Oxford Üniversitesi Çağdaş İslami Çalışmalar Bölümü'nden Prof.Tarık Ramazan, Ortadoğu’nun bugünü ve geleceği üzerine Al Jazeera’dan Ayşe Karabat'ın sorularını yanıtlarken orta vadede karamsar olduğunu; bölgenin bugünkü durumunda Batılı güçlerin etkisi olmasına rağmen, sorunları yalnızca "mağdur mantığı" ile açıklamak yerine bölge halkının kendi çözümlerini üretmesi gerektiğini söyledi. Bunun için de entelektüellere ve sivil topluma önemli görevler düştüğünü vurguladı.
"İslam ve Arap Uyanışı", "İslam Medeniyetlerin Yüzleşmesi", "Peygamber’in İzinde", "Hz. Muhammed’in Hayatından Dersler" gibi kitapları Türkçe’de de yayımlanan Ramazan’a göre onur, özgürlük ve eşitlik için yola çıkanlar naif davrandılar ve yaşanan değişimin ekonomik boyutunu gözardı ettiler.
Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan el Benna’nın da torunu olan Ramazan, "Arap Baharı" ya da "devrimleri" değil, "Arap Uyanışı" demeyi tercih ediyor.
İstanbul’a, Meridyen Derneği ve Sonpeygamber.info’nun düzenlediği bir sempozyuma katılmak için gelen Ramazan, "Arap Uyanışı" ile ilgili başlangıçta ihtiyatlı iyimser olduğunu fakat şimdi bölgenin tam bir karmaşa içinde bulunduğunu söylüyor ve ekliyor: Olumlu nokta şu ki, insanlar bir şeyler yapabileceklerini gördü.
Mısır’da genç kitleler değişim umuduyla sokağa çıktı. Ancak askeri darbe oldu, kitlelerin desteklediği Müslüman Kardeşler yöneticilerine idam cezaları veriliyor. Sokağa çıkan ama şimdi örgütsüz de kalan bu gençlerin önündeki seçenekler neler?
Kitleler başlangıçta (Mısır Eski Devlet Başkanı Hüsnü) Mübarek’in rejimine karşıydılar. Onur, adalet ve özgürlük istiyorlardı. Hepsi Müslüman Kardeşler destekçileri değildi ama Müslüman Kardeşler en örgütlü yapı olduğunu için Mübarek sonrasında iktidara geldi. Naif bir biçimde orduyu politik bir güç olmaktan çıkarabileceklerini düşündüler ama Mısır’da ordu ekonomik alanın üçte birini, yüzde 40'ını kontrol eden bir yapı. Kendi çıkarları peşinde olan bu yapı, bir süre sessiz kaldı ama sonra elektrikleri keserek, kaynakları kontrol ederek kendi oyununu oynamaya başladı. Popüler hareketlerde insanlar çabuk sonuç almak isterler. Müslüman Kardeşler de ülkeyi bu çok zor koşullarda yönetmeye çalıştı. Zenginler de orduyu destekleyen medya kampanyaları yürüttüler ve Müslüman Kardeşler’e karşı orduyu desteklemek için yatırımlar yaptılar. Sonuçta bir kutuplaşma oldu. Şimdi çok net ki insanlar kendilerini çaresiz hissediyor ve ileri gidemeyeceklerini düşünüyorlar. Sisi, eski deneyimlerden de kötü bir diktatör. Bir seçenek Sisi’nin görevi bırakması ama uluslararası toplum, tam tersine O'nun varlığını güçlendirecek eylemlerde bulunuyor. Yargı, arka arkaya idam cezaları veriyor. Bütün sorun da güvenliğe indirgendi.
Ama bütün bu tabloya rağmen, genç insanlardan söz ediyoruz. Hiç mi seçenekleri yok önlerinde? Radikal mi olacaklar? Yeniden mi deneyecekler?
