Dün İstiklal Marşı’nın kabulünün yıldönümü idi, bugün Fulbright’ın kabulünün yıldönümü.
İstiklal Marşımızın özellikle şu satırlarını dikkatlerinize arz ediyorum: “Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl. / Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar; / Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. / Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar, / “Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar? /Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın; / Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. / Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın. / Kim bilir, belki yarın. belki yarından da yakın. / Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli: / Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli! / Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli / Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli / O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım; / Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım, / Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden naşım; / O zaman yükselerek Arş’a değer, belki başım.” Evet, bugünkü İstiklal Marşımız aynı İstiklal Marşı, ama ülkemize, milletimize kastedenler kılık değiştirip içimize sızdılar, içimizden birilerini kendi saflarına çektiler ve uluslararası sistemi arkalarına alıp, “Şehadetleri dinin temeli” olan iman’ımıza el uzatmaya başladılar. Fulbright, Montessori ve daha birçok burs, eğitim programı ile kapımıza gelip dayandılar. Dünya 5’ten büyüktür diyorduk ama, bu kez IMF, OECD, DSÖ, IMF, FED, LIBOR diye şapkalarını değiştirip yine geliyorlar. NATO, CENTO, RCD, dünün AET’si, AB olup geri geldi. İnsanımızı AİHM’e mecbur bıraktılar. İçeride darbeciler, dışarıda bize kucak açan darbecilerin ağa babaları. PKK da onların FETÖ de BÇG de. Tavşana kaç tazıya tut. Hani şu kontrollü bunalım stratejisi. Bir deli bir kuyuya bir taş atıyor, 40 akıllı 40 gün uğraşıyor çıkaramıyoruz.
Bakın adının başında “Milli” olan bakanlıkların isimlerinin başındaki “Milli”lik tam bir kandırmaca.. Bu bakanlıklar uluslararası sisteme dört koldan bağlanmış. Diğerleri bağımsız değil de “Milli” olanlar daha bir riskli. Yoksa özellikle Gıda-Tarım ya da Sağlık Bakanlıkları da büyük ölçüde uluslararası sistemin kontrolünde. Ekonomi de Maliye de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlıkları da.
“Ol mahiler ki derya içredir de deryayı bilmezler” misali, siyaset, bürokrasi ve akademya, media, uluslararası sistemin müdahil olduğu alanlarda gözüne at gözlüğü takar.
Bizim gibi ülkelerde, içişlerinden dışişlerine, aslında her bakanlık, büyük ölçüde uluslararası sistemin gözetimi altındadır. Bir yandan uluslararası ya da ikili sözleşmeler, öte yandan ekonomik anlaşmalarla birçok alanda yabancıların denetim ve yaptırımlarına açık hale getiriliyor sistem dışı ülkeler. Söz dinlemezseniz, darbe, terör, ekonomik kriz, siyasi kriz, toplumsal hareketler ve aleyhte kampanyalarla hedef ülkenin eli-kolu bağlanabiliyor. Ve tabii bir de derin devlet ya da kontrgerilla, özel harp denen devlet içinde gizlenmiş yapılar var.
Fulbright Programı, resmi kayıtlarda “Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ülkeler arasında kültürler arası ilişkileri, kültürel diplomasiyi ve kültürler arası yetkinlikleri bilgi ve beceri alışverişi yoluyla geliştirmeyi amaçlayan Amerika Birleşik Devletleri Kültürel Değişim Programlarından biridir” diye tanımlanıyor. Hani bağımsız bir ülkeyiz de “Milli Eğitim” de nasıl oluyor da ABD büyükelçisi, bu komisyonda yer alabiliyor. “Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu”, nam-ı diğer, “Türkiye-ABD Kültürel Mübadele Komisyonu” ben doğduğum yıl 1949 yılında James William Fulbright tarafından kurulmuş. Bu yapı içinde mesela 2015 Nobel Kimya ödülü sahibi Prof. Dr. Aziz Sancar’ın onuruna özel olarak düzenlenmiş bir doktora burs programı da bulunmaktadır.
