Röportaj: Ersin Çelik / Haber 7
Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun da içinde bulunduğu helikopter kazası sonrasında, çekim amacıyla gittiği kaza bölgesinde, donma tehlikesine rağmen, 'sivil olduğu' gerekçesiyle bir komutan tarafından askeri helikoptere binmesi engellenerek dağ başında bırakılan Cihan Haber Ajansı muhabiri Lütfi Aykurt, yaşadıklarını Haber 7'ye anlattı.
Abdulhamit Bilici'nin, Zaman Gazetesi'ndeki köşesinde konuyu ele almasıyla bir anda gündemde bomba etkisi yapan olayın baş kahramanı olan Cihan Muhabiri Lütfi Aykurt'la Fatih'te bir haber için yapılan çekimler arasında konuştuk. Aykurt aslında İstanbul'da görevli bir muhabir. Elim kazanın meydana gelmesinden sonra, takviye ekip olarak Kahramanmaraş'a gönderilmiş. 26 Mart'ta vardığı bölgeden, 1 Nisan'da dönerken, içine attığı bu "bomba haberin" duyulmasını hiç de istememiş. "Merkeze rapor geçince, haliyle, bu olayı söylemem lazımdı. Çünkü DHA muhabiri helikopterle inmişti ve görüntüleri, benden önce servis ettirmiş olacaktı. Ordu bizim ordumuz. O hareket, yapanı bağlar. Koskoca Sİlahlı Kuvvetler'e mal etmek doğru değil" diyor. 35 yaşında 14 yıllık muhabir-kameraman. Çekimini de yapıyor, haberini de geçiyor. Bırakıldığı dağda da aynısını yapmış. Tepkisi ise tamamen insani: "Şu kurum bu kurum ayrımcılığını bir kenara bırakalım, ben bir insanım neticede. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Askerlik vazifesini yapmış. Okumuş, kendisini yetiştirmiş, mesleğini yerine getiren bir insan... Bundan öte bir şey var mı?"
Sözü çok da uzatmaya gerek yok. Biz sorduk; "Nasıl çıktıysan öyle in!" denilerek dağda bırakılan meslektaşımız Lütfi Aykurt, yaşadıklarını tüm detayları ile anlattı...
Dağa tırmanma fikri nasıl ortaya çıktı?
Malum kaza meydana gelmiş ve İHA'daki meslektaşım İsmail'in cenazesi daha bulunamamıştı. Hem arama kurtarma çalışmalarını takip etmek hem de helikopter enkazından görüntü almak için 30 Mart'ta Kahramanmaraş muhabirimiz ve bölgeyi iyi bilen iki köylü ile yola çıktık.
Sen İstanbul muhabirisin ama...
Muhsin Yazıcıoğlu'nun içinde bulunduğu helikopterin düştüğünün duyulmasından sonra, arama çalışmalarını Kahramanmaraş muhabirimiz takip ediyordu. Sonra; kriz merkezi kurulup, içişleri Bakanı ve Başbakan Erdoğan Kahramanmaraş'a hareket edince; merkezden beni yolladılar. Diğer ajans ve televizyonlar da bölgeye takviye ekipler yollamıştı.
Nasıl bir yolculuktu. Kaç kilometre ve kaç saat sürdü?
Zor, uzun, çok yorucu ve tehlikeliydi. 8,5-9 kilometre mesafeydi. Hep yokuş. 2500 metre yüksekliğe tırmanıyorsun ve kimi yerlerde kar kalınlığı 2 metreyi buluyordu. Sabah saat 9'da yola çıktım. 13.30'da enkaz bölgesindeydim. Kar çok fazlaydı. Zaman zaman karın 2 metreyi bulduğu yerler vardı.
Daha önce dağa tırmanmışlığın var mıydı? Nasıl bir teçhizatla çıktın?
Ayağımda iyi bir çift bot vardı. Montum, yeleğim; atkı, bere. Sırt çantası, el kamerası, tripot (üç akyalı düzenek) ile ekmek ve su vardı. Paçalarımı bantlamıştım; kar ve soğuk girmesin diye. Ben Toroslar'ın eteklerinde büyüdüm. Coğrafi koşullara alışığım.
Çıkar çıkmaz ne yaptın?
Biz olay yerine vardığımızda, İsmail'in cesedini 5-10 dakika önce bulmuşlardı. Daha üzerindeki karları temizliyorlardı. Hemen 10 dakikalık bir görüntü aldık ve ben Kahramanmaraş muhabirimizle kaseti aşağıya yolladım. Sivil arama kurtarma ekipleri köye dönüyorlardı; onlarla birlikte yola çıktı. Saat 14.00 civarıydı.O sırada da İsmail'in naaşını ceset torbasına koymuşlardı.
