Hayvan hakları yasası ne olacak?

Abdurrahman Dilipak

Bu yasa ne insanlara, ne de hayvanlara huzur vermeyecek, bu hali ile.

Aslında bu konu yasa konusu değil, ahlak sorunu. Elbette ortada bir vahşet varsa onun bir cezası da olacaktır. Bu da yasa ile değil, içtihad yolu, her olay için genel hukuk kuralları içinde değerlendirilebilir. Israrla, öteden beri söylediğim bir şey var: “Bitkilerin başına gelen, hayvanların da başına gelecektir. Hayvanların başına gelen, insanların da başına gelecektir”.

Bir ülkede ne kadar çok yasa varsa, özgürlükler o kadar azdır.

Bir ülkede ne kadar kapsamlı bir anayasa varsa, o ülkede hukuk o kadar sorunlu demektir.

Yasa ile tanımladığınız özgürlükler ve sınırlandırmalarda karar yetkisini politikacılara ve yargıçlara, uygulamaya ilişkin denetim, sınırlandırma ve cezalandırma düzenleme yetkisini bürokratlara verirsiniz. Onun için bazı şeyler “kayıtsız ve şartsız” olması gerekir. Bu alan, devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyet temeli ile ilgili konulardır.

Bu hayvan hakları yasası radikalleri de ılımlıları da tatmin etmedi. Bu yasa ne CHP’lileri ne de AK Partilileri tatmin etmedi. AK Parti içinde birtakım AKP’liler (!) günübirlik, “mavi boncuk” politikası ile geniş halk kitlelerini peşlerine takacaklarını zannediyorlar, ama bu politika kabak tadı verdi ve geri tepiyor. Hele toplumda, daha doğrusu STK’lar ve basında, akademik çevrelerde tartışılmadan, kamu kurum ve kuruluşlarından bilgi almadan alelacele, “ben yaptım oldu” mantığı ile yasa yaparak bir yere varılamaz. Kokusu sonra çıkar.

Birileri tercüme bir yasa üzerinden, ne yana çekersen o yana çekilecek bir dil ile tercüme hatalarını bile dikkate almadan yapılan yasalar, yönetmelikler, genelgeler, yönergeler, talimatlarla daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Adamına göre uygulamalar toplumda şaibeye sebeb oluyor. Dahası duruma göre ilk derece mahkemeleri, istinaf, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, AYM, AİHM hepsi birbirine giriyor. Bundan kimse yararlı çıkmıyor sonunda. Ülke bir “kanun çöplüğü”ne dönüyor. “Kanun devleti” ile “Hukuk devleti” aynı şey değil, bu arada! Bu kafa ile memleketi HW, SW ve bilgi çöplüğüne dönüştürmedik mi?

Tek parti döneminden gelen, darbe dönemlerinde yapılan birçok fosil yasa ile başımız dertte değil mi hâlâ. Hatta bugünkü anayasanın başımızın belası olması, darbe sonrası yapılan düzenlemeler değil mi? Bir yandan darbeleri ve darbecileri yargılıyoruz, öte yandan; darbe anayasaları ile yönetiliyoruz. Yarım asrı aşan bir süre oldu, hâlâ anayasanın başlangıcı, değiştirilmesi teklif dahil edilemeyen maddeleri, bazı kavramlar ve kurumlarla ilgili düzenlemeler düzeltilemiyor.

Hâlâ şapka giyme zorunluluğu var. Hâlâ türbeler yasak güya, sorun sadece Eyyüb Sultan, ya da Bursa’daki, İstanbul’daki sultan türbeleri ya da Mevlana, Hacı Bayram, Hacı Bektaş-ı Veli türbeleri değil, mesela Anıtkabir de türbe oldu fiilen. Bu yasalar Anayasanın himayesinde. Hâlâ “Bey, Paşa, Efendi, Hacı, Hoca, Şeyh” demek yasak! Maske, aşı dayatması da aslında aynı dayatmanın bir başka tezahürü. Daha ilk gündem oturumu yöneten başkan, kanunun kabulünden sonra “Bundan sonra hacı hoca şeyh, efendi demek yasak anlaşıldı mı efendim” demişti.

