Silvan"da 13 askerin öldürülmesiyle sonuçlanan gelişmeler içinde..
Ortalık toz-duman..
Her kafadan bir ses çıkıyor..
PKK, düz arazide, güpegündüz, askerleri ve sivil sağlık personelini kaçırıyor.. Onları aramak adına, başlarında uzatmalı onbaşıdan daha yüksek rütbede bir komutan olmadığı halde, 20 kişilik bir askerî birim tuzağa düşürülüyor.. Hantal bir askerî mekanizma.. Saldırı, PKK telsizlerinden, saatlerce önce dinleniyor, ama, saldırı mahalline helikopterler bile, saldırıdan saatlerce sonra ulaşabiliyor..
Yüksek generaller, komutanlar.. Onların neyle meşgul olduklarını Ergenekon, Balyoz ve benzeri iddianamelerden okuyabilirsiniz..
Samsun-Havza"da iki kardeş, bir başka köydeki bir düğünden kendi köylerine dönerken, akşam karanlığında, jandarma tarafından taranıyor, 16 yaşında bir genç öldürülüyor.. Hayatta kalan ağabeyinin dediğine göre, hiç bir "Dur!" ihtarı veya "ihtar ateşi" yapılmadan, taranmışlar.. Bunun üzerine, bir kurusıkı tabancasıyla bir kez ateş açmışlar.. Jandarma ise, "yöreden teröristlerin geçeceği" ihbarını aldıklarından dolayı pusu kurduklarını, "Dur!" ihtarına riayet etmediklerinden dolayı ateş açıldığı gibi klasik mazeretleri dillendiriyor..
Acaba, yüksek komutanlardan birisinin çocuğu o yavrucak gibi katledilseydi, yine böyle ma"zeretleri dillendirirler miydi?
*
"Şemdinli Bombalaması"nın ardından 6 yıldır olup bitenleri hatırlayalım.. Bir kitabevine 9 Kasım 2005"de atılan bombanın patlaması sonunda bir kişi ölüyor ve bombayı atanların sivil giyimli astsubaylar olduğu, saldırganlar halk tarafından kaçarken yakalandıklarında anlaşılıyordu.. Dönemin KKK. Org. Büyükanıt, bu saldırganları "İyi çocuklardır, tanırım.." diye tezkiye ediyor, temize çıkarıyordu.
Konuyu araştıran Van Savcısı Ferhat Sarıkaya ise, hazırladığı iddianamede, Org. Büyükanıt"ı da suçlayınca.. Büyükanıt, ilk anda, "Aslanlar gibi gider, kendimi savunurum.." dediği halde, gücünü gösterip, HSYK"nun o zamanki 5 kişilik karar mekanizmasına, suçu (!?), bir iddianameyi hazırlamaktan ibaret Ferhat Sarıkaya"yı, o astsubaylarla Büyükanıt arasında bir ilgi olduğunu belirttiği için, sadece yargı hizmetlerinden değil, hattâ bütün kamu hizmetlerinden de men"edilecek şekilde memuriyetten attırıyordu..
Ferhat Sarıkaya, 5 sene neler çektiği üzerinde, şimdi Ergenekon ve Balyoz iddianamelerinde suçlanan generaller için ağıtlar yakan mâlum medyadan hiç bir ses yükselmedi..
*
"Çok da mağrûr olma, bu meyhâne-i iqbâlde ki.."
Şimdi ise, Anayasa"da geçen sene yapılabilen küçük birkaç değişiklikten sonra, Sarıkaya, savcılığa geri döndürülebildi ve o şimdi Ankara Savcısı..
Ve, evvelki gün, Şemdinli Dosyası yeniden açıldı; dâva, sivil mahkemede yeniden görülecek ve Büyükanıt, "şübheli" olarak dinlenmek üzere mahkemeye çağrıldı..
