Birkaç gündür, siyasette üslup meselesi üzerine düşünüyorum. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki üslup farkı üzerine…
Yazılması gereken bir fark var ve peşinen bence orada Cumhurbaşkanı adına fark edilir bir özensizlik, buna karşı Cumhurbaşkanı adayı adına seçilmiş bir özen dikkat çekiyor.
Konuyu detaylandıracağım ama, önce bir başka şeyi paylaşmak istiyorum sizlerle.
Her sabah ilk işimiz, yazılanları okumak. Haberler, söyleşiler, köşeler vs… Dün sabah da öyle yaptım. Paylaşacağım şeyler oldu. İkisi Selahattin Demirtaş’la ilgili. Halk tv çalışanları soru sormuş, Demirtaş da cezaevinden cevaplamış. Cevaplar uzun ve hemen hepsi de ilginç ama ben ikisini paylaşacağım. Birisi 14 Mayıs’ta seçimi kazanacaklara tavsiye niteliğinde: -TV Muhabiri Fırat Fıstık’ın sorusu şu: “14 Mayıs’ta iktidar değişirse; ilk günden, ilk hafta içinde yapılması gerekenler ne sizce?”
Demirtaş’ın cevabı da şu:
“Sevgili Fırat kardeşim, eminim herkesin bir “ilk icraat” beklentisi var ve hepsi de haklı, meşru beklentiler olsa gerek. Ama bunca yıkıma uğramış, yangın yerine dönmüş bir memleketi bir günde, bir haftada düzeltmek imkansız. Sanırım herkes bunun farkında. Yine de ben olsam yemin töreninden çıkar, deprem bölgesine giderdim ve her depremzede sağlıklı bir konteynıra, duşa, tuvalete, gıdaya, eğitime, sağlığa ulaşıncaya kadar Ankara’ya dönmezdim. Bundan daha acil bir şey düşünemiyorum. Geri kalan her şey bir hafta, bir ay daha bekleyebilir bence.”
İkinci soruyu Halk TV Programcısı Şule Aydın sormuş. Soru şöyle: “Türkiye siyasetine yön veren açıklamalar yapan bir eski genel başkan ya da bir baba değil Demirtaş aynı zamanda Başak Demirtaş’ın aşık olduğu adam. Şöyle söylemişti Başak Hanım tutuklanmanızı anlatırken: (hepimizin yüreğinde hissettiği o özlem ve öfkeyle ellerini sıkarak) “vedalaştı ve en kısa sürede geleceğim diye sözleştik.” O sözü tuttuğunuz gün memlekete değil Başak Hanım’a ilişkin hayaliniz var mı? Ah çektiğiniz?”
Demirtaş’ın cevabı şöyle:
“İnce yerden sormuşsunuz Şule Hanım ???? Ve de ucu yanık bir köşeden… Birbirimize verdiğimiz çok söz var ve hayallerimiz. İlk defa söylüyorum, Başak ile alyanslarımızı yakın zamanda yeniledik. Yeniden sözleştik ve çıkınca nişan, düğün derken sıfırdan başlamaya karar verdik. Kızlarımız küçük bir kır düğünü için organizasyonu üstlendiler bile. Kaybettiğimiz yıllara inat, ilk günkü gibi başlamaya kararlıyız biz. Bize göre aşk yoksa gerisi boştur, yapaydır. Mücadeleyi, hayatın anlamını ve değerlere bağlılığı diri tutan şey aşktır. Burada işte bunu elimizden almalarına asla izin vermedik. Aşmam gereken tek bir sorun kaldı, küçük kızımız Dılda annesi için ciddi bir başlık parası istiyor ???? Bakalım artık, bulacağız bi’ çaresini.”
Ne dersiniz, siz de gülümsemediniz mi?
Bir başka alıntıyı Cansu Çamlıbel’in t24’teki mülakatından alacağım. O da cezaevinden birisi ile konuşmuş. Gezi Davası’ndan tutuklu yargılanan Hakan Altınay’la. Altınay’ın şu cümlesi, bu dönem yargısının karne notunu ortaya koyması açısından ilgimi çekti. Mülakatın tümünü okursunuz, ben şimdi oradan bir cümleyi paylaşayım. Diyor ki Altınay: “600 sayfalık gerekçeli kararda benimle ilgili yazılan ve doğru olan tek şey adım.” Ne adalet ama!
ÜSLUB’A GELİNCE
Cumhurbaşkanı Erdoğan gergin. En zor seçimine girdiği izlenimini her haliyle yansıtıyor. Kaybetme psikolojisi her haline yansıyor. O yüzden de üslubu her türlü yargılamayı, dışlamayı, hatta hakareti içermekten geri kalmıyor. Cami avlusunda muhalefete “Yuh” çeken insanlara “Yuh çekmek yetmez, onları siyasi mevta haline getirin” gibi bir ifadenin nazikçe seyleyeyim “sakil” olduğunu anlamak için özel bir yetenek sahibi olmak gerekmiyor. Seçim sürecinde vadedilenler de, bol keseden verilenler de, devletten vatandaşa rahatlatıcı hamleler olmaktan çıkıp, yarın sorumluluğunu göz ardı etmeye kadar varan “kaybetme telaşı”na bağlanıyor ne yazık ki. Özellikle Kılıçdaroğlu’na yönelik aşağılayıcı, küçümseyici dil halkın bir kesiminde alaycı gülümsemeler oluştursa bile, bence o seviyelere yakışmıyor. Ne o, “Bay Kemal”den başlayıp “Bay bay kemal” evrilmenin gülünçlüğünü hatırlatacak bir Allah kulu kalmadı mı oralarda? Üstelik 23 Nisan buluşmasında çocuklarla sohbet ederken…
Millet İtitfakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ise, belli ki, ekip çalışmasının ürünü olan bir kampanyayı yürütüyor. Erdoğan’ın agresifliğini okuyup, ona karşı rahat, esnek, esprili bir imaj geliştiriyor. Pozitif bir kampanya yürütüyor daha açıkçası. Erdoğan’ın seccade vs. eksenli suçlayıcı diline karşılık, Kılıçdaroğlu, kendi İslam aidiyetini “samimi müslüman” gibi daha halk diliyle anlatmaya, “Alevi kimliği” ile “Kul hakkı yemedim”i yanyana getirmeye, yeni bir projeyi halka sunmak söz konusu olduğunda araya “Hadi bismillah” gibi sıcak bir cümle eklemeye itina ediyor.
Doğrusu söylemem gerekirse, ben böyle bir dilin “Cumhurbaşkanı adayı” olan kişiye de yakışıyor olsa bile, “mevcut Cumhurbaşkanı” her kim ise ondan gelmesini isterdim.
Hakim dil, yargılayıcı dil, dışlayıcı dil, kim ve hangi seviyede olursa olsun siyasetçiye yakışmıyor zaten.