Irak Baas rejiminin 16 Mart 1988 tarihinde Irak Kürdistanı Halepçe kentine attığı kimyasal bombalarla 5 binden fazla çocuk, kadın, yaşlı kürdü katletmesinin yıldönümünde, Mazlum Kürd halkının acısını unutmadık, unutmayacağız.
Halepçe Katliamı, Kürt Halkının Tarihsel Mazlumiyeti ve Unutamadıklarımız..! (16 mart 2010 tarihli yazı)
Mısırlı yazar Merhum Fehmi Şinnavi'nin yazdığı bir kitaba verdiği isimde olduğu gibi, "Ümmetin Yetimleri" olan mazlum ve Müslüman Kürt halkı, bundan 22 yıl öncesinde Irak Kürdistanı Halepçe kentinde insanlık vicdanının hiçbir zaman unutamayacağı bir katliamla karşılaşmıştı.
Irak Baas rejiminin hegemonyasından kurtulan Halepçe, özgürlüğün baharını yaşamak isterken, gökten yağdırılan kimyasal bombalarla kadını-erkeği, bebeği-çocuğu ve genci yaşlısı ile, tarihin tüm cellatlarına taş çıkartan bir acımasızlıkla soykırıma uğratılmıştı"
Halepçe hiç unutulmadı, unutulmayacak da"
22 yıl sonrasında yine Halepçe'yi anarken, anmaktan geçemeyeceğiz birkaç noktayı aktarmak istiyorum"
Emperyalizm, siyonizm ve bölgesel Arap rejimlerinin ortak ittifakı, stratejik, lojistik, askeri ve mali desteğini arkasına alan Baas rejimi, 22 Eylül 1980'de yeni kurulmuş olan İran İslam Cumhuriyeti'ne topyekün bir saldırı başlattığında, İslam dünyasında, Baas saldırganlığı, cinayet ve katliamlarına karşı neredeyse en küçük bir tepki çıkmıyordu"
İran'ın 11 şehrini işgal eden, işgal ettiği bölgelerde halkı katliamdan geçiren, Abadan, Hürremşeh, Dezful, Ahvaz, Huveyze ve diğer bölgelerde hem katliam yapıp hem de bütün şehirleri harabeye çeviren baas güçlerine karşı, İslam dünyasından bir itiraz yükselmediği gibi, dolaylı olarak Saddam rejimine destek veren bir tavır içine de girmişti"
8 yıl süren savaş boyunca tarihin en barbar saldırgan ve katilleri sorgulanacağı yerde, aksine İran İslam Cumhuriyeti'ne yönelik suçlamalar öne çıkıyordu. Sanki savaşı başlatan, Irak şehirlerini işgal eden, Bağdat, Basra, Kerkük'ü harabeye çeviren, camileri, okulları bombalayıp çocukları katleden, masum ve savunmasız insanların üzerine bomba yağdıran ve kimyasal silahlarla soykırım yapan baas rejimi değil de, İran İslam Cumhuriyeti idi"
Irak Baas rejimi bir taraftan ABD, Rusya, Fransa ve Arap rejimlerinin desteğini arkasına alarak, diğer yandan da İslam dünyasının sessizlik ve tepkisizliğinden yararlanarak, katliam üzerine katliam gerçekleştiriyor, savunmasız günahsız insanlar toplu mezarlara dolduruluyordu"
30 yıl öncesine dönüp bakalım, İslam dünyasının aydınları, kanaat önderleri, yazarları, çizerleri bu katliamlara ne kadar tepki göstermişti..?
İran'da uzun menzilli füzelerle Tahran'daki Cuma namazı bile bombalanırken, diğer şehirlerde halk namaz sırasında kana bulanırken ses çıkarmayanlar, Halepçe katliamına da ses çıkarmamıştı"
Çünkü bu zalimce savaşta baas rejimine karşı konulacak bir tavır, İran İslam Cumhuriyeti'nin haklılığını ortaya çıkaracak, dünya Müslümanlarının baas saldırganlığı karşısında ortak hareket etmesini sağlayacaktı"
Ancak dünya Müslümanları "anlamsız savaş" "kardeş savaşı" söylemleriyle zulmün, saldırganlığın, tuğyan ve katliamların karşısında etkisizleştirildi, susturuldu"
Baas rejimine karşı Müslümanları tepki vermeye çağırmak bir yana, Bağdat'ta, dünya müslümanlarını Baas rejimi ile dayanışmaya girerek "iran Fars emperyalizmi"ne (!) karşı ortak hareket etmeye çağıran "Uluslar arası İslam Konferansları" bile düzenlendi" Hem de aşina olduğumuz bazı alimlerin öncülüğünde...
Baas cellatları ilk defa Halepçe'ye kimyasal bomba atmamıştı; bundan önce cephelerin bir çok bölgesinde atılan kimyasal bombalarla feci bir şekilde zehirlenip hayatını kaybeden, yaralanıp dayanılmaz acılara maruz kalan binlerce insan vardı; ancak bunların hiç birisi görülmedi ve ses çıkarılmadı"
Tarih 16 Mart 1988'i gösterdiğinde, ölüm ve zehir kusan savaş uçakları Halepçe'nin üzerinde bir kara bulut gibi belirince, o unutulmaz katliam gerçekleşecekti; ama yine ümmetin suskunluğu altında"
Anneler kucaklarındaki bebeklerle yerlere düşecek, bütün bir halk soluduğu zehirle yok olacaktı"
Ancak bu katliamları gerçekleştiren Baas rejimine karşı "susma orucu" tutan Müslümanlar, birlerce Müslüman kardeşinin o dayanılmaz mazlumiyetini suskun suskun izlemekle yetinecekti"
Bizler o sırada Şehadet adlı aylık bir dergi yayınlıyorduk" Derginin bir sayısını Halepçe katliamına ayırmış, Müştehir Karakaya kardeşimizin yazdığı "Halepçe" şiirini de o sayıda yayınlamıştık"
Bir de Girişim dergisi vardı; Halepçe katliamına karşı güçlü bir ses çıkarmıştı"
Ama Girişim dergisi için "Kürtlerin çıokardığı dergi" deyimini kullananlar, Şehadet dergisi için "İrancıların çıkardığı dergi" diyorlar, dolayısıyla iki noktadan kaybediyorduk" Yalnızdık"
Süleyman Dmirel'in 12 Eylül öncesinde söylediği "bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz" dediği gibi, bizler de birilerine Irak Baas Rejimi'nin "suçlu" olduğunu bir türlü detirtemiyorduk...
