"İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciûn."
Gün geçmiyor ki bir katliam haberiyle sarsılmış olmayalım. Belirli aralıklarla, bitip tükenmek bilmeyen saldırılar pervasızca devam ediyor... Siyonist işgalciler gerçekleştirdikleri son saldırıda aralarında çocukların da bulunduğu 25 cana kıydılar. 75 dolayında yaralı var...
14 Mayıs 1948 tarihinden öncesi de olmak üzere (İngiliz işgalinden bu yana) "Namus-u Ekber"imiz olan kutsal Filistin topraklarında zamana yayılmış bir soykırım yaşanmaktadır.
Hiç kuşkusuz, 1917 yılında (Filistin toprakları henüz Osmanlı'nın himayesindeyken) Galiçya'ya gönderdiğimiz 20 bin askerimizi Filistin'e yollasaydık, İngiliz saldırılarını Çanakkale'de olduğu gibi burada da geri püskürtebilirdik. Ama olur mu? Müttefikimiz Avusturya-Macaristan ve Almanya'nın ricasını kıramadık ve Filistin'deki komutanımızın yardım çağrılarına, yardım çığlıklarına kulak tıkadık ve Filistin İngiliz askerleri tarafından mukavemet görmeden işgal edildi. Bu konuda vebâlimiz büyük. O yıllarda başta Kuzey Afrika ve Batı Asya olmak üzere birçok İslâm coğrafyası İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar tarafından işgal edilmişti. Uzun yıllar bu kan içici işgalcilere karşı kurtuluş savaşları verildi. Bu amansız mücadele sürecinde birçok belde kurtarıldı/bağımsızlığına kavuştu ancak İngilizler (Filistin topraklarını işgal etmeden önce) "Balfour Deklarasyonu" ile Siyonist Yahudilere, Filistin topraklarında devlet vaadinde bulunduğu için burasını 1948 yılının 14 Mayıs'ına kadar elinde tuttu. 14 Mayıs 1948 yılında ise Birleşmiş Milletler'i devreye sokarak Filistin topraklarının % 54'ünü Siyonist Yahudilere verdi. Filistinliler o tarihi "kara gün" ilan etmişlerdi. Bu ismi vermekle haksız değillerdi. Zira ilk günden itibaren Filistinliler için kara günler başlamıştı. Evet, ne yazık ki, Birleşmiş Milletler Siyonist İsrail'i "devlet" ilan ettiği gün Filistinlilere yönelik katliam başlamıştı. Bu katliam; bu zamana yayılmış soykırım o gün bugündür kesintisiz bir şekilde devam etmektedir. Bahanesiz bir şekilde her fırsatta yaptıkları işgal ve katliamlarla ellerinde tuttukları toprakları mütemadiyen genişletmektedirler. Sürekli olarak Filistinlilere ait (ki bütün Filistin toprakları denizden nehire Filistinlilere aittir) bahçeleri ve zeytin tarlalarını talan ederek işgale devam ediyorlar. Filistinlilerin evlerini barklarını buldozerlerle yıkıp kendilerine yerleşim alanı açıyorlar. Bu uzun soluklu işgal ve katliam sürecinde Batı Şeria tamamen parçalara ayrılıp tarumar edildi. Filistinlilerin elinde kala kala sadece Gazze şeridi kaldı. Şu an itibariyle Filistin topraklarının % 87'si işgal altında. En son "Yüzyılın Anlaşması" ve "Abraham Sözleşmesi" adı altında Suriye, Irak, Lübnan, Yemen ve Katar'ın haricindeki ABD piyonu Arap ülkeleri ile vardıkları mutabakatla yeni yeni konsorsiyumlar oluşturup mazlum Gazze halkını Sina Yarımadası'na sürmenin/iskân ettirmenin derdindeler. ABD güdümlü Arap ülkelerinin çoğu direniş ruhundan ve direniş cephesinden rahatsız oluyorlar. Bu yüzden "Direniş Cephesi"nin destekçisi, finansörü, eğitip donatanı olan İran İslâm Cumhuriyeti'ne ve Suriye devletine düşmanlar. "Hocaefendi" ve "yazar" kılıklı piyonları vasıtasıyla olmadık iftira ve tezviratlarda bulunarak alçakça saldırılarını sürdürüyorlar. Özellikle büyük şehid Kudüs Gücü Komutanı General Hacı Kasım Süleymanî üzerinden hücum ediyorlar. Oysa dönemin ABD Başkanı Trump bizzat kendi talimatı ile gerçekleştirilen suikastın akabinde yaptığı beyanat ile, "Yüzlerce Amerikan askerini