"Sivilleri alamıyoruz" gerekçesiyle Muhsin Yazıcıoğlu'nun içinde bulunduğu helikopterin düştüğü dağın zirvesinde bırakılan Cihan Haber Ajansı Muhabiri Lütfi Aykurt, yaşadıklarını Ersin Çelik'e anlattı.
"İSMAİL'İN GÖTÜRÜLÜŞÜNÜ ÇEKMEK İÇİN BEKLEDİM"
Sen neden kaldın?
Ben ve iki köylü kaldık. İsmail'in cesedi daha gönderilmemişti. Ceset torbasında bekliyordu. Hem onun helikoptere konuluşunu görüntülemek; hem de enkaz ve bölgeden daha detaylı görüntüler almak için kaldım. Arama kurtarma esnasında bölgeye zorunlu iniş yapıp yan yatan skorskyi parçalıyorlardı, bir de. O çalışmalardan da görüntü aldım.
Bir de DHA muhabiri kalmış sanırım. Başka gazeteciler var mıydı?
Gazeteci olarak bir o, bir ben; iki köylü ve jandarma-kurtarma ekipleri de vardı. Ben enkazdan görüntüler çekerken, DHA muhabiri jandarma kurtarma ekiplerinin bir bölümüyle helikoptere bindi gitti. Bir gün önce Göksun'da karşılaşmış, tanışmıştık.
Sen neden gitmedin?
Daha polis helikopteri gelmemişti. İsmail'in cesedini morga, polis helikopteri ile, götürdüler. Onu çekecektim. Sonra polis helikopteri geldi, ben çekimimi yaptım. Hatta; onunla dönmem söz konusu oldu ama direkt Kahramanmaraş'a uçtu. Benim eşyalarım, teçhizatım falan Göksun'daydı. Bir daha git gel daha zor olur diye binmedim. Bir de geri kalan jandarma-kurtarma ekibindekiler: "Burada hava şartları kötüleşiyor. Senin burada kalman tehlikeli olur. Giderken bizimle gelirsin" deyince polis helikopterini gözüm görmedi hiç...
JANDARMA "SENİ DE GÖTÜRELİM" DEDİ
Teklif onlardan geldi yani...
Zaten benim aklımda helikopterle dönmek gibi bir şey yoktu. 9 kilometre dağ tırmandığım için... Ama böyle bir teklif gelince, görüntüleri akşam ana haberlerine yetiştirme olanağı da doğdu. Bir de öğleden sonraya doğru, hava bozmaya başladı. Soğuktu; iyice soğudu. Tipi vardı zaten; kar yağışı da başlayınca, askerlerden gelen teklife tereddütsüz "evet" dedim.
Ya köylüler...
Onlar müthiş insanlardı. Sırf benim için o kadar yolu tırmandılar. Yol gösterdiler. Askerlerden bana teklif gelince, onlar: "Sen git haberini yetiştir. Biz daha kalacağız." dediler. Çobanlık yaptıkları için o dağları avuçlarının içi gibi biliyorlar. İklim şartlarına da alışkınlar. Ben karlar içinde yuvarlanırken onlar sanki patikada yürüyorlardı.
"DUR! BİNEMEZSİN!"
Lütfi Aykurt helikoptere biniş pozisyonundayken kendisine "dur" diyen subayın önünde durarak yaptığı hareketi gösteriyor...
Gelelim şu helikoptere alınmama meselesine...
Askerlerden gelen teklifle toparlandım. Kameramı sardım. Çantamı sırtıma aldım. Kurtarma ekibiyle birlikte ben de "binme pozisyonu" aldım. Tıpkı filmlerde olduğu gibi, koşarak iki dakika içinde binmiş oluyorsun. Daha önceden çok bindim helikoptere.
Jandarma ekibi hareketlendi; tam ben helikoptere binmek için adım attım, arama kurtarma ekibinin başındaki komutan bana: "Sen hangi kanaldansın?" diye sordu. "Cihan Haber Ajansı'ndanım" deyince, eliyle "dur" işareti yaparak: "Binemezsin" dedi.
Ne cevap verdin?
"Sizin ekipleriniz bana: 'Seni bu hava şarlarında burada koyamayız' dediler. Neden binemiyorum" diye sorunca: "Sivilleri alamıyoruz" dedi. Ben de 45 dakika önce askeri helikopterle giden DHA muhabirini hatırlatarak: "Onu niye aldınız?" diye sordum.