1989 yılında, Akın Organizasyon ile birlikte, Halepçe'nin yıldönümünde İstanbul Karagümrük'te Stad sinemasında Halepçe üzerine bir anma programı düzenlemiştik.
Bingöllü bir kardeşimizden o programda "Kürtçe" olarak bir şiir okumasını ve kürsüye kürt geleneksel kıyafetleri ile çıkmasını istemiştim. Bugün için çok olağan olan bu durum, o zaman için kelimenin tam anlamıyla "yasa dışı" olduğu için bunun bir de hukuki sorumluluğu olacaktı. Muhtemel tüm hukuki sorumluluğu üzerime alarak, o kardeşimizin programda Kürtçe bir şiir okumasını sağlamıştım"
Kardeşimiz şiiri hem Kürtçe hem de Türkçe olarak okudu" Programın Halepçe konulu olması dolayısıyla, İslami camianın dışından bir çok kişi de programa katılmıştı. Kürtçe şiirin okunması üzerine bir çoğu gözyaşlarını tutamamış, programın sonunda böyle bir programın düzenlendiği için tebrik ve teşekkürlerini bildirmişlerdi"
Nitekim o programa katılan Esenler Halk Evi derneği yöneticileri, aynı programın Halk Evi'nde yapılması talebinde bulunmuşlar, biz de elimizdeki materyaller ve Halepçe posterleriyle birlikte bir hafta sonrasında, sosyalistlerle birlikte Halepçe programı düzenlemiştik.. O programda en dikkati çeken nokta, bizim İslami kesimden olduğumuzu öğrenen kişiler, şaşkınlıklarını dile getirerek, İslamcıların bir Halk Evi'nde böyle bir programı düzenlemeleri konusundaki hayretlerini dile getirmesi olmuştu..
Evet gerçekten çok acı bir durumdu"
Çünkü İstanbul'da İslami camialar ve grupların Halepçe konulu program düzenlemek, Kürt halkının mazlumiyetini ele almak gibi bir gündemleri ve dertleri yoktu ki"
İstanbul ve Çapa üniversitelerinde Müslüman öğrencilerin düzenlediği Halepçe katliamını protesto eylem ve etkinliklerinde "Kürtçe slogan" ve "Kürtçe pankart" sorunu yaşanmış, Müslümanların büyük bir kısmı Kürtçe slogan atmak ve Kürtçe pankart taşımak konusunda olumsuz bir yaklaşım sergilemişlerdi" Aynen Şehid Şeyh Said'i anmak için düzenlenen istişari oturumlarda sergilenen yaklaşımda olduğu gibi"
1988 yılında İzmit'de düzenlenen "Filistin İntifadası ile Dayanışma Yürüyüşü ve Mitingi'nde Halepçe katliamını protesto amaçlı atılan solganların bazı müslümanlarda duğurduğu tepki gibi...
Temmuz 1988 tarihinde İran-Irak savaşı ateşkes ile sonuçlanınca, İslam dünyasından yavaş yavaş tepki sesleri yükselmeye başlamış, Kürtlerin mazlumiyeti, yalnızlığı ve sahipsizliği vurgulanmaya başlamıştı"
Çünkü artık, "Kürtler" bir propaganda malzemesine dönüşmüştü"
Öyle ki, 1991 Körfez savaşı sırasında baba Bush, Saddam Hüseyin'i "Halepçe'de sivilleri vahşice katletmek"le suçlamıştı. Sanki Saddam'a o silahları verenler kendileri değildi! Sanki, oğul Bush zamanında Savunma Bakanı olan Rumsffeld Bağdat'a gidip Beyaz Saray'ın Saddam'a sınırsız desteğini bildirmemişti..!
Ama artık Saddam şamar oğlanı olmuştu.. Kuveyt'e girmiş, Suudi Arabistan'ı da tehdit etmişti"
Meğer Saddam "Halepçe Katili" imiş" Binlerce masum kürdü kimyasal silahlarla katletmiş"
Kimin "katil", kimin "zalim" ve kimin "suçlu" olduğuna ABD karar verecekti.. Bunun zamanını tayin etme yetkisi de ondaydı"
İşte, bizler o zamandır bu zamandır Halepçe'yi daha çok konuşmaya ve anmaya başladık"
Aslında bu "Vah Halepçe" sözleri, Kürt halkına hakaret ve saygısızlıktan başka bir anlama gelmeyecekti" Halepçe'den zehir dumanları yükselirken, bir halk topluca yok edilirken, bebekler zehirden morarıp can çekişirken suskunluğa bürünenlerin, yıllar sonrasında "Vah Halepçe" diye ağıt yakmaları kadar aşağılayıcı bir durum olamaz"
Çünkü ilahi adaletin kayıt defterinden yazılı gerçeklerin sayfalarını kimse yırtamaz"
Bu konuya devam etmek üzere"
Velfecr/Nurettin Şirin