öldürmüştü" demişti. Siyonist çete lideri Netanyahu ise, "Gelmiş geçmiş en büyük düşmanımızdan kurtulduk" ifadesini kullanmıştı. Beyanatlarda bulunmasalar da aynı sevinci bazı Arap ülkelerinin liderleri de yaşamıştı. Hatta Netanyahu ile görüntülü telefon bağlantısı yaparak tebrikleşenler olmuştu. Bakınız bugün gelinen nokta itibariyle Arap ülkelerinin pek çoğu, akılları sıra kendi huzurları için "ver kurtul" mantığını güdüyorlar. Bu yüzden Siyonist katil sürüsü ile işbirliği ve dayanışma içerisindeler. Bildiğiniz üzere başta Hamas ve İslâmî Cihad olmak üzere Filistinli direniş gruplarının tümü Suudi Arabistan nezdinde "terörist örgüt" listesinde. Bu nedenle yüzlerce Filistinli genç terörist muamelesi görerek Suudi Arabistan ve Ürdün hapishanelerinde tutulmaktadır. Halbuki bütün Filistin topraklarını Filistinlilerden arındırsanız (boşaltsanız) sanıyor musunuz ki Siyonist çete bununla yetinecek? Asla! Çünkü onların akidelerine göre "Arz-ı Mevûd" toprakları Türkiye'nin güneydoğusu dahil olmak üzere bütün Mezopotamya topraklarını kapsamaktadır. Onlar nihai hedef olarak böylesi bir akideye sahipler. Bölgedeki Arap ülkeleri Siyonist düşmanın bu hinliğinden haberdar değiller gibi hareket ediyorlar. Hatta şu gerçeği de ifade etmiş olalım ki, Siyonistlerin "Arz-ı Mevûd" toprakları sadece Mezopotamya ile sınırlı değil, İran ve Azerbaycan topraklarının bir kısmını da kapsamaktadır. Bu yüzden devrim günlerinden bu yana İran'la savaş hâlindeler. Ve buna istinaden Aliyev hükümeti ile işbirliği yaparak Azerbaycan topraklarında kurdukları askerî üslerle İran'ı kuzeyden kuşatmanın derdindeler... Kısacası Siyonist düşman uyumuyor ve çok yönlü çalışıyor. Düşünebiliyor musunuz? Fas bir Müslüman ülke olarak Afrika'nın kuzeybatı ucunda ama Siyonist çete gidip Fas hükümeti ile masaya oturuyor ve onlarla sadece ticarî değil askerî alanda da işbirliği anlaşmaları yapıyor. Biz Müslümanlar olarak nasıl kahrolmayalım? Bu ne alçaklık, bu ne ihanet böyle? Hiç kimse kusura bakmasın hangi Müslüman ülke Siyonist çete ile diplomatik ilişki kurup dirsek temasına geçiyorsa bu sadece mazlum Filistin halkına değil tüm ümmete yönelik ihanettir. Zaten bütün mezheplerin fıkhına göre Siyonist katillerle diplomatik ve her türlü ticarî ilişki haramdır. Hele askerî işbirliği küllüm/total/kebahir günahtır, Allah'a şirk koşmaktır. Filistin topraklarında her Allah'ın günü işgal ve bombalamalar devam edecek, insanlar kadın, yaşlı genç demeden ve ayrım gözetmeden pervasızca öldürülecek, masum çocuklar acımasızca katledilecek siz ise bu katil sürüsü ile işbirliği yapacaksınız. Bu mümkün değil, bu asla kabul edilebilir bir durum değil. Bakınız olmaz ya, velev ki Filistinliler artık dayanılmaz bir raddeye gelerek, yaşanan katliamlardan dolayı büyük bir yılgınlığa gark olmuş vaziyette teslim bayrağını çekseler ve Siyonist çete katliamlarından vazgeçse yine de ümmet olarak bizim Siyonist çeteyi işgalci görmek ve onları işgal ettikleri topraklardan çıkarmak zorundayız. Bizim için "Namus-u Ekber" olan Filistin topraklarına imânımız ve aidiyet hissimiz gereği bakışımız bu olmalı. Olayın bir başka boyutu ise, az önce "Var sayalım ki Filistinliler teslim bayrağını çektiler ve orada esaret altında yaşamak istiyorlar!" demiştik. Böyle bir durum olsa bile Filistinlilerin o topraklarda, o vaziyette bile yaşamaları Siyonistlerin inandığı muharref Tevrat'a göre zinhar haramdır ve o toprakları terk etmek zorundadırlar. Bakınız muharref Tevrat inananlarına nasıl insanlık dışı talimatlar veriyor: (Böyle bir kitap Allah kelâmı olabilir mi?)
