İnsan çok zayıf, kibre kapılınca Rablik bile tasladığına bakmayın. Çabuk umuda kapılıp, çabuk umutsuzluğa düşüyoruz. Korkuveriyoruz. Doğru olan ise korku ile umud arasında bir yerde durmak.
Her şey geçici, insan, fikir, tarih, devletler.. Baki olan sadece Allah’tır!
Biz aklımızın sınırlarını aşan bir genişlik içinde, sadece 20 km’lik bir oksijen balonu içinde yüzen akvaryum balıklarına benziyoruz. Orada da rahat durmuyor, hem kendimize, hem çevreye verdiğimiz zarar yetmiyormuş gibi, bir de Allah’a savaş açmaya kalkıyoruz.. Bu minicik akvaryuma ne kadar çok sınırlar çizdik ve kendimizi ne kadar önemsiyoruz..
İnsanlar gidişattan kaygılı. İnsan insanın kurdu oldu. İnsan insandan korkuyor. Akvaryuma ne kadar çok silah doldurduk. Hani “öldürmeyecektik”.. Ekinleri talan ettiğimiz, hayvanları öldürdüğümüz yetmiyormuş gibi insanoğlu kendi dışındaki herkesle kavgalı ve onlara karşı ve onları yok etmek için planlar yapıyor. Ulus devletler ulus devletlere karşı, devletler devletlere karşı bloklar oluşturuyor. Devletler kendi içlerinde dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik, felsefi, vicdani kanaat farklılıklarına dayalı kamplaşmış, adeta birbirleri ile savaşıyorlar. 15 Temmuz’da ne oldu?. Darbelerde yaşananlar neydi. Bölgemizde yaşananlar. Din, dil, tarih, coğrafya, gelenek her şeyleri bir olan o kadar Arap devleti niye birlik olamazlar!? Bunu engelleyen sebebler ve sonuç! Utanç verici bir durum.
Ve insanoğlu kana doymuyor. Buyurun günümüze gelelim. Siyasilerin bitip tükenmek bilmeyen ağız dalaşları.. Troller, rüşvet, torpil, mikro milliyetçi yaklaşımlar. Eskiden “Kayseriliyim” deyince, şaka yollu “övünmek gibi olmasın ama” derlerdi. Şimdi Rizeli, Trabzonlu deyince toplum geriliyor. Tarikat, cemaat deyince de. Kim nereyi ele geçirirse başkasına bütün kapıları kapatıyorlar sanki. Hani adil şahidler olacaktık!. Müteahhidlik, mücahidliğin karşıtı bir kavram haline geldi. Bunun ne dünyaya, ne de ahirete faydası var. Bu mallar ve makamlar geldiği gibi gider. Çocuklarına servet değil, yoksulluk bırakacak onlar. Servetlerini bu anlayışla sürdürenlere gelince onlar günah ve kefaretlerini büyütmektedirler. Her şeyin bir sonu var ve her şeyin sonunda yapıp yapmadıklarımızın, söyleyip söylemediklerimizin hesabının sorulacağı bir gün var. Vay o güne kadar kendilerine fırsat verilenlere.. Şeytan onların ilki ve sonuncusudur. Kim onun peşinde ne kadar süre giderse azab o kadar büyük ulaşır ona. Onların soyu ateş ehli olurlar. Kurtuluşa erenlerin nebilere ve resullere yakınlıkları gibi, batıla sapıp, haksız mal edinenler, haksız makam sahibi olanlar, kibirle yürüyenler, rüşvet ve torpile bulaşanlar, fahşaya sapanlar da velileri olan Şeytana o kadar yakın olurlar.
Onlar bilsinler ki, “kem alat ile kemalat olmaz”. “Haram mal ve makamla hayır da olmaz”. Haram mal ise sağlık ve saadet de olmaz. Onların kıldıkları namaz, tuttukları oruç, verdikleri zekat, hacları ve kurbanları da onları kurtarmaya yetmez. Annenin çocuklarından kaçtığı günde hiçbir yardımcı da bulamazlar. Bugün o gün için herkesi kurtaracaklarını söyleyenler, kendilerini bile kurtaramazlar. Onlar dünya malı ve menfaati karşılığında hem kendilerini, hem de insanları kandırmaktadırlar. Onlar az bir ücret karşılığında din satmakta, insanları Allah’la aldatmaktadırlar.
Hal böyle iken ve gidişat bu iken bu olmakta olanlara bir anlam vermek zor. “Verilen sözler tutulmalı” diyeceğim ama, geç kalındı sanki. Yine de kendi nefislerinin üzerindeki manevi baskıyı azaltmak için “söz verdinizse sözünüzde durmalısınız. Ne bakanlıklarda bir değişiklik oldu ne müşavirliklerde. Ne üst bürokraside. Ne parti teşkilat ve üst yönetiminde. İnsanlar yoruldu. Aynı durum CHP için de sözkonusu. Siyaset pazarında hemen herkes Erdoğan, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli sonrasını konuşuyor.
Beştepe’de politika kurulları olacaktı, politika kurullarından ses yok. Hani bunlar toplumun nabzını tutacaktı!. Bir sürü kurul var. Sonuç ortada. Kocakarı “minare eğri” diyorsa, Sinan minareyi düzeltir.