En iyisi yeniden denemeleri olur ama başlangıçtaki naiflikle değil. Bölgede batının ekonomik çıkarlarıyla, Çin gibi ülkelerin çıkarları çatışıyor. Böyle bir ortamda naif olmayı bırakmak zorundayız. Sisi, tamamıyla Amerikan çıkarlarını koruyor. Bu diktatörlüğü değiştirecek popüler bir hareket de yok şu anda.
Çok umutsuz bir tablo çizdiniz.
Evet ama gerçek bu, maalesef. Üzgünüm.
Ne olacak peki?
Bu durum bir süre daha devam edecek, en azından orta vadede.
Yemen’e geçelim. Yemen’deki durumun mezhep çatışması olduğunu söyleyenler var. Buna katılıyor musunuz?
Bu uydurma. Yemen’i tarihiyle ve bölgedeki jeo-stratejik önemiyle ele almalıyız. Yemen fakir ama stratejik açıdan önemli bir ülke. Pakistan ve Afganistan’da olan El Kaide’yi birdenbire Yemen’de gördük. Yemen istikrarsızlaştığında Körfez ülkelerini de tehlikeye sokarsınız. Yemen öyle bir ülke ki, tarihinde kuzey ve güney arasındaki ayrımı da var ve bu ayrım üzerine oyun oynamak da mümkün. Bugüne gelince, Sünnilere yakın olan Şii Zeydiler, İran desteğiyle deniyor ama bu anlamsız ve uydurulmuş bir durum. Suudi Arabistan ve İran arasında olan Suriye’ye de yansıyan gerçekleri unutmamalıyız, bunlar mezhep ayrımlarını da besliyor doğru ama asıl önemli olan jeo-stratejik çıkarlar. Bu sayede bütün bölge kırılgan bir hale geliyor ve 'kim yeni bir rol oynayacak' sorusu gündeme geliyor. Dış güçler işin güvenlik boyutuna oynuyorlar ve bu arada İsrail Filistin topraklarını rahat bir biçimde kolonize etmeye devam ediyor.
Suriye konusunda da umutsuz musunuz?
Başlangıçtan beri. O zaman 'Bu konuda anlaşmamak üzere anlaştılar' demiştim. Gerçekten de ilk sekiz ay Avrupa ve Obama yönetimi, Suriye’deki rejime ‘reform yap’ dedi. Sonra 'gitmelisin’ dediler. Ardından bu muhalefet ortaya çıktı. Beşşar Esed de bu muhalefetin içine El Kaide gibi radikal unsurları sokacak kadar kurnazca davrandı. Çünkü bu radikal unsurlara karşı kendisini bir müttefik olarak konumlandırdı ve bu duruma oynadı. Şimdi durum Amerikalıların deyimiyle düşük yoğunluklu çatışma, yani hâlâ silah satılıyor, ekonomik faaliyetler ve çıkarlar bir biçimde yürüyor ama ölen insanları kimse umursamıyor, üstelik bölgeyi de istikrarsızlaştırıyor. Bu durum hemen de bitmeyecek çünkü buna ihtiyaçları var. Durum böyle devam ettiği sürece ABD bölgedeki varlığını meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu durumdan yola çıkarak ülkeleri birbirine karşı kullanabiliyor, bölge ülkelerine ‘siz de tehdit altındasınız’ diyebiliyor. Hatta Türkiye gibi güçlü bir dış politikası olan ülkenin sınırları bile kırılgan hale geliyor. Bu bölge açısından çok kötü bir fasit daire ama Amerikan, İsrail ve Avrupa politikası bu durumundan memnun. Bölgedeki istikrarsızlık uzun vadede de toplumlardaki siyasal manzarayı da yeniden biçimlendirmeye de yarıyor.
Bu karamsar tablo karşısında bölgenin insanları, Müslümanlar ne yapmalı?
