Savaşsız ve barışsız bir durumda olmak, savaştan da yıpratıcıdır..
Ermenistan"la ilişkiler malûm..
Müslümanların Anadolu üzerindeki Bizans hâkimiyet etkisini kırmaya başladıkları miladî-1060"larda, Bizans"ın kendilerine olan baskısından şikayetçi ve muzdarib ve de olan Anadolu"nun yerli halklarından ermenilerle olan yakınlık ve işbirliği 1860"lara kadar, ciddî sürtüşmeler olmaksızın 800 yıl kadar sürmüş ve hattâ bu yakınlık, çok kere iç-içeliğe bile varmıştır..
Çünkü, ermeniler "qavm-i necîb" / asaletli kavim" sayılıyor ve asla ihanet etmiyecekleri düşünülüyordu.. Bu yüzden, diğer gayrimuslim unsurlara o kadar güvenilmezken, bu gayrimuslim halk, her türlü ruchaniyeti haiz idi.. Hattâ o kadar ki, Osmanlı ordusunun, -ki, bir ordunun en hassas yerlerinden birisi olan- mutfağı genelde ermenilere emanet edilirdi..
Ayrıca, Anadolu"nun hemen her yerinde şehirlerde "zanaat" erbabı olanların başında ermeniler geldiği gibi, İstanbul"dan ve Bursa gibi büyük merkezlerden ayrı olarak, Kars"tan Hemşin ve Trabzon"a doğru ve Erzurum- Erzincan Kelkit vâdisi boyunca, Sivas, Yozgat ve hattâ Merzifon"a ve oradan da Kayseri ve Adana (Klikya) civarına ve de Malatya, Harput, Diyarbekir, Mardin, Sason, Silvan, Maraş, Urfa ve Van"a kadar uzanan bütün her yerde de, ermeniler kitleler halinde ve hattâ, bu şehirlerin bazılarında neredeyse müslüman nüfusa denk bir sayıda idiler..
Ne var ki, asırlarca devletsiz yaşayan ve hattâ Osmanlı"yı kendi devletleri de bilen ermeniler, hele de, 1789- Fransız İhtilali"nden sonra bütün Avrupa"yı saran nasyonalist / kavmiyetçi cereyanların ve hem de, Osmanlı"nın artık dağılma sürecine girdiği gibi bir havanın yaşanmaya başladığı yallardan itibaren, ermeni kavmine mahsus bir vatan sahibi olmak şeklindeki emellere yönelen bazı genç nesillerinin elinde rehine hale gelmeye başladılar ve onların uluslararası yansımaları ve etkilenmeleri de bu akımı güçlendirdi.. 1860"larda başlayan ilk ermeni kıpırdanışları "Daşnaksutyun (Yurtseverler Birliği)" ve "Hinçak (Çan Sesi) gibi teşkilatların öncülüğündeki o ilk ermeni nasyonalistleri, şovenist silahlı mücadele birlikleri, kan akıtarak hedeflerine varmaya çalıştılar..
Giderek zayıflayan Osmanlı da, bu mücadelelerin daha bir hızlanmasına fırsat vermiş oldu..
Kanlı iç çatışmalar derken, müslüman halk da bu durumda, devletin zayıf kaldığını görerek, tepkiler verdi..
Halkların tepkisinin sağlıklı ve âdil olduğu ise, genel olarak düşünülemez.. Hele de, "vur-vuranın, kır-kıranın.." anlayışının egemen olduğu dönemlerde..
Büyük kırım oldu.. Ama, bu tek taraflı bir "katliâm" değil, bir "muqatele" / karşılıklı öldürüşme idi.. Son yıllarda bazı türkçü çevreler kendilerini temize çıkarmak isterken, "ermenileri öldürenlerin türkler değil, kürdler olduğunu" bile yüksek sesle, çeşitli mahfillerde ve hattâ tv. proğramlarında bile dile getirebilmişlerdir.. Halbuki, o zaman, "türk-kürd" vs. diye bir ayırım yoktu, "Ahali-i İslâm / müslüman halk" vardı, hangi etnik kavimden olursa olsun. Ve onların karşısında da, -özellikle o çöküş döneminde ortaya çıkarılmaya emperyalistlerce daha bir çalışılan- gayrimuslim unsurlar vardı..
