Şu sıralar iktidara yakın medya, HDP adına yapılan açıklamalardan pek mutlu. Mesela Pervin Buldan’ın “Hiç kimse Kürtlerin oyunu çantada keklik görmesin. Kürtler kimseye mecbur ve mahkum değildir” cümlesi köşeden köşeye dolaşıyor. Manşetlere çıksa yeri. Çünkü heyecan uyandırıyor. Selahattin Demirtaş’ın da hiçbir şeyi olmasa dahi, buna benzer cümlesi itibar görüyor iktidar cenahında.
Heyecanın kaynağı belli: Bu söylem HDP’nin Millet İttifak’na mesafe koyması ihtimalini akla getiriyor. HDP Millet İttifakı’na mesafe koyarsa, Cumhur İttifakı’nın 2023 hesabı garanti haline geliyor.
Bu durumda iktidar cenahının HDP politikası şöyle şekilleniyor:
-Bir yandan HDP’yi “terörün siyasi uzantısı” diye niteleyip, onunla her türlü birlikteliği şeytanlaştırmak.
-Diğer yandan bu şeytanlaştırma sonucu halkta oluşması muhtemel tepkilerden çekinen muhalefetin HDP ile araya mesafe koyma reflekslerini HDP cenahında “haysiyet meselesi” haline getirmek.
-Sonuç itibariyle HDP oyları, Cumhur İttifakı’nın yanında olmayacağına göre, kimseye yar olmasın, sonucuna ulaşmak.
Bu tarz bir operasyon, hatırlayalım, mahalli seçimler sürecinde yaşanmıştı. Üstelik normal zamanlarda “terörist başı” olan Abdullah Öcalan’dan mektup getirtip, siyaset zeminine monte etmek suretiyle. Ne isteniyordu “terörist başı”nın mektubunda? “HDP’nin seçimlerde bağımsız hareket etmesi” değil mi?
Bu operasyonun iktidarın bilgisi ve yönlendirmesi çerçevesinde gerçekleştiğini tahmin etmek zor değildi. Çünkü “terörist başı” ile temas iktidar organlarının bilgisi dışında olamazdı, “terörist başı” da aklına eseni en kritik siyasi çekişmenin yaşandığı ortama iletemezdi. Mesela “terörist başı”nın Kürtler’i İstanbul’da iktidar aleyhinde bir davranışa teşvik ettiği bir mesajın açıklanmasına izin vereceğini tasavvur etmek mümkün mü?
Yerel seçimlerde HDP’nin oyları son derece belirleyiciydi, ancak tarafsız kalması durumunda Binali Yıldırım’ın şansı olabilirdi, -terörst başı-ndan mesaj getirtildi, ancak o da ters tepti, çünkü bu defa olayı seyreden insanlar, bu ilkesizliğe, siyasi çıkarcılık adına her türlü operasyonun meşru görülmesine tepki gösterdi ve 16 binlik oy farkı 800 bine çıktı.
Buna bir de “terörist başı”nın biraderi Osman Öcalan’ın tam seçim öncesinde TRT Kürdi’ye çıkarılması eklenince, Kürtler’in nasıl bir siyasi hesap konusu haline getirildiği ayan beyan ortaya çıktı ve onun tepkiselliği sonuçlara yansıdı.
İnsanın aklına şu gelmiyor değil: Davası ekranlarda görülen ve her önüne gelenin iddianamesine katkı sağladığı kişi olarak Selahattin Demirtaş’a Ali Kemal Özcan türü bir “eleman” gönderilip, şöyle, Millet İttifakı’nı yukardan aşağıya sıvayan bir demeç alınsa nasıl olur? Olur mu olur. Öcalan’dan mektup getiriliyor da Demirtaş’tan neden getirilmesin?
Türkiye siyaseti bu, ne verirseniz yenir.
Kürtler olan biteni seyreder. Nasıl bir pazarlığın konusu olduklarını acı gülümsemelerle izler.
Bir yanda kapatma davası. Yüzlerce kişiye siyasi yasak. Bir tür kök kazıma. Sopa yani.
Diğer yanda “terörist başı”ndan gelecek mektubu siyaset meydanına taşımaya kadar varan bir esneklik.
Evet esneklik. Havuç yani.
-Bakın biz istersek, terörist başı siyaset meydanına mektup bile yazabilir, görüntüsü.
Havuç bizim elimizde yani.
Geçen yazdım ya, “Sokaktaki sade Kürt vatandaş böyle böyle bilinçlendiriliyor.” “terörist başı” demek de işe yarıyor, terör destekçisi suçlaması da, sandıkta bize oy vermesi de, ara sıra dövmek de, döve döve hizaya getirmek de, bazen karşı tarafa çektikleri zılgıt da…. Bunlara bakan Kürt vatandaş da, kaçınılmaz olarak samimiyet sorgulaması yapıyor…
“Kürt meselesi”ne samimiyetle çözüm arandığı günlerden Makyavelizmin her davranışa damga vurduğu bu günlere.
Oysa bu Makyavelist tavrın, bilinçleri zehirlediğini çok iyi anlamamız lazım. Kalıcı hasar gerçekleşiyor, kimse farkında gözükmüyor.
Muhalefet de bu kıskacın içinde.
Bunlar, “Kürt politikası” diye dışarda bir yerlerde masa kurulmuşsa, -ki yüz yıldır var o masalar- onların işine yarıyor.
Ne diyeyim, siyasi hesaplar her türlü sağduyuyu baskılıyor.