"Acımayacaksın, öldüreceksin. Sen benim topuzum, cenk silahımsın, seninle milletleri kuracağım, ülkeleri helak edeceğim... ve seninle erkeği ve kadını kıracağım, ve seninle kocamış adamı ve genci kıracağım; ve seninle genç adamı ve ere varmamış kızı kıracağım; ve seninle çobanla sürüsünü kıracağım; ve seninle çiftçiyle öküzlerini kıracağım; ve seninle valiyi ve kaymakamı kıracağım, darmadağın edeceğim." (Yeremya:51/20-
23)
"Onları tamamen yok edeceksin, onlarla ahitleşmeyeceksin, onlara acımayacaksın." (Tesniye:7/1-3)
"Mülklerini alacağımız milletlerin yüksek dağlar üzerinde, ve tepeler üzerinde, ve her yeşil ağaç altında ilâhlarına ibadet ettikleri bütün yerleri mutlaka harab edeceksiniz." (Tesniye:11/23-25)
"Ve silahları, gençleri çocukları ve hamile kadınları yere çalacak ve rahim semeresine acımayacaklar, hamile kadınların karınları deşilecek, gözleri çocukları acımayacak, esirgemeyecek." (İşaya: bab 13, ayet 15-18) Evet, Siyonist işgalcilerin inançları bu..
Bakınız ellerindeki muharref Tevrat'tan ilham alan Siyonist katil sürüsünün milletvekili bayan (Evimiz Yahudi Partisi Milletvekili) Ayelet Shaked Knesset'te yaptığı konuşmada en ufak vicdan, haya ve utanma duygusu taşımdan aleni bir şekilde hamile kadınların öldürülmelerini teşvik ederek, "Daha fazla yılan yetiştirmemeleri için kadınları ve özellikle hamile kadınları de öldürelim" diyor. Sayın okuyucumuz gördüğünüz üzere bu katil sürüsünün, bu şekilde pervasızca gözleri dönmüş, bunlar zerre kadar vicdan ve insanlıktan nasip almamış...
An itibariyle biz bu satırları yazdığımız esnada mazlum Filistin halkı tekrar bombalanmaya başlandı. Ümmetin siyasî liderlerinin ekseriyeti üç maymunu oynuyor. Suudi Arabistan'ın güdümünde olan, aslında Filistin davasına sahip çıkmak için kurulmuş olan İslâm İşbirliği Teşkilatı'ndan yine her zaman olduğu gibi ses çıkmıyor. Bir Müslüman olarak, "Yazıklar olsun" demekten kendimizi alamıyoruz. Ümmet olarak 2 milyara varan nüfus poransiyelimizle Filistinli kardeşlerimizi böylesine yalnız, böylesine çaresiz ve böylesine naçar bırakmamalıydık. Sadece Şehid Şeyh Ahmet Yasin'in ve Şehid Abdülaziz Rantisi'nin ruhu değil, Filistin davası uğruna hayatlarını feda ederek şehit olanların tümü mahşer günü bizden davacı olacaklardır...