Bu kanlı hesablaşmalarda ermeniler büyük can kaybına uğradılar da, müslüman halk uğramadı mı? Ama, o korkunç ilk Dünya Savaşı sırasında kan ve can veren onmilyonlarca müslümanların mazlûmiyet sadâsı ve kayıpları asla gözönünde bulundurulmadı.
Ermenistan, Sovyetler Birliği"nin içinde bir küçük federe cumhuriyet iken, Sovyetler"in dağılmasıyla, 1991 başında, müstakil/ bağımsız Ermenistan Devleti, ortaya çıktı..
Ve amma, o sırada, Azerbaycan Cumhûriyeti de doğuyordu, yeniden..
Ki, bu cumhûriyet"in 1920"lerde ilk doğuşu, daha sonra, M. Kemal"in Lenin"le anlaşmasının sonucunda yapayalnız ve Sovyetler"in kucağına bırakıverilmişti..
Ama, şimdi artık Sovyetler Birliği dağılınca yeni bir Azerbaycan doğuyordu..
Ama, bu doğuş sancılı olmuştu.. Çünkü, 1990 ayının Ocak ayında, ermenilerle azerîler arasında meydana gelen kanlı hadiseleri önlemek adına, Sovyet tankları Baku"ya girmiş ve yüzlerce insanı paletleri altında ezip geçmişti.. (O günlerde, Türkiye"nin hemen bütün büyük şehirlerinde Sovyet İşgaline karşı protesto gösterileri yapılırken, o günlerde bir kalb ameliyatı için Amerika"da bulunan C. Başkanı T. Özal"ın, bu gösterilerden rahatsız olup, "Bize ne Azerbaycan"dan?. Azerbaycan"la biz ne zaman birlikte olmuşuz ki.. Onlar şiî, bir sünnîyiz.." diye tuhaf bir açıklama yaptığını ve laik bir rejimin cumhurbaşkanınca bu sözlerin nasıl söylenebildiği üzerine, Özal"ın sert şekilde eleştirildiğini hatırlıyalım..)
*
Ve gencecik Ermenistan ve Azerbaycan cumhûriyetleri daha doğarken, birbirleriyle boğuşmaya başladılar.. Ve derken, Azerbaycan içindeki bir özerk bölge olan ve nüfusunun yüzde 85-90"ını ermenilerin oluşturduğu ve özerk bir statüye sahib bulunan Yukarı (Nagorno/ Dağlık) Karabağ bölgesini kurtarmak adına ilerliyen ermeni güçleri, Rusya"nın ve Fransa başta olmak üzere birçok uluslararası destekle, Azerbaycan güçlerini ve halkını ülkenin yüzde 20-25 kadarını teşkil eden topraklardan kaçmaya -geri çekilmeye zorladı..
(O zamanki TC Dışbakanı Hikmet Çetin, o işgal günlerinde, C. Başkanı Turgut Özal"ın kendisine, "Ermenistan sınırına bir tümen asker gönderelim.." dediğini, "niçin?" diye sorduğunda, "Belki korkarlar.." cevabını aldığını; bunun üzerine, "Ya korkmazlarsa.." diye karşı suali sorduğunda Özal"ın sustuğunu anlatmakta..)
Ve bu durum, 16-17 senedir, hâlâ da devam ediyor.. Ve yazık ki, Azerbaycan yöneticileri, özellikle bu son 16 senenin yaklaşık son 14 senesini oluşturan (-baba/oğul Haydar ve İlham) Aliev"ler saltanatı hiç bir şey yapamadı..
Yapmasına da imkan yoktu, neredeyse..