Ergenekon ve Balyoz iddianamelerinde "ıslak imza" konusuyla iki yıldan fazla zamandır gündemi işgal eden ve Başbuğ"un aylarca korumaya çalıştığı Kur. Alb. Dursun Çiçek ise, artık kendisine sahib çıkacak kimselerin kalmadığını görmüş olmalı ki, nihayet, yeni itiraflarda bulunmak noktasına gelmiş; Savcı"ya ek ifadeler verdi, kendi isteğiyle.. "Her ne yaptıysam, emir-komuta zincini içinde yaptım.. Emri Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve (Birinci Ordu"nun eski komutanı em. Org. Hasan Iğsız gibi) diğer komutanlarından aldım.." dedi.. O bugün, Genelkurmay adına açılan 42 internet sitesinde, komutanlarından aldığı taktiklere göre, kendi emrindekilere, AK Parti hükûmeti aleyhinde kamuoyu oluşturmak için, yayınlar yaptırdığını kabul ediyor.. Ki, medyada kamuolunu yakından ilgilendiren hemen her konudaki haberlere, aynı merkezden hazırlandığı sırıtan yorumların nice değişik isimlerle bombardıman halinde yorumlar yağdığını az-biraz dikkatli olan herkes zâten görüyor ve bunların belli bir merkezin işi olduğunu anlıyordu..
Şimdi, Alb. Çiçek, "Sorumluluk varsa, onlar da yargılanmalı.. Ben yanarsam, başkaları da yanacak!" demek istiyor... Esasen, "Ben buradan çıkamazsam, başkaları da güneş yüzü göremiyecek!" dememiş miydi, geçen yıl..
Urfalı şair Nâbî, asırlarca önce, "Çok da mağrur olma kim, meyhâne-i iqbâlde, / Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz.." demiyor muydu, "Sabret Gönül.." isimli gazelinde..
*
"Tîz reftâr olanın pâyine dâmen dolaşur.."
12 Haziran seçimlerine, tutuklu olarak giren ve seçilmeleri halinde, serbest bırakılıp bırakılmayacakları mahkemelerin yetkisine kalmış olanlardan bu tabloya uygun 8 m.vekilinin Meclis"e gelmelerinin sağlanmaları için BDP"nin başlattığı ve CHP"nin de kendisini eklemlediği boykot hareketi, CHP"nin "tükürdüğünü yalaması"yla büyük çapta kırılmış oldu.. (Gerçi, CHP Mersin m.vekili İsa Gök, "AK Parti gelip bize yalvaracak, önümüzde diz çökecek.." gibi laflar etmişken, sonunda, Meclis"de yemin etmeyi, içine sindiremediğini belirterek, direnişini sürdürüp, partisini eleştiriyor.) BDP"liler ise, ısrarlarını sürdürüyorlar.
Tam da böyle bir sırada, BDP"nin Diyarbekir"de toplanıp, "kürd halkının demokratik özerkliğini ilan ettiklerini" açıklıyorlar ve bu açıklayışın hemen arkasından da, Silvan"daki çatışmada 13"ü asker olmak üzere, 20 insanın öldürüldüğü haberi geliyordu..
Yapılan açıklamalardan anlaşılıyordu ki, -bu zamana kadar PKK ve BDP aleyhinde bir çizgi tutturmuş olan ve TC."nin Kürd Mes"elesi"ne farklı bir yaklaşım tarzı olduğu bilinen- BDP desteğinde, m.vekili seçilen Şerafettin Elçi, "bu özerklik ilanını usûl, uslûb ve zamanlama açısından iyi hesab edilmemiş bir tavır olarak değerlendiriyordu.. Ki, özü itibariyle, Elçi de, özerklik konusunu yıllardır dile getiriyordu.. Ama, o, bunun usûl, uslûb ve zamanlamasına karşıydı şimdi.. Yine, yıllarca PKK"ya karşı olan ve amma, son seçimlerde BDP"nin desteği altında bağımsız olarak seçimlere girmeyi kabul eden ve İslamî kimliğiyle bilinen Altan Tan da, bu özerklik ilanının, "başta AK Parti"ye oyvermiş kürd kitlelerinin görüşü alınmadan, ve bütün kürdler adına alınmış gibi gösterilemiyeceğini, ve ayrıca, Türkiye halkının tamamına da anlatılmadan bu yola gidilmesini kabul etmediğini" açıklıyordu..