Fakat teselli babında şunu da ifade etmiş olalım ki, söz konusu ettiğimiz vebâlden kurtulmak için "Direniş Cephesi" Siyonist işgalcilere karşı amansız bir şekilde dört koldan mücadele vermektedir. İran'ın Devrim Muhafızları Ordusu bünyesindeki Kudüs Gücü, Suriye'nin ulusal ordusu, Lübnan Hizbullah'ı, Hamas'ın askerî kanadı İzzettin Kassam Tugayları ve İslâmî Cihad gibi Filistinli silahlı örgütlerin tümü bütün bileşenleriyle "Direniş Cephesi"ni oluşturmaktadır. Çeşitli iftira ve tezvirstlara rağmen, "Direniş Cephesi" İslâm ümmetinin onur kaynağı ve yüz akıdır. Eğer "Direniş Cephesi" olmasaydı ne Güney Lübnan toprakları ve ne de Gazze kurtarılırdı. Hatırlayınız, 1982 yılında Siyonist çete başta Sabra ve Şatilla mülteci kampları olmak üzere insanlık dışı katliamlar yaparak Başkent Beyrut'a kadar Güney Lübnan topraklarını işgal etmişti. İran Devrim Muhafızları Ordusu bünyesindeki Kudüs Gücü'nün devreye girmesi ile Suriye'nin verdiği lojistik destek ve Hizbullah'ın verdiği mukavemet sayesinde uzun soluklu sürdürdükleri mücadeleler sonucu, bi iznillâh Siyonist işgalcilere tarihlerinde ilk defa yenilgi tattırmıştı. Yine aynı şekilde tünellerden ve başka yerlerden Gazze'nin cengâver evlâtlarına İran ve Suriye'ye ait o silahlar, o konvansiyonel füzeler ulaştırılmasaydı Siyonist çete 2005 yılında Gazze'yi asla terk etmeyecekti. Siyonist çete 2008'de, 2012'de, 2014'te ve sonrasında muhtelif zamanlarda Gazze'yi işgale koyuldu ama her seferinde "Direniş Cephesi"nden yediği darbelerle zillet içerisinde geri çekilmek zorunda kaldı. Siyonist çete bugünlerde de Gazze'ye yönelik orantısız güç kullanarak saldırıyor ve çoluk çocuk demeden katliam yapıyor. Buna rağmen Gazze'nin yiğit evlâtlarını sindiremiyor. İran ve Suriye'ye ait füzeler işgalcilerin başlarına yağmaya başlayınca fareler gibi sığınaklara/dehlizlere kaçıyorlar. Ama kaçarken de namertliklerinden/kahpeliklerinden geri kalmayıp masum sivil ve çocukları hedef alıyorlar. Bu insanlık dışı katliamlar karşısında İslâm İşbirliği Teşkilatı'ndan ses çıkmıyor. Oysa İslâm İşbirliği Teşkilatı Filistin davasına sahip çıkmak için kurulmuştu. Aynı şekilde Müslüman ülkelerin hemen hemen hepsi bu katliamlar karşısında pasif diplomatik kınamalarla yetiniyor. Oysa Merhum Erbakan'ın da ifade ettiği gibi, "Siyonistler laftan değil güçten anlar." Şu hâlde Müslüman ülkelerin başındadski siyasîlerin yapacağı tek şek ortak barış gücü oluşturup "Namus-u Ekber"imiz olan kutsal Filistin topraklarımızı kurtarmak. Zira Filistin davası siyasetçileriyle, sivil halkı ile bütün ümmete emanet edilmiş bulunmaktadır. Filistin'de işgal edilmiş her karış toprak aslında her Müslümanın evinden/barkından koparılmış bir parçadır. Bu böyle bilinip idrak edilmeli. Filistin toprakları ile ümmet arasında her şeyden önce "ilâhî velayet bağı" mevcuttur. Her bombalama sonucunda oradan arşa yükselen feryad Müslümanların kulaklarında yankılanmalı ve vicdanlarını harekete geçirmeli. En azından yapılan protesto eylemleri sönük geçmemeli, binler değil, milyonlar bu eylemlere iştirak etmeli. İştirak etmeli ki, oluşturulan baskı gruplarıyla siyasîler de harekete geçmeli. "Direniş Cephesi" marjinal kalmamalı. Neden diğer Müslüman ülkeler bu cephede kendilerine bir alan açmıyorlar? Oysa dayanışma ve birlikten kuvvet doğar... (Hazım Koral - İslamianaliz)