Mizah konusu bu yasa yapma şekli sadece tek parti dönemlerinde değil, darbe dönemlerinde yoğun olarak yapılsa da, günümüzde de hâlâ devam ediyor. Bakınız İstanbul Sözleşmesi, Lanzarote ve son olarak “Hayvan Hakları Yasası”. Bu yasalar çıkmadan metne ulaşmak bile mümkün olmuyor. Sonra birileri bu işin günah keçisi ilan edilmeye çalışılıyor. Sonunda herkes birbirini suçluyor. Çünkü kanun teklifini imzalayanlar bile metni okumamış olabiliyor. Hatta Mecliste kanun teklifini savunanlar bile konuya hakim olmayabiliyorlar. İstanbul sözleşmesinin bu şekilde geçmesinin sorumlusu kim şimdi? Sözleşmeden geri çekildik. Peki bunun faturasını kim ödeyecek. Yaşananlar, dayatanların yanına kâr mı kalacak. Bu kadar dağılan aileler, yaşanan sorunların hesabı sorulmayacak mı?

18 Temmuz 1932’de Arapça ezan yasağı başlamıştı. Sonra aslına döndürüldü ama o işin sorumlularının yaptıkları yanlarına kaldı. Bugünlerde 2011’de Lanzarote bakanlar kurulu kararıyla yürürlüğe girmişti. O sözleşmenin İstanbul sözleşmesinden geri kalır yanı yok. Ondan niye çekilmiyoruz. CEDAW darbecilerin başımıza bela ettiği bir sözleşme, darbecileri mahkûm ettik ama yedikleri haltın faturasını hâlâ milletçe ödemeye devam ediyoruz.

Devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyet sebebleri vardır. O sebebler ortadan kalkmışsa geriye kalan zulümdür aslında. Bütün bunlar, mal, can, namus, akıl-inanç ve nesil emniyetinin korunması için vardır. Bunları korumayan her düzenleme suç aletidir, her uygulayıcı suçludur. Evet hukuka uygun olmayan yasa suç aletidir. Yoksa, Hitler’in de, Mussolini’nin de, Stalin’in de devleti bürokrasisi, yargısı, yasası, anayasası vardı ve her şey usulüne uygun yapılıyordu.

Hayvan hakları yasasını savunan bazı yazarlar, “yaratılış” açısından değil, “varoluş” açısından bakıyordu olaya. Onlara göre, tam da “Nesnelerarası iletişim”e uygun bir mantıkla “Hayvanlar, bitkiler hava, su, toprak dünya hayatında kader arkadaşı”ydı(!). Oysa kutsal kitap akıl sahibi insanı diğerlerine karşı sorumlu kılıyor ve onu yüceltiyordu. Yani sadece “can” temelinde bir ortaklıktan söz etmiyordu. Çünkü konu sadece “bilinç” ve “vijdan” sorunu değildi. Nedense bizim aydınlar “Din”i bir sorumluluk alanı olarak hep ıskalıyorlar. Bilim, STK ve Media da zaten, hiyerarşi için herkese haddinin bildirildiği, “parayı verenin düdüğü çaldığı”, “Sahibinin sesi” konumuna indirgenmiş, sağının da solunun da bir şekilde kabullendiği bir pozisyon olarak önümüzde duruyor.

Son günlerde AK Parti’de ilginç şeyler oluyor. Mesela 6 ay sonra, hem de 15 Temmuz’un yıldönümünde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bulu’yu görevden aldı! “Kimse bana hikaye anlatmasın” diyen bizim Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ali İhsan Karahasanoğlu, görevden alma işleminin bir darbe girişimi olduğunu söyledi. Melih Bulu’nun “15 Temmuz şakası mı” diye karşıladığı haberi, Tahir Çalgüner Türkiye’deki ABD lobisinin yaptığı görüşünde. Sorunu “Biden Faktörü” ile açıklıyor. 15 Temmuz’da TRT’ye yapılan atamanın, o isimler üzerinden gündemi başka yere çekeceği hesap edilemedi mi, en azından. 6 aydır tartışılan bir rektörün görevden alınacağı neden kendine önceden bildirilmiyor, ya da kendinin görevden istifası veya affını istemesi düşünülmüyor? 2 gün öncesinden Erdoğan İsrail Cumhurbaşkanı ile 40 dakika görüşüyor, ama içeride yeterli bir açıklama yok. Bir kısım media hiç oralı değil, bir kısmı ise İsrail ve batı basını üzerinden aktarıyor haberi.

Sahi Kurban Bayramı öncesi Hayvan Hakları Yasasının alel acele meclise getirip geçiren akıl nasıl bir akıl. Erdoğan’ın böyle dostları varken, başka düşmana ihtiyacı yok. 15 Temmuz’un 5 yıl sonra toplumsal hafızadaki karşılığını bu yılki sivil katılımda gördük! Sorunun sadece “yaver” sorunu olmadığı açık! “AKP’nin Papatyaları” davası ile ilgili süreci de başından beri herhalde böyle bir akıl yönetiyor. İnşallah memleketi yöneten herkesin aklı böyle çalışmıyordur. Selâm ve dua ile..