Üstelik, o özerklik ilanı ile Silvan Çatışmasının aynı güne denk ge(tiri)lmiş olması da çok mâsum bir tesadüf gibi görülmüyordu..
Ama, ilginçtir, "özerklik ilanı", AK Parti"den bir tepki almadı.. Çünkü, esasen AK Parti de, mahallî idarelerin / yerel yönetimlerin salâhiyetlerinin olabildiğince genişletilmesini; merkezden yönetim yerine, yerinden yönetime geçilmesini öngürüyordu, ama, bu yolda attığı adımlar, A. N. Sezer"in C. Başkanlığı döneminde, Sezer"in karşı çıkması ve CHP"nin de başvurusuyla, Anayasa Mahkemesi"nden dönmüştü..
Şimdi ise.. Sadece kürd halkının ekseriyette yaşadığı kabul edilen Güneydoğu"da/ Anadolu Kürdistanı"nda, özerklik ilanı bir dayatma gibi sunuluyor ve BDP"nın en yırtıcı m.vekillerinden Emine Ayna, "Sizden bir talebde bulunmuyoruz, bizi tanımaya mecbursunuz, kabul edip edip etmemek sizin bileceğiniz iştir.." diyordu, Ankara"ya..
AK Parti"nin tepkisizliği BDP"de şaşkınlık içinde değerlendirilmeye çalışılırken, Tarım Bakanı Mehdî Eker"in "Özerkliği Meclis"te tartışırız.." demesi, BDP"nin hamlesini kırıyordu.. Nitekim, özerklik ilanı bildirisini okuyan bağımsız m.vekili Aysel Tuğluk, Mehdî Eker"in bu sözlerini çok olumlu buluyor ve ve "Keşke bunu Meclis"te tartışsaydık, o ilanı yapmasaydık, bir tutukluk oldu.." diye özeleştiri yapıyordu, 21 Temmuz günü; "Tîz reftâr olanın, pâyine dâmen dolaşur../ Hızlı gidenin ayağına eteği dolaşır.." diyen sözünü hatırlatacak şekilde..
*
Bu gelişmeler olurken, CHP Lideri, hâlâ, gelişmelere atgözlüğüyle bakmayı sürdürüyor ve ulusalcı-kemalist-laik yapılanmada yer aldığı iddia olunan ve de Ergenekon, Balyoz vs. dosyalarında suçlamalarla yargılanan yandaşlarını, kurtarmayı, temize çıkarmayı hayal ediyor.. Nitekim, son Silvan Çatışması"nı da bu kadar generalin tutuklu olmasına bağlamıştı.. Öyle ya, TSK bünyesindeki muvazzaf 301 generalden 43"ü general olmak üzere, yüzlerce albay, yarbay, binbaşı ve daha alt rütbelerdeki askerin ve onlarca emekli generalin tutuklu olarak yargılandığı Ergenekon, Balyoz vs. isimler altındaki yargılamalar devam ederken; komutanlarının tutuklu olmasından dolayı, askerin morali bozulmuş ve de komuta boşluğu meydana gelmiş olabilirdi.. Eğer öyleyse, asker kişilerin her ne yaparlarsa yapsınlar, dokunulmazlıkları devam etmeli.. Yoksa, askerin morali bozulur, herkes yangelip yatabilir ve ülke de batabilir.. (Sanki, gariban halk çocuklarının gruplar halinde ölüme gönderilmesi sırasında, o tutuklu generaller ve diğer yüksek rütbeli komutanlar askerlerin başında bulunuyormuş gibi.. Unutulmasın ki, kendi koydukları mayınlar patlayıp 6-7 asker öldüğünde, iki general arasında, "Üzülme, olur böyle vak"alar.. Raporu, ona göre düzenleriz.." şeklindeki askerî telefonlardan kaydedilmiş konuşmalar iddianamelere bile girmiştir..)
*
"Bana devlet yalan söylüyor dedirttiremezseniz"den, "bu rejim yalan ve entrika üzerine kurulmuştur" noktasına gelmek kolay olmadı, elbette..
Bu arada, ilginç bir gelişme daha yaşandı.
