1969 yılında Mücadele Birliği'ne girdim, genelde yayın hizmetlerinde bulundum. Yeniden Milli Mücadele, Pınar, Bayrak gibi yayınlarda yazı yazdım, yöneticilik yaptım.
1978'de ayrıldım.
Ayrılırken itirazlarımdan birisi şuydu:
-Bizim teşkilatımızda genelde yukarıdan aşağıya denetleme yapmak mümkündür, insanlar yargılanır, ihraç edilir. Peki ama yukarıdaki birisi yanlış yaptığında denetleme nasıl olacak? Bizde Hazreti Ömer'in hutbede hesap vermesine benzer bir denetleme sistemi olmayacak mı?
Ben, bu ve benzeri sorularıma şiddeti son derece yüksek bir tepki aldıktan sonra, ayrıldım.
Ayrılınca, tüm teşkilata bana karşı tecrit buyruğu verildi. Kimse benimle konuşmayacaktı. Dün birlikte çalıştığım arkadaşlarım dahil. Bu emre uyan çok yakın akrabalarım oldu.
Ancak bazı arkadaşlarım bu emre uymadı ve onlar da "benimle konuşmak" suçundan dolayı ihraç edildi. Sonra ihraçlar en tepelere kadar uzandı, insanlar dün "Abi" dediklerine bugün hain gözüyle baktılar ve Mücadele Birliği bitti.
Örgüt işi böyledir. Bereket bizde "infazlar" ihraçla sınırlı kaldı.
Öcalan'ın ifadesiyle 15 bin
Şimdi bir özel yetkili savcı, faili meçhuller çerçevesinde, bir anlamda "hakikatleri araştırmak" adına, PKK bünyesinde gerçekleşen infazları da araştırıyor.
Orada tüyler ürpertici "infaz" türleri anlatılıyor.
"Kazım" Kod adlı gizli tanığın anlattığı bir infaza Zaman gazetesi yer vermiş. İşte Öcalan'ın yakın arkadaşlarından olduğu ifade edilen Resul Altınok'un infazı:
"İnfazı Ali Haydar Kaytan yerine getirdi. Günlerce bir mağaranın tavanına baş aşağı astılar, edep yerlerine kamçılarla vurdular. Sonra çıkartıp kendisine bir mezar kazdırdılar. O, mezarı kazarken tek kurşunla vurup öldürdüler."
Kürt siyasetçi İbrahim Güçlü de, TBMM komisyonuna, "iç infaz"la yok edilenlere dair uzunca bir liste sunmuştu.
Mustafa Çamlıbel, Mehmet Uzun, Ali Kınacık, Mehmet Turan, Murat Bayraklı, Çetin Güngör, Abdullah Kumral, Dilaver Yıldırım, Mahmut Bilgili, Mehmet Çimen, Mehmet Şener, Hikmet Fidan, Kani Yılmaz...
Ümit Fırat diyor ki:
"Öcalan'ın kendisi iç infazların 15 bin olduğunu söylüyor. Öcalan'ı tahtından edebilecek insanlar, bir, iki, beş değil. Stockholm'ün orta yerinde salonda öldürülenler oldu. Avrupa, Türkiye, Bekaa her yerde oldu."
İç infazı içselleştirmek
Bu gerçeği, "Kürt aydını" diye nitelenen birçok insan biliyor. Hatta onların önemli bir kısmı da, tehdit alıyor, devletin sağladığı koruma ile geziyor.
Ama en azından bir kısmı, böyle bir "iç infaz" düzeni ile mücadele etmeyi göze alamıyor. Hatta bir kısmı, bunu olağan, hatta mücadelenin tabii bir uzantısı gibi görmeye başlamış.
Şerafettin Elçi, bilinir, teröre karşıdır. Ama Radikal'den Ezgi Başaran'a verdiği mülakatta bakın ne demiş:
"Ben PKK'nın öldürdüğü Kürtler'i izliyorum. Hepsi itirafçı olup ihanet edenlerdir. Kendi dışından ona muhalefet edenlere PKK dokunmuyor."
Ne bu?
Bence içe sindirme bu. Belli ki Şerafettin Elçi, kendince bir gerekçe üretip infazları içine sindiriyor. Ve bu da, kendi elinizle bir cinayet örgütünün her alanı kuşatır hale gelmesi sonucunu hazırlıyor.
Oysa her "iç infaz" sorgulansa, belki de her birinin arkasında "ihanet" değil, üst kadroların vahşi tutkuları görülecek.
Ben bir yazımda bu lider diktasına boyun eğmişliği, Dostoyevsky'nin Cinler'inde çizdiği "Erkel tipi"nin uzantısı olarak değerlendirdim. Bu yapı, bir terör örgütünde kolaylıkla vahşi cinayetlere yol açabiliyor. Bu açıdan bakıldığında Kürt sorununun bir boyutu da, bu örgüt terörünü sona erdirmektir.
bugün