“Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdır. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür.” (4/Nisâ, 34)
Olayın anlaşılması için iki kelimenin doğru şekilde anlaşılması gerekiyor. 1- Nüşûz 2- Darb. Nüşûzun ne olduğu; Darbın da usulü ve miktarı.
1- Nüşûz: Nüşûz itaatsizlik demek; ama kocanın herhangi bir emrine itaatsizlik veya temel görevlerinden biri olmayan bir konuda verilen görevi yapmamak değil; Kadının temel görevi olan bir hususta isyanı veya iffetsizlik gibi davranışı anlamında kullanılır.
2- Darb: Darb kelimesinin Kur’an’da farklı anlamlarda kullanılmasına rağmen, burada bir ceza çeşidi olarak darbetmekten bahsedilir. Evet, bu âyette geçen darb dövmek demektir, ama nasıl bir dövme? Bu, bizim anladığımız ve örneklerini bolca gördüğümüz fiziksel bir ceza değil, psikolojik bir cezadır. Yoksa; Peygamberimiz “Sizden biri, hangi düşünceyle hanımını köle döver gibi dövmeye tevessül eder? Akşam olunca aynı yatakta beraber yatmayacaklar mı?” (Buhârî, nikâh 93, Edeb 43; Müslim, Cennet 49) demezdi. Ve yine; "Sizin hayırlınız kadınlarına hayırlı olan (iyi davranan)dır" (Müslim, Birr 149) demezdi.
Peygamberimizin, eşine: "Seni bu misvakla te'dib ederim!" diye ikazda bulunduğu rivayet edilir. Eğer dövecek olsaydı, kurşun kalem gibi bir misvakla eline veya sırtına vuracaktı. Peygamberimiz eşlerine böyle bir ceza uygulamadı; çünkü annelerimiz nâşize kimseler değildi.
Meşrû Sebep: Dövme, hangi suçun veya suçların karşılığı olacaktır? Âyette bu suçla ilgili "nüşûz" kelimesi kullanılıyor. Bazıları bu kelimeye "serkeşlik, huysuzluk, geçimsizlik, dik başlılık" anlamı veriyor. Aslında nüşûz, bu anlamlardan daha büyük bir suçtur. Türkçe meallerde genellikle hep "serkeşlik" olarak tercüme edilmiştir. Kelime Arapça'da yükseklik, tümseklik, sivrilik gibi mânâlara gelir.
Kur'ân'da geçen bu tavırdan "kocasına isyanı, kocasını nefsinden men etmesi, kocasının tâyin ettiği evde oturmayı kabul etmeyip bir başka yerde oturması gibi durumlar anlaşılır.
Râgıb el-İsfahanî şöyle der: "Nüşûz; kadının kocasına kin tutması ve ona saygıdan uzaklaşıp başkasına göz koymasıdır." Âsım Efendi, el-Kamusu'l-Muhît tercümesinde şu açıklamayı verir: "Nüşûz; hâtun, zevcine buğz ve adâvet idüp isyan ile muâmele eylemek mânâsınadır." Yani "nüşûz; hanımın, kocasına düşmanlık ve kinle isyan etmesidir." Bu lügatçilerin açıklamalarına göre nüşûz; düşmanlık, başkasına göz koyma, kin tutma, sadâkatsizlik sonucu kocaya karşı bir isyanın başlatılmasıdır. Kısacası, bir iffetsizlik ve sadâkatsizlik sözkonusudur.
Yani, kocasına karşı olan temel vecibelerini yerine getirmemesi, namus konusunda gerekli şekilde davranmaması, kocasına isyan etmesi diye özetleyebiliriz. Vecibe olmayan işlerdeki itaatsizlikten dolayı dövmeye hakkı yoktur. Yani, İslâm’a göre kadının mutlaka yerine getirmesi gerekli temel görevlerinden biri konusunda isyankâr davranması ancak bu psikolojik ıslah edici davranışa yol açabilir. Ev işlerini yapmaması gibi durumlarda böyle bir ceza uygulanamaz.
Cezânın Usûlü ve Miktarı
Kadın meşrû bir sebeple dövülebilirse de bu, en son başvurulacak yoldur. İlk önce, nüşûzu sebebiyle nasihat edip, tatlılıkla onu bu isyankâr davranıştan vazgeçirme yolu aranacak. Bu etkili olmazsa yatağı ayrılacak. Bu iş, arkasını dönmek ve konuşmamak gibi bir şekilde gerçekleştirilir. Ayrı bir yatakta da yatılabilir. Bu cezâ da müessir olmazsa dayak meşrû hâle gelmektedir. Sünnet, bu dövmenin psikolojik bir ceza olduğunu göstermiştir. Sünnet burada da yenilik getirerek dayağın derecesini göstermiş "eziyet edici olmaması"nı emretmiştir.