Çünkü, Sovyetler Birliği döneminden geriye kalan halkı müslüman cumhûriyetlerin en katı laik olanıdır, Azerbaycan halkı ve o halktan oluşan ordunun, güvenlik güçlerinin asıl gövdesi, manevî-ruhî/ kalbî bakımdan tam-takır bırakılmıştır ve bunun için de, bir mermi sesi işitince, herkes kaçıp gitmiştir.. Ermenistan ise, kendine özgü, etnik bir temele dayalı ve kadîm şarq kiliselerinden olan "ortodoks gregoryan" Ermeni Kilisesi"nin öncülüğünde ateşleyip geliştirdiği istiklal rûhunun bayrağını papazların eline vermiştir..
Azerbaycan yöneticileri, bu manevî temeli idrak edemedikçe, 2,5 milyonluk ve fakirliğin pençesindeki bir Ermenistan karşısında, 8 milyonluk ve petrol zenginliğine sahib bir ülke olmasına rağmen, ülkesinin yüzde 20-25 kadarını 17 senedir işgalden kurtaramıyan zilletli bir durumu bertaraf etmesi pek kolay ve mümkün değildir.. (Ama, o işgal günlerinde, İİC"nin Ermenistan"ı desteklediği iddiası, Türkiye"deki bir çok müslümanlarca bile ısrarla dile getirilebilmektedir.. Halbuki, o günlerde, 150 bin âzerî, Aras nehrinin güneyine, yani İran topraklarına sığınmış ve bunlar uzuuun yıllar İran"da barındırılmıştı.. Ayrıca, o günlerde, İran ermenilerinden bir silahlı grubun, gizlice Ermenistan"a geçmek isterken sınır kasabası Colfa civarında yakalanarak, nasıl cezalandırıldıklarını ermeniler çok iyi bilir.. Kezâ, 45 km. kadar olan İran- Ermenistan ortak sınırının, işgalden sonra fiilen 225 km."ye çıkmış olsa bile, İİC"nin bu sınırın bir takım andlaşma veya hukukî prosedürlerle değiştirilmesini asla kabul etmiyeceğini açıkladığını da belirtelim.. Ama, TRT-Türk"de 20 Ekim günü, saat 12.00 sularında yapılan bir yorumda, Hasan Kanbolat isimli bir -sözde- uzman kişi, Karabağ Savaşı sırasında İran"ın ermenileri desteklediğini iddia edebiliyordu..
Bu arada, halkının hemen tamamının, kağıt üzerinde de olsa, şiî müslüman olduğu bilinen Azerbaycan"daki bütün yöneticilerin (Elçibey, baba-oğul Alievler ve öncekilerin), kendi halklarının İİC"deki İslamî inqılab ve canlılıktan etkilenmemesi için, her türlü baskıyı engellediğini de hatırlayalım..)
Ermenilere karşı âzerîleri desteklemek adına Azerbaycan"a giden nice emekli subaylar ve genelde "ülkücü" diye isimlendirilen türkçü- nasyonalist grupların orada Mafia"nın bir parçası haline geldikleri de bilinmiyor değil..
*
Ermeni güçlerinin, başta Rusya olmak üzere ve de Kafkasya"da kendilerine bir hareket alanı açmak isteyen Fransa gibi bir çok ülkelerin yüksek askerî destekleriyle, kısa sürede Azerbaycan"ın dörtte birini işgal etmesi karşısında Türkiye, 16 sene önce, Ermenistan"ın Karabağ ve işgal ettiği diğer yerlerden çekilmesine kadar, kapıları kapattığını açıklamaktan öteye bir şey yapamadı..
Bu, Ermenistan"a büyük bir darbe oldu, muhakkak..
Ama, başta Aliev"ler saltanatı olmak üzere, Azerbaycan yöneticileri, hakkını izzetli yollarla almak ve gerekirse savaşmak gibi duygu ve düşüncelerden uzak oldukları için, aradan geçen 16 sene içinde ciddî hiçbir teşebbüsleri olmadı..