Siyaset ahlakı yerde sürünüyor. AK Parti ağzı ile kuş tutsa, bir CHP’li buna “evet” demez. Bir CHP’li de doğru bir şey söylese bir AK Partili buna destek vermez, veremez. Uzlaştıkları konular “İstanbul sözleşmesi”, CEDAW gibi konular. Siyaset bizim geleneğimizde “Maslahat” yani sulhetme sanatı olarak bilinir, ama manzara ortada. Ne sulhu! Kavga sebebi. Yalan, iftira, tehdit.. Kimle sulh? Önce Hak ile sonra halk ile. Akılla vijdanı barıştıracaksın işe başlarken ki, insan insanla barışsın ve sonra insan tabiatla barışsın ki, bu 3 barış insanı Allah’la barışa götürsün. Değilse siyasetçi Allah’la savaştadır! Onlar bilsinler ki “La galiba illallah!”
Diyorlar ki, “artık kabine değişikliğini yazmıyorsun.” Niye yazayım ki! Yine bir dedikodu dolaşıyor, sınırlı bir değişiklik olacakmış, bazı bakanlar da yer değiştirecekmiş. Geç kalındı, geç! Hem de çok geç. Korkulan şu: Ya gelen gideni aratırsa! Tabanda mutlaka değişmesi gereken isimler var. Onlar değişmezse, diğerlerinin tümü değişse yine halkın beklentisi karşılanmış olmaz. Bütün siyasi partilerin genel başkanları için söylüyorum: Halk eski taahhütler yerine gelmeyince yeni taahhütlere artık itibar etmiyor. Siyaset halk nezdinde “yalan söyleme sanatı”na döndü. Siyasetçi bindiği dalı kesmeye devam ediyor. Siyaset, itibar ve irtifa kaybederken kim kime nasıl itibar kazandırır ve irtifa sağlatabilir ki! Siyasetçi “kendisi himmete muhtaç bir dede” haline geldi. “Nerde ki gayrıya himmet ede”.. Cemaat, Media, STK, Adalet, İlim, hepsinin suyunu çıkardık. Ölü yüzü pudralar gibi, sayılar üzerinden “Tekasür” yapıyoruz. Böyle değil diyorsanız, bunu halkın anladığı dilden, anladığı şekilde anlatacaksınız. Bu medianın dili bu değil. Kendi anlatmak istediğinin dışında bir algıyı ihanetle suçlayan bir akılla bu sorunu çözemeyiz. Siyasetçinin söylediği sözün anlamı, onu dinleyenlerin anladığı kadardır. Onların zihinlerinde şöyle ya da böyle oluşmuş “suali mukadderlere efradına cami ağyarına mani” bir şekilde cevap vermezseniz sorun, sözü dinleyende değil, söyleyendedir.
Siyaset vekalet müessesesidir. Medyanın kullandığı buyurgan dil keskin sirke misali kendi tabanına zarar veriyor. CHP’si, AK Partisi fark etmez. Siyasetçi de Media’nın bu diline malzeme üretiyor. “Media’nın dili” yaralı bilinçlerde ve gönüllerde “dil yaresi” oluşturuyor. Malum Media’nın fikri sefaleti ortada. Ekonomik ve Politik “tartışma” (!) programları trollerin şakşakçılık yaptığı yandaş “Ahbab çavuşlar”ın “al gülüm-ver gülüm” muhabbetine döndü. Kendi içlerinde bile bir renklilik taşımayan bu kişiler siyasi makyaj yapmaktan, toplum mühendisliği yapmaktan, politik misyonerlik yapmaktan başka ne iş yapıyorlar.
İmamı Birgivi’ye göre; Akrabalık geriye doğru 7 nesildir. Bu 7 nesilde hem anne hem baba tarafından tam 254 anne ve baba vardır. Bunların hepsinin ahlâkı, özü, nüvesi, karakteri, zerreler seviyesinde de olsa, nesilden nesile, az veya çok süzülerek bizlere kadar gelir. Bizim nefsimizin ahlâkının temelini oluşturur, sonra ergenlikle, kişi bu temeli alıp ya daha iyiye götürür ya da daha kötüye. Zaman, mekan, aile bütün bunlar genetik bir risk ya da imkan oluşturabilir. Bunları görüp bir karar vermemiz gerek.
Biz yaşadığımız zamanın, mekanın, havanın, suyun, toprağın ve güneşin çocuğuyuz. Ademoğluyuz. Bir ruhumuz, canımız, nefsimiz, aklımız var. Çevremizde Melekler, cinler ve Şeytanlar var. Kalabalık bir topluluğumuz. Bu etki alanlarından etkilenir, geçmişten tevarüs ederiz bazı şeyleri. Tarih bilmek, gelmiş- geçmiş zamanın bize tevarüs eden özellikleri gözden geçirmek için bir fırsattır. Atalarımızdan birinde bir yanlış varsa, oruç tutarak ya da sadaka vererek o yanlışın kendi nefsimizde kefaretini ödeyerek, onu reddettiğimizi ve nefsimizi arındırdığımızı kendi nefsimizde örgütlememiz gerek. Aynı şekilde bir güzellik varsa geçmişimizde, şükretmek için oruç tutmak, o yönde bu manevi mirası tevarüs ettiğimizi göstermek için o hayrı hatırlayarak sadaka vermemiz gerek. Atalarımızla övünmeyi-dövünmeyi bırakalım da, geçmişimizi, halimizi geleceğimizi bu anlayışla bir gözden geçirelim. Bu iş geçmişimiz için, bizim için gelecek nesillerimiz için rahmet vesilesi olacaktır.
Selâm ve dua ile.