Mesela Hubert H. Humphrey Programı, “kamuda kariyerlerinin ortasında, kamuya hizmet veren bir kurumda çalışan, liderlik özelliklerine sahip ve profesyonel gelişime açık yönetici, uzman ya da planlamacılara yönelik” bir programdır. “Milli” eğitim sistemimiz o günden bu yana Amerikalılara teslim edildi. ABD ile imzalanan ikili anlaşma uyarınca, 8 kişiden oluşan bir komisyon kuruldu ve bu komisyon hâlâ faal. Fulbright Eğitim Komisyonu sadece Türkiye’de değil, 155 farklı ülkede varlık gösteriyor. Ali Babacan ve Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu gibi birçok kişi bu burslardan faydalandı. Gazeteci, bankacı, sanatçı, akademisyen her meslekten, her görüşten kişiler var buradan geçen. Kuşkusuz bu programlardan geçen herkes mutlak anlamda onlara bağlı da değil. Onu da görmek gerek.
Fulbright bugüne kadar 18 ülkede 21 Cumhurbaşkanı ve Başbakan yetiştirmiş. Ve yüzlerce bakan, büyükelçi ve kritik görevlerde bulunan insan yetiştirmiş. Ve bu kuruluş bırakın diğer batılı ülkeleri, ABD’de de onlarcası bulunan programlardan sadece biri. Demirel’e “Morrison Demirel” denmesinin bir anlamı var. Deniz Baykal, 1963-1965 yıllarında Rockefeller Foundation bursu ile ABD’de kaldı... Ecevit de ABD bursu ile yetiştirilenlerden. Ali Babacan 1990 yılında Fulbright bursu kazanarak, ABD’ye gitti. Hikmet Çetin ya da Kemal Derviş de aynı yoldan geçtiler.. David Rockefeller, 2008 yılında bu yüzden Harvard Üniversitesi’ne 100 milyon dolar bağışta bulunmuştur. Bu burs mezunu isimlerden bazıları: Roosvelt, Kennedy, Bush, Rockefeller, Kisinger, Dean Acheson, Ağa Han, Tayyibe Gülek ve daha birçok isim.
Batılılar için Türkiye, Tanzimat’tan bu yana “oltaya takılan balık”tır. Ve tabii “oltaya takılan balık da yem istemez”. “Hayır” da diyemez! 1975’de Uluslararası Kalkındırma Örgütü uzmanı Richard Podol, Türkiye raporunda, “20 yıldan beri Türkiye’de faaliyette bulunan programlarımız meyvelerini vermeye başlamıştır. Önemli mevkilerde Amerika’da eğitim görmüş Türklerin bulunmadığı bir Bakanlık ya da bir İktisadi Kamu Kuruluşu hemen hemen kalmamıştır. Bunlar bulundukları örgütte ‘ileri itici güç’ özelliği taşımaktadır. Genel müdür ve müsteşarlık mevkilerinden daha üst görevlere gelmeleri sözkonusu. Geniş ölçüde Türk idarecilerini bilgilendirerek, bu bilgileri tavizsiz savunabilmeleri için desteklenmeleri gerekir. Daha çok orta kademe yöneticiler üzerinde durmak gerekir. Bu grubun yakın gelecekte yüksek sorumluluklar mevkilerine geçecekleri düşünülürse, bütün gayretlerin bu kimseler üzerinde toplanması daha doğru bir tercih olacaktır.” Aslında CoVID sürecinde Bill’in adamları’nın motivasyon kaynağını anlamak için bu bilgi önemlidir.
Truman doktrini, Marshall yardımı, Barış Gücü, FETÖ, BÇG, CIA, PKK birbirinden farklı gibi görünen birçok yapı, aslında aynı derin yapıya hizmet ediyor.
Aslında Modern Türkiye’nin oluşumunda ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Vatikan ve İtalya’nın rolü büyüktür. Bill Gates’in babasının dediği gibi “Amerikan hayat tarzının yayılmasında bugünkü bilimsel tıp eğitimi misyonerlikten çok daha etkili bir araçtı. Bu sebeble vakfın faaliyetlerini seküler bir misyonerlik çizgisinde ama aynı azimle yürüttüğümüzü söyleyebiliriz”. Bill’in adamlarının; DSÖ, FDA takıntısı, PCR testi, maske mesafe, musluk 3’lemesinin arkasındaki derin sadakatin kaynağı böylece daha iyi anlaşılmıştır umarım. Selâm ve dua ile.