O ne cevap verdi?
Kızdı."Hangi şartlarda çıktıysan o şartlarla da inersin" dedi ve koşarak gitti.
Bunu dedi ve gitti mi gerçekten?
"Buraya, sizin helikopterinize güvenerek çıkmadım. Allah'ın izniyle ineriz." dedim arkasına bile bakmadan gitti.
İSMAİL, CİHAN MUHABİRİ OLSAYDI?
O helikopter seni almadan kalkıp giderken ne hissettin, ne geldi aklına?
Hiç bir şey hissetmedim. Kızmadım, ama üzüldüm. Neticede ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Ondan öteye insanım. Ben oraya inerken, "helikopterle gelirim" diye çıkmadığım için üzülmedim. Bir de İsmail'i düşündüm...
Neden, nasıl düşündün?
İsmail Güneş ya Cihan Haber Ajansı muhabiri olsaydı?
Aramazlar mıydı?
Öyle bir şey düşünmek, yanlış aslında.Bu olayı, ordumuza mal etme gafletine düşmem. Ordu benim ordum. Bana yapılan; ferdi bir tutum. Allah'a şükür koşa koşa askerliğimizi yaptık. Bu hareketi, her şeyden önce, CİHAN Haber Ajansına karşı alınan bir tavır olarak değerlendirmek de doğru değil. Beni helikoptere almak isteyen de askerlerdi. Tamamen insani bir olay var ortada. Bana en başta, hangi televizyonda çalıştığımı sormadan: "Ya, sivilleri alamıyoruz" dese DHA kameramanını bile hatırlatmazdım, belki. Fakat; daha önce de Burdur'da görevliyken bedelli askerlerin yemin törenlerini takip etmek için gittiğimde de CİHAN Haber Ajansı'nda olduğum için içeri alınmamıştım...
"KANAL D DESEYDİM ALIRLARDI"
Askerden veto yemeğe alışıksın yani... Peki, sen orada kurnazlık yapıp, DHA ya da Kanal D, Star veya Show TV muhabiriyim deseydin, o komutan seni reddeder miydi?
Yalan söyleseydim alırlardı. Çünkü benden az önce DHA muhabiri gitti, diğer ekiple. Koskoca dağın tepesinde ben, iki köylü ve yan yatan skorskyi parçalayan ekip kaldı. Meslektaşının ,orada, cenazesini görüyorsun. Üzeri 4550 santim kar kaplanmış. Kulaklarında: "Hanımefendi, tespit edemediniz mi daha?" sözleri yankılanıyor. Arkasında bıraktığı ailesini düşünüyorsun. Çok zor bir durum.
Sonra nasıl indin?
Diğer iki köylüyle birlikte, geldiğimiz gibi indik. Çoğunlukla kayarak indiğimiz için 4 saatte çıktığımız yolu, 2,5 saatte indik.
Neyle kaydınız; kızak falan mı vardı?
Yok kızakla değil. Parkamı belime bağladım. Üstüne oturdum, kameramı kucağıma aldım kaydım.
Dağdan aşağıya kayarak inmek tehlikeli olmadı mı?
Tehlikeli evet. Ama iniş de çok zor oldu. Hava çok soğumuş ve tipi bastırıyordu. Karanlık olmaya başladı. Kaymasak daha geç inerdim. Bir kez, ağaca çarpma tehlikesi atlattım. Sıyırdım. Bir hayli de hızlıydım. İki kere de çukura düştüm. Çünkü; altın kar olduğu için hiçbir şey görmüyorsun.
Kaç yıllık gazetecisin?
14 yıldır bu sektördeyim. Bunun 10 yılı muhabir ve kameramanlık. 11 yıldır da CİHAN'dayım.
Bu olayı yaşadıktan sonra merkeze ne dedin?
Başımdan geçeni anlattım, iniş yolunda olduğumu ama DHA muhabiri helikopterle indiği için görüntüleri benden önce geçme ihtimalinin olduğunu söyledim.
Yaşadıklarını yazmayı ya da haber yapmayı düşünmedin mi?
O dönem bunu haber yapmak iyi olmazdı. Devletin tüm kurumlarının ortak hareket ettiği; hassas ve çok duygusal günlerdi. Türkiye'nin çok sevdiği bir siyasi lider ve 5 kişi vefat etmiş; böyle bir şey ordumuzu çok yıpratırdı. Şimdi de yıpratmasın. Dediğim gibi bu olay münferit. Türk Silahlı Kuvvetlerini sorumlu tutmak, doğru değil. Haber olmasını çok da istemedim.