Ama, Türkiye kamuoyundaki "ermeni allerjisi"nden de güç aldığı için daha bir kolay uyandırılan Azerbaycan muhabbeti, Azerî yöneticilerin, TC dışsiyasetini ipotekleri altına almak gibi hayallerinin uygulamaya konulmasına yardımcı unsur oldu.. Ve hattâ o kadar ki, Haydar ve İlham Aliyev"ler ermeni liderleriyle bir kaç kez görüştükleri veya Türkiye"yi daha fazla baskı altına almak istedikleri zaman, Rusya"yla da "flört"ten kaçınmadıkları ve de Türkiye"nin azerîlere vize uygulamasını kaldırmasına rağmen, TC vatandaşlarının Azerbaycan"a gidebilmesi için vize şartını koruduğu halde.. Türkiye, hep aşağıdan aldı..
Ve bugünlerde görülmekte ki, Azerbaycan, Türkiye"nin Ermenistan"la ilişkilerini normalleştirmeye çalışmasına karşı, hem Azerbaycan"daki TC bayraklarını indirerek ve hem de TC içindeki bazı siyasî partileri tahrik ederek, yalan-yanlış söylentilerle, Türkiye"yi istediği gibi yönlendirmeye ve Ermenistan"la münasebetlerini normalleştirmesinin yolunu kesmeye çalışmakta..
Bu konuda, Ermenistan"la Türkiye arasında 10 Ekim 2009 günü Zurich"te imzalanan "protokol" üzerinde koparılan gürültülerin gerçeği yansıtmadığını mutlaka Devlet Bahçeli bile biliyordur herhalde, ama, o, hâlâ, ermenilerin Türkiye"yi aldattıkları ve oyuna getirdikleri ve Karabağ"ın satıldığı ve hattâ Ağrı Dağı"nın kime aid olduğunun müzakere edilebileceği gibi acaib uçuk iddialarla, toplumda "avanak avcılığı" rollerini üstlenmeye ağırlık veriyor.. Ve ilginçtir, Ermenistan tarafında da, Daşnaksutyun partisi tarafdarları, Ermenistan C. Başkanı Serj Serkisyan"ı, "Türkiye"nin oyuna gelmek ve aldanmak"la ve hattâ ihanetle suçluyorlar.. Hele Fransa ve Amerika"daki ermeni diasporası ise, "soykırım" iddialarının ve Türkiye"den toprak ve tazminat taleblerinin önüne sed çektiği gerekçesiyle Serkisyan"ı ölümle tehdid edecek derecede hırçın bir durumdalar..
Yani, iki tarafın aşırı uçları, tersinden birbirlerinin aynı durumundalar..
İlgi çekici olan durum şu ki, bugünkü Ermenistan yetkilileri, "Türkiye"yle anlaşmanın kendileri için hayatî derecede şart olduğunu" ve Türkiye ile iyi komşuluk ilişkilerine dayalı bir süreci başlatmak gerekliliğini belirtmekte ve uluslararası andlaşmalarla belirlenmiş olan sınırların tanındığını resmen taahhüd beyan ederek, bu yönde ortaya atılan spekülasyonların yolunu kesmekteler..
*
Evet, hasmınla savaşamıyorsan barış, barışamıyorsan savaş!..
Bu ikisinin arasında kalakalmak, insanların - toplumların hayatını daha bir yıpratıcı ve zehirleyicidir..
Azerbaycan bugünkü zilletli durumdan kurtulmak istiyorsa, Türkiye"yi kendi oyununa getirecek atraksiyonlara bel bağlamayı bir kenara bırakıp, kendisine aid toprakları kurtarmak için her türlü savunma hakkının kendisinde olduğunu hatırlamalı ve gerekirse savaşarak, hakkını almalı ve ülkesinin ve halkının şerefini, izzetini korumalıdır.
Ama, bunun için de, halkın canını uğrunda verebileceği ve topraktan da daha yüksek değerlerle donanması gerekmektedir..