Silvan Çatışması"nı bir kırılma noktası olarak değerlendiren ve bundan sonra terörle mücadelede sadece askerin değil, diğer güvenlik güçlerinin, polisin de yer alacağını açıklayan Başbakan Tayyîb Erdoğan"a ilk karşı çıkan da yine CHP oluyor ve 22 Temmuz günü yaptığı açıklamada, "terörle mücadelenin sadece askerin görevi olduğunu ve öyle kalmasını" istiyordu..
Kemalist-laik rejim, kendi devamını bu bataklığın, bu kan deryasının kurumamasında görüyor olmalı ki, polis veya profesyonel bir ordu kurulmasını istemiyor; bu kirli iç-savaşın savaşın doğru dürüst hiç bir eğitim görmemiş, acemi erlerden bir askerî birliklerce sürdürülmesinden fayda umuyordu.. Ne de olsa, o gariban çocuklarının ölmeleri halinde, onları hemen, laik bir rejimin korunması için, İslam"ın şehidlik makamıyla taltif ettiklerini söyleyebiliyorlardı, utanmadan.. Ve de,
Buraya dikkat.. 30 yıldır netice alınamıyan bir yolla, sadece askerin uhdesine bırakılan terör mücadelesinde, TSK, kendisini Hükûmet"in emrinde değil, bu kanlı boğuşmada, kin ve kan dâvası güden bir taraf olarak görüyor ve halkın çocukları, yüksek komutanların hamâsî nutuklarının kurbanı olarak dağlara gönderiliyorlardı.. Oğlunu Silvan"daki son çatışmada kaybeden bir babanın suçladığı gibi, tecrübesiz askerleri bir davar sürüsü gibi komutansız olarak dağlara salıyorlardı..
Önemli bir gelişme de, Başbakan Erdoğan"ın, hadise mahallinde araştırma yapmak üzere, bir de sivil müfettişler göndermesi, hadiseye "sivil göz"le bakmak ihtiyacını hissetmesi..
Bu, askerlerin verdiği bilgilerin doğruluğu üzerine, bir soru işareti de koymaktır..
Hatırlayalım ki, Mardin"de 2 yıl öncelerde, Mayıs-2009 başında 45 kişinin katledilmesiyle sonuçlanan Zangırt/ (yeni resmî adıyla, Bilge) köyü katliâmı, hemen terör örgütü üzerine yıkılmak üzereyken, dönemin İçişleri Bakanı Beşîr Atalay ın devreye girip, bu yöndeki açıklamaları önlemiş ve yaptırdığı sivil inceleme sonunda, ortaya çıkan tablonun tamamen bambaşka bir şekilde olduğu, köyde korucular arası bir iktidar savaşından ve çarpık ilişkilerden çıktığı anlaşılmıştı..
Ve hatırlayalım ki, Süleyman Demirel, daha 15 sene öncelerde, "Bana devlet cinayet işledi, asker köy yaktı dedirttiremezsiniz.." gibi vecizeler imal ediyordu, bu ülkede..
*
PKK gerçekten mi ikibaşlı; yoksa, öyle bir görüntü vermek taktiğiyle mi sözkonusu
Öcalan, Silvan Çatışması üzerine çok çok üzüldüğünü söylemiş..
Ama, sonrasında verdiği yaptığı açıklamada, "daha büyük hadiselerin devam edebileceğini ve bu durumun şehirlerde de devam edebileceğini, devlet kendisinden isterse, silahlı çatışmaları durdurabileceğini ve PKK"nin silahlı elemanlarına silahı ancak bıraktırabileceğini, kendisinden başka kimsenin de bunu yapamıyacağını" açıklıyor avukatları aracılığıyla..
Bu ifadelerde, kendisinin geleceğini garantiye almak, liderliğini korumak kaygusu hissedilmiyor mu?
Ama, PKK"nın dağ kadrosunun iki numaralı ismi C. Bayık, geçen hafta yayınlanan bir mülakatta, "Öcalan"ın yanıltılmış olabileceği, dışardaki durumu tam olarak kavramasının imkansızlığı" gibi görüşleri dile getirebiliyordu.. Ya, bir çatlak var, sahiden; ki bu uzak bir ihtimal; ya da, "harb hiledir" anlayışınca, her kafadan bir ses çıkıyormuş gibi bir hava oluşturup; yeni bir yöntem geliştirme taktiği takib ediliyor..
