu da kastedilen mananın Türkçe karşılığının “Hakikat” olmadığını gösteriyor bize.
Bazıları bu kelimenin karşılığı olarak “doğruluk” kelimesini kullanıyor. Bunun eş anlamlıları ise Accuracy, correctness, truth, righteousness, precision, integrity şeklinde ifade ediliyor İngilizcede. Arapçada Truth aṣ-ṣāḥḥ الصاحّ “sahici, doğru, sahih doğruluğu doğrulanmış, teyid edilmiş, sağlaması yapılmış” anlamında kullanılıyor..
Sözün doğrusu “Doğruluktan sapma”, “Doğru ötesi” olsa gerek. “Yalanın egemen olduğu bir dünya”dan söz ediyoruz sonuçta. Bu aynı zamanda “Şeytanın egemenlik iddiası” olan bir dünyadır. Birçok hükümet, basın, kültür kurumları, STK, İstanbul sözleşmesinde gördüğümüz gibi yasa yapıcılar, bu yöndeki yasama faaliyetleri, yürütme, yargı, STK hangi “gerçeklik düzlemi”nde hareket ediyor. Eğitim kurumları kime, neye hizmet ediyor büyük ölçüde. Sonuçta imtihan oluyoruz. Yapıp yapmadıklarımızla ya da söyleyip söylemediklerimle ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla taşıyoruz, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşıyoruz.
Bir medeniyet inşa edeceksek, kelimeleri kullanırken çok dikkat etmemiz gerek. Kelimelerin etimolojisi, ıstılahtaki karşılığı, folklorik olarak kazandığı anlam, terimsel ve kavramsal derinliği, yüklenen anlam, galatı meşhur tanımı ile çok yönlü olarak ele alınmalıdır. Aynı kelime tarihte, halk arasında, siyasi anlamda, örfi olarak ya da dinde farklı anlamlarda kullanılıyor olabilir.
Maalesef bugün iletişim, bilişim, bilgileşim, medya arasındaki ilişki ve çelişkiyi bile bilmiyoruz. “Maarif” ya da “Arif”, “İrfan”, veya “Tearüf etmek” ne demek, bunun dinde ve gelenekteki karşılığı nedir mesela?. Mektep, müderris, muallim, talib ne demek, L’ecole, lycée ne demek? Rektör, dekan kime denir? Birçok şeyi yeniden düşünmemiz gerek.
“Dil” ağzımızdaki tad alan ve konuşmamızı sağlayan bir organ olmasının yanında (ki hayvanların da dili var ama haberleşseler de bizim gibi konuşamazlar) dil aynı zamanda “lisan” anlamına gelir. Yine dil 3. olarak “Kalp” anlamına gelir.
Mesela “insan hayevan-ı natıkadır” denir. Bu ifade ”insan düşünen hayvandır” demek değildir. Bunun anlamı “Düşünen canlı”dır demektir. “Hayvan da canlı, o halde insan da hayvandır” gibi bir akıl yürütme batıldır. “İnsan iki ayaklı yürüyen bir canlıdır” derseniz, o zaman “Tavuk da insandır” demek gerek bu akıl yürütmeye göre. Her sakallı babamız ya da dedemiz de değildir zira!
Birçok şeyi yeniden düşünmemiz gerekiyor. Söz konusu olan bir medeniyetin ihyası ve inşası ise önce kelimelerden başlamamız gerek. Dilimiz işgal altındaysa geriye fazla bir şey kalmamış demektir. Selam ve dua ile.