Şu halde, İslâm, her devirde varlığını fiilen dünyanın her köşesinde korumuş beşerî bir realiteyi ciddî kayıt ve şartlara bağlayarak kadınlar lehine ıslah etmiş, asgarî seviyeye, en az zararlı bir hâle getirmiştir.
Elmalılı Hamdi Yazır, açıklamaya çalıştığımız dayakla ilgili bu âyet-i kerimeyi izah ederken şöyle bir dipnot düşmektedir: Burada, kadın dövülür mü, diye bir soru vârid olabilir. Evet, dövülmez, fakat bu ifâdede kadın demek nâşize (serkeş), âsiye (isyankâr) karı demek olmadığı da unutulmamak lâzım gelir. Sırasına göre insanca olmak üzere birkaç tokat, hissî isyan ile sukuta (alçalışa) doğru giden hırçın bir kadına kadınlık şeref ve terbiyesini bahşetmek için güzel bir ders olabilir… Zamanımızda Kur'ân'ın bu "onları dövün" emrini sû-i tefsir ederek dillerine dolamak isteyen Avrupalılar görüyoruz. Fakat ne garip bir tevâfuktur ki, biz bu âyetin tefsîriyle meşgul olduğumuz sırada bir Fransız mahkemesinin, kocası tarafından dövülmüş olan bir Fransız karısına ikame ettiği dâvâya karşı "hırçınlık edip kocasının dövmesine sebep olan bir kadının yediği dayaktan dolayı boşanma dâvâsı açmasına hakkı olmadığına" hükmettiğini gazeteler ilân ediyordu." (Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Y. Cilt 2, s. 1351)
Kur'an'ı bize tebliğ eden Hz. Peygamber (s.a.s.) hiçbir zaman kadın dövmediği gibi; akşam aynı yatakta yatacağı birini bir kimse nasıl dövebilir, diyerek ümmetini uyarmıştır. Ayrıca bu yaptırım kullanıldığı takdirde, kadının canını yakmayacak ve vücudunda iz bırakmayacak şekilde misvak, kurşun kalem gibi bir cisimle vurmak -ki, acı vermekten çok, psikolojik cezâ unsuru olarak- uygulamak gerektiğini de işaretle ifâde buyurmuştur. Şu halde bu dövme yaptırımı, ahlâksız bazı kadınlar için en son çare olarak başvurulacak zarûrî bir yol olup, kayıtlara ve şartlara bağlıdır. Ayrıca kadının da kocasından şikâyetçi olması halinde hakem ve hâkime başvurma, hakkını arama imkânı vardır.
Âilede karı koca arasında bir anlaşmazlık çıkması durumunda bunun nasıl halledileceği meselesi önemli bir problem teşkil etmektedir. Burada kadının âile içindeki konumunu yakından ilgilendiren nokta, böyle durumlarda kocanın karısı üzerinde ne gibi bir yetkisinin bulunduğu hususudur. Koca, âile reisi olduğuna göre, bu yetkinin aşırı kullanımının bir taraftan âile birliğini, diğer taraftan kadının kişiliğini etkileyeceği açıktır.
Genel olarak "itaatsizlik" mânâsına gelen "nüşûz" kelimesi, âilenin huzurunu bozan basit bir davranıştan iffetsiz yaşamaya kadar geniş bir alanı içine almaktadır. Huzuru bozan her davranışın ağırlığına denk bir yaptırımla karşılanması, hem âilenin birliğini koruma noktasından hem de fiil ve yaptırım arasında, gözetilmesi gereken denge açısından önemlidir. Kur'an'ı yorumlamada birinci kaynak olan Hz. Peygamber'in uygulamaları bu konuya da ışık tutacak niteliktedir. Hadis kitapları ve Rasûl-i Ekrem'in hayatından bahseden eserler, Onun eşlerini dövdüğüne dâir herhangi bir olaydan asla söz etmemektedir. Hz. Âişe, Rasûlullah'ın eşlerini ve hizmetçilerini asla ve hiçbir zaman dövmediğini söylemektedir (İbn Mâce, Nikâh 51). Ayrıca Hz. Peygamber, kendisine karşı olumsuz davranışından ötürü Hz. Âişe'nin babası tarafından cezâlandırılmasına da rızâ göstermemiştir. Şu halde basit uyuşmazlık durumunda şiddete başvurulması, önerilen bir yöntem değildir.
