Hasan Karakaya'dan Çölaşan'a İş Teklifi

Vakit gazetesi yazarlarından Hasan Karakaya, Hürriyet gazetesinden kovulan Emin Çölaşan'a iş teklim var dediği yazısı...

Hürriyet’ten atılan Emin’e “iş teklifi”mdir!

 

Önceki gün... Günlük gazetelere göz gezdiriyorum... Ertuğrul Özkök'ün yazısını okuyunca, "bir şeyler" olacağını hissettim... Tam adını koyamamakla birlikte, "birinin bileti kesildi, ama kim?" diye geçirdim içimden... Çünkü Ertuğrul; Sabah'tan sonra Hürriyet'te yazmaya başlayan Yılmaz Özdil'e "aramıza hoş geldin" diyor, ama her nedense Bekir Coşkun'u da göklere çıkarma gereği duyup, "onun hayranıyım" deme ihtiyacı hissediyordu!.. Acaba neden?.. Malûm, "kartel dünyası"nda, bir başka yazara, "sana hayranım" demek, "ölmek üzere" olan, fakat "öleceğini bilmeyen" bir insana "seni seviyorum" demek gibidir!..
Acaba neler oluyordu ki, Ertuğrul, durduk yerde Bekir Coşkun'un "Allah vergisi kabiliyet"(!) ve "mizah gücü"(!)nü övüyordu!..

BEKİR COŞKUN “CİNS BİR KAFA”DIR!

Bekir Coşkun'u iyi tanırım... Gerçekten de "gazeteci" olarak "kabiliyetli"dir!.. "Cins bir kafa"ya sahiptir!.. "Aykırı" biridir!..

Hadi, açık söyleyeyim... 1974-1975 yıllarında Hür Anadolu gazetesinin 1. sayfasını yaparken, Bekir Coşkun da, bizim "muhabir"imizdi!.. "Politika muhabiri"ydi!.. Meclis'e gider, Bakanlar Kurulu'nu filan takip ederdi...

Bir gün, çok önemli bir "Bakanlar Kurulu toplantısı" vardı... "Önemli açıklamalar" bekleniyordu...

Ama Bekir Coşkun, "demeç"lerle gelmek yerine, "bir tomar kâğıt"la çıkagelmişti!..

"Bunlar ne?" dedim... "Bunlar" dedi, "Bakanların tuttuğu notlar!"

Bir baktım ki; "antetli kâğıtlar" üzerinde çeşit çeşit not!.. "Eve et almayı unutma!.. Akşam, filancalar gelecek!.. Çocuğun okul taksidi!.. Evin kirası!.. Otomobilin taksidi" gibi şeyler!..

Yani, "ülke meseleleri"nin görüşüldüğü çok önemli toplantıda, bakan beyler "kendi sorunlarını" dökmüşler kâğıda!.. Bazıları da, "resim" çizmiş!..

Sonra da, buruşturup "çöp sepeti"ne atmışlar!..

Ama, Bekir ne yapmış?.. Bütün gazeteciler "bakan"ların peşinden koşup "demeç" almaya uğraşırken, girmiş Bakanlar Kurulu Salonu'na; "çöp sepetleri"ni, kendi ceplerine boşaltmış!..

Geldiğinde, her cebinden bir "not" çıkıyordu!.. "Al" diyordu, "İşte Hükümet'in gündemi!"

Hiç unutmuyorum, "bakanların özel notları"nı alt alta, yan yana yapıştırıp, 1. sayfadan epeyce büyük haber yapmıştım...

Sonra yollarımız ayrıldı Bekir'le... Ama onun, Yankı dergisi için çalıştığını ve bu arada, yine bir "bakan"ın, "kendi makam otomobiliyle çocuğunu okula bıraktırdığını" belgelemek maksadıyla, "3 gün pusuda yattığını" bilirim!..

Hasılı kelâm, "iyi gazeteci"dir!.. "Cins bir kafa"dır!.. Ve ayrıca "zeki"dir de!..

Ama, malûmlarınızdır ki, "Şeytan" da "akıllı ve zeki" idi... Hem de, "meleklere hocalık yapacak" kadar!.. Bekir de, zekâsını "Halk ve halk karşıtlığı"na kullandı!..

Millete; “göbeğini kaşıyan adam” diye hakaret ederken, kendisinin “köpeğini kaşıyan adam” olduğunu unuttu!..

“EMİN, HÜRRİYET’TEN ATILMIŞ” DEDİKLERİNDE!

Her neyse... Ertuğrul'un, Yılmaz Özdil'e "hoşgeldin" derken, Bekir Coşkun'u göklere çıkaran yazısını okuyunca, bunun bir "sırt sıvazlama" olduğunu anladım!..

Ertuğrul, sanki; "Birileri gidecek, ama Bekir sen kal" der gibiydi!..

İyi ama, "kim gidecekti Hürriyet'ten?"

Günlerdir beklenen "operasyon"un hedefinde kim vardı?..

Derken, saat 20.00 civarında, arkadaşlarım haber verdiler:

"Hürriyet, Emin Çölaşan'ın yazılarına son vermiş!"