(Cezayirli filozof) Malik bin Nebi’nin 'kolonize edildik çünkü kolonize edilebiliriz' sözüne sık sık atıf yaparım. Bölündük, bölünebilir durumdayız, kutuplaştırıldık, kutuplaştırılabilir durumdayız, diyorum ben de. Evet, tamam sonuçta Sünni ve Şii gibi renklerimiz var ama biz de tuzağa düşerek bu ayrımların beslenmesine yardım ediyoruz. Bu durum İran-Irak savaşında da görülmüştü. Bahreyn’de sokağa çıkan insanlara Sünnilere karşı Şiiler denildi. Bu ayrım medya tarafından da beslendi ve biz de kabullendik. Bizim entelektüellere, akademisyenlere ve sivil topluma ihtiyacımız var. Kendi çıkarlarımızı anlayacak ve savunacak yeni yapılanmalara, yeni hareketlere ihtiyacımız var ama bu da kısa zamanda olmayacak. Mevcut hükümetlerin insanların isteklerini ve çıkarlarını değil, hatta bölgesel çıkarları bile değil, yabancı güçlerin çıkarlarını savunduklarını da unutmamalıyız bu arada.
Sivil topluma, entelektüellere, akademisyenlere ihtiyacımız var dediniz ama bir örnek vermem gerekirse; İŞİD’in İslam’ı referans göstermesi konusunda bile, İslam düşünürlerinin yeteri kadar tepki vermediğini, ‘bu Batı oyunu’ ya da ‘bu gerçek İslam değil’ diyerek üzerine yeteri kadar söz söylemediği fikrindeyim, katılır mısınız?
Sizinle hemfikirim. Evet, 'DAEŞ ya da İŞİD bir komplo, uydurulmuş bir şey' deyip bu noktada duramayız. Bu duruma İslami bir yanıt vermek zorundayız. İslam’ın mesajını çarpıtıyorlar, fetvalara başvuruyorlar ve İslami kaynakları örneğin İbn-i Teymiyye’yi (7. yy’da yaşamış, Selefi akımları etkilemiş düşünür) yanlış alıntılıyorlar. Bütün bunlara dini düzlemde meydan okumak zorundayız ama politik düzlemde de analiz etmek zorundayız, nereden geldiler, kim neden yardım ediyor, nasıl oluştular? Bütün bunlar için daha sofistike analizlere ihtiyacımız var. ‘Batı’dan geliyorlar’ demek çözüm değil çünkü Müslüman ülkelerden de geliyorlar. Evet, Batı'nın ve bölgedeki diktatörlüklerin onları kullanmak için nedenleri var, diktatörler bu gibi yapıları kendi varlıklarını meşrulaştırmak için kullanıyor ama bütün suçu onlara yükleyip işin içinden çıkamayız. Bu mağdur mantığı, başkalarını suçlamak, özeleştiri yapmamak, bütün bunlara yalnızca kınamak için değil, derin analizler de yapmak için güçlü bir İslami söylemle karşı gelmemek işimizi gerektiği gibi yapmamak anlamına geliyor.
Son olarak, İŞİD’e katılmaların arkasında yatan sosyolojik nedenler nedir?
Üç nedeni var bunun. Birincisi, sığ dini anlayış. ‘Biz-onlar’, ‘haram-helal’, ‘İslami-kâfir’ gibi. İslam’ı çarpıtan anlayış. İkincisi sosyo-ekonomik dinamikler, batıda İslam ile ilgili negatif anlayış, toplumda yerini bulamama, engellenmişlik ve hüsran. Üçüncüsü de psikolojik nedenler. Madrid’deki, İngiltere’deki gibi saldırılarda bulunan gençler aslında kısa bir zaman önce ibadet etmeye başlamış ya da ibadet etmeyi bırakıp yeniden başlamış olan gençler. 'Bu eylemi yaparsan geçmişteki bütün kötülüklerinden arınırsın' anlayışı. Meseleyi ele alırken de bütün bu faktörleri gözetmek zorundasınız.