Kadını dövme meselesi, bugüne kadar ve günümüzde de İslâm düşmanlarının, özellikle feministlerin kullandığı önemli noktalardan biri olduğu gibi, bazı müslümanların da şartları gözetmeden mutlak biçimde meşrûlaştırdığı bir konu olmuştur. Konuyla ilgili Nisâ sûresi 34. âyette, öncelikle sâliha kadınların "görünmeyeni koruyanlar" olarak tanımlanması ve devamında da dövme olayından bahsedilmesi, bir nâmussuzluk olayını çağrıştırmaktadır. Ancak metinde "nüşûz" kelimesinin geçmesi, olayın sadece nâmussuzluk ile sınırlandırılamayacağını göstermektedir. Kelime olarak isyan, başkaldırı, geçimsizlik hali anlamlarına gelen “nüşûz” ile âile içinde sürekli problem çıkarma, dik kafalılık, huysuzluk, geçimsizlik gösteren, yani olgun bir kişiliğe ulaşamamış kadınlar anlaşılmaktadır. Bu âyet, sürekli bu fiilleri yapma eğilimini taşıyan kadınların terbiye metodunu göstermektedir. Nüşûz hali gösteren kadınların âile huzurunun yeniden elde edilmesi konusunda âyet bir metot göstermektedir. Bu metotta erkek, kadının işlediği fiile göre tavır takınmalıdır. Anca yine de kadının davranışlarında bir düzelme değil de; aksine bir bozulma görülürse, bu bozulmaya karşılık erkeğin tedrîcen daha sert tedbirler olarak en son dövme olayına başvurması, âilenin kurtarılması açısından son bir çâre olabilir. Âile huzurunu tek taraflı bozan kadın, dövülme gibi onur kırıcı bir olayla karşılaştığında âile saâdetini kurtarma konusunda daha sıhhatli düşünebilir. Bayılıp kendinden geçmiş bir hastayı uyarmak için doktorun hastanın yüzüne tokat atması gibidir bu.
Ancak, şu unutulmamalıdır ki, "dövme" sınırları belli özel bir durum için sözkonusudur. Başka bir deyişle âyet, âile içinde tüm kadın-erkek ilişkileri için genelleştirilemez. Çünkü âile ortamında esas olan eşler arasında sürekli istişâreyle saygı ve sevgi unsurunun temellendirilmesidir. Sözkonusu âyet, dövme olayını, bu saygı ve sevgi unsurunu tek yönlü olarak bozan ve istismar eden, şirret kadınlar için sınırlandırmıştır. O halde, özel şartlar için geçerli olan dövme olayını "erkek, eşini dövebilir" şeklinde genelleştirmek kişinin kendi zâlimliğini Kur'an'a âlet etmek olacaktır.
Burada şu soru akla gelebilir: Âile huzurunu bozan kişinin kadın değil de; erkek olduğu zamanlarda problem nasıl çözülecektir? Kadın, erkeğin âile içindeki geçimsizliklerine, sorumsuzluklarına katlanmak zorunda mıdır? Elbete ki kadın da eşini düzeltme yönünde bazı girişimlerde bulunup öğüt verebilir. Ancak kadının erkeği dövmesi, kadının yapısı gereği üstlenemeyeceği bir davranış olduğu gibi, çoğunlukla vâkıaya da tekabül etmediğinden erkek yüzünden bozulan ve boşanma noktasına yaklaşılan bir durumda ise, kadının yapacağı âileler arası (kadın ve kocanın yakınlarından veya temsilcilerinden oluşan) hakem heyetine veya meşrû mahkemeye başvurarak problemin çözülmesi yönündeki talebi olacaktır.
Kişiliğini oluşturamamış, şirret, laftan anlamayan, huzursuzluk çıkarıp âilenin işleyişini tek taraflı bozan kadınlar için boşanma öncesi önerilen bu metodu, âilenin saâdeti için çalışan, sorunlara yaklaşımda ölçülü, vakarlı kadınlar için de, onların belki haklı olarak karşı gelmelerine şâmil kılıp genelleştirmek Kur'an'a aykırıdır. Rasûlullah'tan gelen haberlerde birçok problemlerine rağmen hanımlarının hiçbirini dövmemiş olduğunu görüyoruz. Bu da bizim için önemli bir veridir.
Aslında, klasik dönemin bazı âlimleri de dövme yetkisine çok ihtiyatla yaklaşmışlardır. Hz. Peygamber'in, müslümanların en hayırlılarının eşlerine en iyi davrananlar olduğunu ve kendisinin bu konuda örnek teşkil ettiğini söylemesini, eşlerini ancak kötü kimselerin döveceğini ifâde ederek onlara böyle davranılmamasını emretmesini göz önüne alan bazı âlimler, kadının dövülemeyeceğini veya fazîletli davranışın onlara böyle bir cezâyı uygulamamak olduğunu belirtmişlerdir (Bak. Abdülkerim Zeydân, el-Mufassal fî Ahkâmi'l-Mer'e ve'l-Beyti'l-Müslim, Beyrut, 1993, c. 7, s. 316-317). Fakat tatbikatta her zaman Rasûlullah'ın bildirdiği bu esaslara göre davranıldığını söylemek mümkün değildir. Bunların büyük çoğunluğu, kadınlarını dövme yetkisini Kur'an'dan değil; nefis ve hevâlarından, câhilî örf ve âdetten almakta, Rasûlullah'ın ifâdesiyle leîm/kötü koca sıfatını hak etmektedir.