HDP birinci parti olsa…

Ahmet Taşgetiren

Refah Partisi için açılan kapatma davasının gerekçesinde “yakın tehlike olma” ifadesi vardı.

Yüzde 22 oy aldığı, birinci parti olduğu ve bu özelliği sebebiyle hükümeti kurma görevine hak kazandığı için…

İktidardan düşürüldü, kapatma davası açıldı ve kapatıldı.

Refah yüzde 5’lerde, 10’larda kalsaydı, belki yine de “tehlike” olarak görülürdü ama en azından “yakın tehlike” gerekçesiyle kapatılmak gibi bir durumla karşı karşıya kalınmazdı. Ama ilginç olan şu ki partiler oy artırmak ve iktidar olmak için kurulurlar.

O zamanki mantık “Geldiğinde demokrasiyi kaldırıp şeriatı getirecek olan bir siyasi partiye demokratik ortamda hayat hakkı tanınır mı?” sorusu etrafında şekilleniyordu.

Bu mantık 2008’de, üstelik yüzde 47 ile iktidardayken Ak Parti’ye karşı kullanıldı. “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak” suçlamasıyla kapatma davası açıldı ve parti benim ifademle “ipten döndü.” Parti “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmasına odağı idi ama, büyük ihtimal kimi iç pazarlıkların ürünü olarak kapatmak yerine hazine yardımından kesinti ile cezalandırmak” tercih edildi.

Bugün Türkiye demokrasisi “HDP’yi ne yapmalı?” sorusu etrafında kıvranıyor.

Şu andaki konforumuz, HDP’nin parlamenter sistemde olduğu gibi henüz birinci parti olup hükümet kuracak, ya da mevcut sistemde Cumhurbaşkanı adayını seçtirecek oy potansiyeline sahip olmaması… Yani farzı muhal HDP yüzde 50 artı 1 oy alabilse ve içinden bir Cumhurbaşkanı çıkarabilse sistemimiz ne yapardı?

Eh şimdilik öyle bir “tehlike!” yok. Rahat nefes alabiliriz, HDP’ye oy verenler henüz o kadar çoğalmadılar!

O kadar çoğalmadılar ama bugünkü oy varlıkları ile bile başka denklemde tehlike oluşturuyorlar.

Ya da şöyle söyleyelim: Bir yerde dururlarsa tehlike değiller, başka pozisyon seçerlerse tehlike haline geliyorlar.

HDP’ye oy veren vatandaşlar (sahi onlar da bu ülkenin vatandaşı) kendi konumlarına bakıp, hayretler içinde kalsalar yadırganmaz.

Şu pozisyonda tehlikesin, şu pozisyonda el üstünde tutuluyorsun.

Vaktiyle bizler, yani oy verip vermemek önemli değil, Refah çizgisiyle bir şekilde aidiyet kuranlar, “öz yurdunda garipsin öz vatanında parya” diye tanımlardık ülkedeki pozisyonumuzu.

HDP, Kürt vatandaşlarımızın yoğunlaştığı bir parti. Partileri hakkında bunca yazılan ve yapılanlara bakınca ne hissediyorlardır dersiniz?

Bizlere gelince, bizler, yani dünün “potansiyel tehdit” diye nitelenenler, artık yargılama pozisyonunda mı hissediyoruz kendimizi? Devletin tüm reflekslerini biz mi üstlendik? Sistemin problem olarak gördüklerini biz de problem olarak görmeye mi başladık? HDP’ye oy veren ve çoğunluğu Kürt olan vatandaşlar “Biz”e de kurulu düzenin dışlayıcı, hükmedici, güç kullanıcı aparatları olarak mı baksınlar artık?

“Biz” neyiz, kimiz sahi? CHP’nin bile mesafe koymaya çalıştığı Kemalist kodların yeniden bedenlendiği bir siyasi hadise miyiz?

HDP rakip alana mesafe koysa onunla bir derdi yok arkadaşların. Ne Kandil derdi olacak ne İmralı… Kim bilir belki “Silivri’deki” bile “Gel ekibinin başına geç” diyerek tahliye edilebilir. Yargımızın o marifetleri de olabilir pekâlâ. HDP’nin 6’lı masaya yönelik hem de tam kendi hesapları çerçevesindeki itirazları iktidarın medya dilinde çok çok sevimli bulunmuyor mu?

Öcalan’ın mahali seçimlerde ekranlara taşınan mesajı, HDP’ye sadece “tarafsız kalın” çağrısı yapmıyor muydu? Demek HDP’nin tarafsız kalması bile Öcalan’a devlet nezdinde itibar kazandırıyor.

O zaman neresi tehlike oluyor HDP’nin?

“HDP’li birine bakanlık verilir mi?”yi tartışıyoruz ya… Hadi sormaya devam edelim:

-HDP’liler Meclis’e girebilir mi? HDP’li biri Meclis Başkanvekili olabilir mi? HDP hazine yardımı alabilir mi? HDP’li birisi belediye başkanı seçilebilir mi?

Bu soruların varıp dayanacağı yer ülkenin milyonlarca insanında “HDP’ye oy verenler bu ülkede yaşayabilir mi?” şeklinde hesaplaşma duygusunun oluşmasıdır.

“Biz” dedim ya yukarda tırnak içinde, işte o “Biz” bugün empati yapma vasfını kaybedip kaybetmediği sorgulaması ile karşı karşıya.

***

Yazıyı noktalamadan Selahattin Demirtaş’ın Kobani davasındaki savunmasında yaptığı “PKK silah bırakmalı. Devlet bunu Öcalan’la görüşmeli” çağrısına temas etmek isterim. Bu çağrının “PKK silah bırakmalı” bölümü bence önemli. Bunu Demirtaş’ın yapması önemli.

“Öcalan’la görüşme” kısmı devletin hiç yapmadığı bir şey değil. Belki şu anda da yapılıyordur. Bence HDP de Demirtaş’ın bu çağrısını daha etkili biçimde meydanlara taşımalı.