Ertuğrul'un yazısıyla zaten "alıştırıldığım" için, pek yadırgamadım!..

Hem sonra, böyle bir "son" bekliyordum!..

Bir yıl kadar önce de, Emin'in yazısına "sansür" uygulanmış, o da "yazmıyorum" deyince; "Hürriyet'in imajı"nı düşünen Ertuğrul Özkök apar-topar Ankara'ya gitmiş ve Çölaşan'ı yeniden yazmaya "ikna" etmişti!..

Ama, bildiğim şu ki, Aydın Doğan, fena halde "rahatsız"dı Emin'den!.. Hayır, "muhalif" ve "herkese çamur atan" yazılarından dolayı değil, "tazminat cezaları"ndan dolayı rahatsızdı!..

"Öde öde" bitmiyordu!..

Emin, herkese "hakaret" ediyor ama, faturasını Aydın Doğan ödüyordu!..

Sonunda "istiab haddi" dolmuş olacak ki, Ertuğrul da engelleyemedi "Emin'in gidişi"ni!..

Bunu özellikle yazıyorum ki; "AK Parti'nin yüzde 47 oyla gelmesi üzerine, Aydın Doğan; gazetedeki muhalif sesleri kısıyor" gibi bir düşünce oluşmasın kafalarda!..

Bu operasyonun "AK Parti Hükümeti" ile de ilgisi yok, "POAŞ'a yapılan vergi kıyağı" ile de, "muhalif seslerin kısılmasıyla" da!.. Eğer öyle olsaydı, "muhalif bir kalem" olan Yılmaz Özdil'in gelişi günlerce anonslanmazdı!.. Ve ayrıca, Ertuğrul, Yılmaz Özdil'e "hoşgeldin" dediği gün, Emin Çölaşan'a "güle güle" denmezdi!.. Dahası, Bekir Coşkun’a “Sen gitme, kal!” mesajı verilmezdi!

BU OPERASYONU BEKLİYORDUM!

İşin doğrusu, "Aydın Doğan medyası"nda, çoktan beri bir türlü giderilemeyen bir "rahatsızlık var!.. Hürriyet'te de rahatsızlık var, Milliyet'te de!..

Bunu, uzun süredir bilmeme rağmen, yazmadım... Evet, yazmadım; çünkü yarın yine birileri ortaya çıkar ve "Vakit geldi, uyanın!" derdi!.. Malûm ya; "Vakit yazdığı" zaman, basının neredeyse tamamı "Vakit'le aynı hizaya geliyor!!!"

Öyle diyorlar!..

Yani, "Vakit yazıyor, diğerleri de Vakit'in dediğini yapıyor!"

"Venüs gezegeni"nde yaşayan birileri, yine "Vakit yazdıydı" demesin diye, "Aydın Doğan medyasındaki rahatsızlıkları" yazmadım... Hatta, "Milliyet'in başına" kimin getirileceğini de az çok tahmin ediyorum, ama yazmıyorum!.. "Öyle biri" getirilecek ki, herkes "şok" yaşayacak!..

Bu işe, Yılmaz Özdil bile şaşıracak!..

Evet, bir rahatsızlık var Aydın Doğan medyasında... Ama, dedim ya yazmıyorum!..

Tabiî, Emin Çölaşan'dan duyulan rahatsızlığı da yazmadım!.. Neme lâzım, "Vakit yazdı, Çölaşan kovuldu" filan derler de, Emin'le aramız bozulur!..

EMİN ÇÖLAŞAN BİZE LÂZIM!

Bilirsiniz, kendisini çok severim!.. Üstad Necip Fazıl'ın, "Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın/Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın." demesi gibi, Emin de benim "ifadem"dir, "hızım"dır!..

Az cedelleşmedik kendisiyle!..

Epey "mahkemelik" olduk... Hatta, biliyorsunuz; bir "mafya bozuntusu"na "söylettirilen" deli saçması ifadelerden yola çıkıp, kaleme aldığı "Kim bu Hasan" başlıklı bir yazısı dolayısıyla, "6 gün gözaltında" bile kaldım!.

Aslında, "o zaman" bırakmalıydı yazmayı... Ama, "Minik Kuş"lar Emin'den, Emin "Minik Kuş"lardan ayrı kalamadı ve yazmaya devam etti... Tabii "hakaret" ederek, tabii ona-buna "çamur" atarak!..

Ama, yine de "yazılarına son verilmesi"ne üzüldüm... “Veda yazısı” bile yazdırmadan attılar adamı!.. Oysa; "Edebî bir üslûbu" olmasa ve "Resmî Gazete" havasında yazsa da, yazmaya devam etmeliydi!..

En azından "ekmek parası" için yazmalıydı... Hayır, "ekmek parası" derken, Emin'in ekmek parasından söz etmiyorum... Çünkü Emin'in; bankalarda, "tesbit edilmiş 3 milyon Amerikan Doları" var!.. "Tesbit edilemeyenler" ne kadardır, onu bilemem!.. Ye ye, bitmez!..

