2014 yılı 6-8 Ekim -hem de Kurban Bayramı günlerindeki- barbarlığı hatırlıyoruz, değil mi?
DAİŞ savaşçılarının saldırıları karşısında, Suriye sınırının öte yakasındaki Kobani’den Türkiye’ye üç gün içinde sığınan 200 bin insana, kucak açan ve onları barındırmak için çırpınan Türkiye rejimine karşı, S. Demirtaş, özellikle Güneydoğu’daki kürd halkına, protesto duygularını ortaya koymaları için sokağa çıkmaları çağrıyı yapıyordu.
O çağrı, herhalde Türkiye rejimine gösterdiği insanî hassasiyet dolayısiyle teşekkür için değildi.
Nitekim, o 3 gün içinde, başta Diyarbekir olmak üzere, Güneydoğu’ki birçok yerleşim biriminde, bazı vandallar, bazılarının kılık, kıyafetine, sakal veya takkesine bakarak IŞİD / DAİŞ tarafdarı kabul ettikleri kimselere canavarca saldırmışlar ve meydana gelen karışıklıklarda 53 insan hayatını kaybetmiş, ve onlara bir sembol olmak üzere, fukaraya kurbanın eti dağıtmakta olan Yâsin Börü gibi 15-16 yaşındaki bir çocuk bile üçünçü kattan sokağa atılıp üzerinden arabalar geçirilerek katledilmişti..
***
Demirtaş ise o cinayetlerin sorumluluğundan sıyrılmanın hukukçu kurnazlıklarına sarılmış ve ‘Biz sokağa çıkılıp protesto gösterilerinde bulunulmasını istedik ama kimseye etrafı yakıp yıkın demedik ki.. Bir takım kimseler bu gibi eylemlere karışmışsa, güvenlik güçlerinin vazifesi de onları engellemekti’ kabilinden açıklamalar yapmıştı.
***
Bunları niye mi hatırladık?
HDP EşBaşkanı aynı Demirtaş, 1 Mart günü, Diyarbekir’de operasyonların sürdüğü Sur ilçesindeki sivillerin desteklenmesi için halkın tekrar soğaka çıkmasını istediği için.. Demirtaş, ‘Bugün Sur’da yaşananların bütün ülkeye zarar verdiğini, kırılmalara yol açacağını Türkiye’nin görmesi lâzım’ diyor. Bunun görülmediğini sanarak..
Demirtaş, ayrıca operasyonların durdurulması halinde hendek siyasetine son verileceğine dair, arkasındaki itici güçler adına zımnen söz de veriyor!!
***
Şehirlerin sokaklarda hendek ve tünel kazıp akıllarınca Devlet’e boyun eğdireceklerini sanan, eline silah almış, yüzleri poşulu/ örtülü, ellerinde uzun namlulu silahlar ve kalın beton duvarları delip geçen roketlerle aylardır direnen bu silahlı unsurlara karşı, güvenlik güçlerinin onları etkisiz hale getirmekten başka bir çaresi mi var, Allah aşkına?
Ki, ellerinde silah belirlenememiş kimselere karşı ateş açılmaması için güvenlik güçlerine kesin emir verildiği defalarca açıklandı, en üst sorumlularca..
Ama Demirtaş ve arkasındaki şerr güç odakları, devlet’e boyun eğdirmek hesabıyla, kendi yandaşlarından yüzlercesini ölüme gönderiyorlar.. Düşünülsün ki, sadece Cizre gibi bir ilçede bile resmen açıklanan rakamlara göre, son iki ay içinde, silahlı PKK elemanı 650’den fazla kişi etkisiz hale getirilmiştir. Bundan ülke insanlarının bütününün sevinç duyduğu mu sanılıyor? Onlar, aynı ülkenin kandırılmış, nice şeytanî güçlerce taşeron olarak kullanılan vatandaşları.. Onların öldürülmesine sevinilmez; ancak acınılır?
Ama bir devlet düşünülsün ki, silah kullanma yetkisini ancak kendisi verir ve kendi izniyle kullandırır, bunun dışında silah kullananların etkisiz hale getirilmesi bütün dünyada kabul edilmiş bir durumdur. Eline silah alanlar, onun neticesine katlanırlar.
***
Demirtaş, bu kez, ortaya çıkması muhtemel bazı olumsuzlukların sorumluluğundan kaçmak için, taa baştan, kendisini sağlama alıyor ve ‘Protesto, bu demokratik bir haktır. Tek bir insanın canına, malına zarar gelmesine müsamaha etmeden bu demokratik hakkımızı kullanacağız. (...)diyor. Ve, ‘Sadece ablukanın kalkması yeterlidir’ şartını ileri sürerek, silah kullanan isyancı güçlerle aynı safta duruyor, onlar adına söz veriyor? Siyasetçi, silahlı isyancıların safında duramaz; durursa, yaptığı siyaset değildir.
Bu sözler Demirtaş’ı ve arkadaşlarını kurtarmaz; onlar kürd halkına da, ülkenin tamamına ve kendilerine de yazık ediyorlar.
***
Bu arada, Altan Tan’a da bir çift sözüm var, ne zamana kadar HDP’yi eleştirmekle yetineceksin ve onların arasında duracaksın?
stargazete