Serdar Turgut/Akşam
Türkiye'de hemen herkes devletin gözünde potansiyel suçlu durumundadır. Durum böyle olduğundan 'suçu oluşmadan önleme' diye tanımlanabilecek evrensel polis ilkesi, burada insanları henüz suç işlemeden cezalandırma gibi acuze bir ilkeye dönüşmüş durumdadır
Türkiye'de devletin bireye bakışı hakkında yüz binlerce sayfa yazı yazsak, binlerce saat konuşsak katiyen anlatamayacağımız gerçek, 1 Mayıs'ta çıkartılan olaylar sayesinde anlaşılır hale geldi diye umuyoruz.
Yıllardır söyleniyor bu da, insanlar tarafından espri diye algılanıyor galiba. Türkiye'de hemen herkes devletin gözünde potansiyel suçlu durumundadır. Durum böyle olduğundan 'suçu oluşmadan önleme' diye tanımlanabilecek evrensel polis ilkesi, burada insanları henüz suç işlemeden cezalandırma gibi acuze bir ilkeye dönüşmüş durumdadır.
Geçmişinde yankesicilik suçu bulunan insanların, kalabalık meydana adım atmadan önce gözaltına alınması anlamında da değildir bu. O meydana toplanan her insana suçlu muamelesi yapılmasını gerektirir bu ideoloji.
1 Mayıs'ta sendika merkezinde toplanan işçiler sokağa çıktıklarında bile saldırıya uğramışlardı. İşçi, köşedeki bakkaldan gofret almak için çıkmış bile olsa, gaz ve suyu yemiş, dövülmüştür.
Bunun yanında bazı potansiyel suç mahallerine yakın evlerde oturan kendi halinde insanlar da tuhaf davranışlara muhatap olmuşlardır.
Örneğin; Gümüşsuyu ve Ayaspaşa'da oturmakta olan bazı insanlar apartmanlarından sokağa çıkmak istediklerinde yasakla karşılaşabilmişlerdir.
Devletin potansiyel suçlular kitlesine bakışı sadece fiziksel eylem içeren hareketlerle sınırlı da değildir. Soyut olduğu için daha muğlak olan ve herkesi her an kapsamı içine alabilecek düşünce suçları da bu potansiyelin içine dahil edilmiştir.
Bu ülkede her an herkes uygun olmayan, rahatsız edici bir laf söyleyebilir. Devlet bu konuda da uyanık ve hazırlıklı olmalı gibi hissetmektedir kendisini.
Bazı örgüt baskınları sonrasında poliste sergilenen suç aletleri arasında daktiloların bulunması da bu bakışın bir tezahürüdür. O daktilo ile tehlikeli fikirler yazıldığından ve daktilo serbest kalsaydı kimbilir daha ne kadar fazla tehlikeli fikirlere alet olacağından onun da tutuklanması gerekir. Ağzı dili olsa biraz okşayıp konuşturulabilirdi de daktilo.
Şimdi son zamanlarda bazı insanların sabaha karşı gözaltına alınmaları âdeti var ya, birçok insan bunu gereksiz, haksız olarak görüyor. Ama değildir. Mutlaka her insan yanlış fikirler düşünebileceğinden potansiyel suçluyu iş işten geçmeden kontrol altına almak gereğinin bir sonucudur bunlar.
Bunların dışında bir de çok daha uçuk olup, çok farklı absürd sonuçlara ulaşabilen ceza yöntemi de vardır. Bu, olup bitmiş olan 'suçun' cezasını sonradan getirilen yasaklarla verme yöntemidir.
Bir örnek verelim. Diyelim ki; Türkiye'de bir alanda izinsiz gösteri yapıldı. Bu şöyle bir önlem ile karşılanabilir; gösteri bittikten sonra ilgili bölge araç trafiğine tamamen kapanabilir. Sözde, böylece bundan sonra olabilecek gösteriler kontrol altına alınır. Bu arada o bölgede işi, gücü olan insanlar da darbe yer ama onlar da nasıl olsa potansiyel suçlu olduklarından, bu durumda onlar da cezadan hak ettikleri payı almış oluyorlar.
Dünya polis pratiğinde 'profiling' denilen bir yöntem var. Özellikle 11 Eylül sonrasında toplumda, normal gibi görünüp de terörizme eğlimi olabilecek insanları tespit etmek için oluşturuldu bu tanımlama yöntemi.
Örneğin Arap kökenliyseniz, kılık kıyafetiniz pek uygun değilse, sakalınızın şekline veya sadece dininize bakarak sizi potansiyel suçlu olarak görebiliyorlar.
Bu uygulama orada insan hakları örgütlerinden ve gazetelerden büyük tepki aldı. Türkiye'de ise 'profiling'in hedefi olmanız için sadece Türk vatandaşı olmanız yetebiliyor.
O nedenle geçirdiğimiz 1 Mayıs'ta yaşananlar ne anormal ne de bir daha tekrarlanmayacak şeyler değil. Dolayısıyla hepimiz her an tutuklanabiliriz.