Anlayacağınız, Emin'in paraya ihtiyacı yok!.. Benim, "ekmek parası" dediğim, "onu koruyanlar"ın maişeti!.. Biliyorsunuz, "tuvalete" bile gitse, kapıda "korumalar" bekler Emin'i!..

Peki, şimdi ne olacak?.. Ne olacak o "korumalar"ın hâli?.. Emin "işsiz" kalınca, onlar da çekilecek etrafından!.. Peki, bu adamlar, bundan sonra; kimi koruyup da, kimden maaş alacaklar?..

Anlayacağınız, Emin'in değil, "korumaların ekmek parası"nı düşünüyorum!..

EMİN’İ İŞE ALIRIM... BİR TEK ŞARTLA!

Hatta, "Şeytan" diyor ki, "Emin'e iş teklifinde bulun!.. İş teklifinde bulun da, Vakit'te yazmaya başlasın!"

Aslında fena fikir değil!..

Malûm, "Düşene bir tekme de biz vuralım" demek, bizim inancımızda yok!.. Bizde, "yere düşeni kaldırmak" var!..

"Para" da önemli değil!.. Emin'in "kaç milyar Törkiş lira" veya "kaç bin yeşil Amerikan doları" aldığını bilmiyorum... "Örtülü Ödenek"ten de koltuk çıkıyorlar mı, onu da bilmiyorum!..

Herhalde "üç aşağı-beş yukarı" anlaşırız!..

Yalnız, bir "sorun" var!..

Malûm, "eşi türbanlı vekiller" konusunda "evleri gözetleterek" veya "jandarma raporları"ndan faydalanarak "fişleme" yaptıran Hürriyet; "Ohh, ohh!.. Türbanlı vekil eşi azaldı" diye manşet atarken, kendi bünyesinde bir tek bile "başörtülü hanım" çalıştırmıyor!..

Zaten Hürriyet, "başörtülü"lerin sadece "günah"larını seviyor!.. Yani, sadece "başlarını açtıkları zaman" başörtülü fotoğraflarını yayınlıyor!.. Sırf, "böyleydi, böyle oldu" demek için!..

Anlayacağınız; Türkiye'de "başörtülü vekil eşi avı"na çıkan Hürriyet, kendi bünyesinde "başörtülü hanım" çalıştırmıyor!..

İşte, Emin'le sorunumuz burada!..

Hürriyet'te "başörtülü hanım" yok, Vakit'te ise "başı açık hanım" yok!.. Dolayısıyla, ortaya bir "uyum" ve "uzlaşma" sorunu çıkıyor!..

Tansel Hanım'ın "başı açık" olduğu için, "Emin'in Vakit'le uyumu" biraz zor olur!..

Ama, "o sorunu hallederiz" derse, buyursun gelsin!.. Kendisine kapılarımız sonuna kadar açık!..

Gelsin, Vakit'te yazsın!..

Üstelik Vakit'te, kesinlikle "sansür" yok... "Adam kovma" da yok!.. Ehh, "maaş bordrosu"nda görünen "2 milyar 313 milyon Törkiş lira"yı da herhalde verebiliriz!..

Yeter ki, "başörtüsü"nde uzlaşalım!..

Dikkat; bu, "resmî bir iş teklifi"dir!..

Düşün, taşın, cevap ver Emin!..

 

Asıl sorulması gereken!

Dün, Tayyip Bey'in basın toplantısını izlemişseniz, görmüş/duymuşsunuzdur... Bir gazeteci, "Abdullah Gül'ün eşi Hayrunnisa Hanım'ın başörtülü oluşunun gerginliğe yol açıp açmayacağını" soruyordu...

Tayyip Bey, cevabını verdi: "1. Cumhurbaşkanımız Atatürk'ün eşi ve annesine baksınlar da, ders alsınlar!"

Benim anlayamadığım şu: Bu mesele niye "temcit pilavı" gibi ikide bir gündeme getiriliyor?.. Ne yani; "başı açık" diye, ben Semra Sezer'den hiç rahatsızlık duydum mu?.. "Eşlerinin başı açık" diye Genelkurmay Başkanı'ndan, YÖK Başkanı'ndan, yüksek yargı organlarının başkanlarından rahatsızlık duydum mu?.. O halde, "Hayrunnisa hanımın başörtüsü" niye sorun yapılıyor ki?..

Eğer "sorun" ve "soru" yapılacaksa, şöyle konuşmak lazım: "Bu ülkedeki hanımların yüzde 70-75'i başörtülü iken, ülke yönetiminde niye başı açıklar hakim?"

Asıl bunu sormak ve sorgulamak lâzım!..

 

Hasan Karakaya / Vakit

Medya-Makale Haberleri

Abdurrahman Dilipak: Trump, DSÖ'den önce Gazze ve UCM'ye saldırdı
Acar Medya Nifak Çetesini İfşa Etti (VİDEO)
Abdurrahman Dilipak: Trump, DSÖ'den önce Gazze ve UCM'ye saldırdı
Abdurrahman Dilipak :Biyolojik bir savaşın içindeyiz
Abdurrahman Dilipak: Emekli olmanın dayanılmazlığı üzerine