1980"lerde, PKK"nın ilk kuruluş yıllarında, PKK tehdidlerine teslim olmadığı için yurtışına çıkmak zorunda kalan sosyalist kürd hareketinin önemli isimlerinden Kemal Burkay ise, "12 yıldır İmralı"da olan Öcalan"ın bu zamana kadar hele de AK Parti"nin iktidara gelmesinden sonra, devamlı Hükûmet aleyhinde konuştuğu halde, asker ve TSK hakkında tek bir kelime söylememiş olması üzerinde durulması gerektiğini" hatırlatıyordu, haklı olarak..
1965"lerden beri Diyarbekir"de ve sonra da Meclis"te, kürd hareketinin önge gelen isimlerinden olan Tarık Ziya Ekinci ise, "kürd küçük burjuva hareketinin yanılgıları"ndan sözediyordu, Radikal"de 18 Temmuz günü yayınlanan mülâkatta..
Ekinci, bugünkü kürd hareketinin yürüttüğü mücadelenin bağımsızlık amaçlı olduğuna ve bunun yanlışlığına ve bunun, baskı ve zulme karşı çıkmak sınırlarının ötesinde, kürd feodal beylerini veya dinî otoritesi olan liderlerin eylemlerini yüceltmenin çıkarçı şoven davranışlarına; kürd hareketinde aşiretler arası çekişmelerin görülmesine dikkat çekiyordu.. Ekinci, "kemalistlerin baskıcı asimilasyon politikalarının, daha önceki dönemlerin kürd feodallarının ve İtilaf devletlerinin desteğine sahib olan "Kürd Teâlî Cemiyeti" yöneticileri ile kürd feodalleri arasındaki kavgayla daha bir güçlendiğini; bugün de demokratik özerklik ilânının hiç bir mâna ifade etmediğini" de dile getiriyordu..
Ekinci, ayrıca, Kuzey İrlanda"daki Sinn Fein Hareketi"nin tek merkezli olduğuna, burada ise her kafadan bir ses çıktığına, Öcalan, BDP, KCK, DTK, Kandil gibi bir çokbaşlılık görüntüsüne dikkat çekiyor ve "sözde çok bilimsel ve marksist-leninist kişilerin örgütlendiğini, ama, bunların günlük hayatla bir ilgisinin olup olmadığını kimsenin sormadığını; özerklik ilânının da, güzel kelimelerin kullanılmış olmaktan öteye bir mâna ifade etmediğini; bu ilanın hareketi nereye götüreceğini kimsenin kestiremiyeceğini; daha önce de, yurtdışında bir parlamento ilan edildiğini, ama, sonunun ne olduğunun düşünülmesi gerektiğini; PKK ve BDP"nin küçük burjuva hareketi olduğunu; PKK"nin ve BDP"nin işbirliği yapmaya çalıştığı radikal solcuların hep kemalistlerden oluştuğunu, onların AB karşıtı, BDP"nin ise AB"ye tarafdar olduğunu; BDP içinde Emine Ayna dışında bir marksist olmadığını; Ahmet Türk"ün marksistlikle ne ilgisi var diye sormak gerektiğini; Öcalan"la yapılan devlet görüşmelerinin bir kandırmacadan ibaret olduğunu; MİT"in devlet adına görüşmeleri geçmişte de Musa Anter"le yapıldığını, yemekler yenilip ağırlamalardan sonra, ona işlerin düzeleceği vaadinde bulunulduğunu, bunun bir devlet taktiği olduğunu; Öcalan"ın "silahlı mücadeleyi ancak ben bitirebilirim" sözünün de, kendisinin ve hapisteki 3 bin kadar kürdün özgürlüğünü sağlamak için olduğunu" söylüyordu..
*
Altan Tan"ın, müslümanca söylemlerini daha da geliştirmesi umulur..
Bu noktada..
Bir kısım kürd oylarıyla Diyarbekir"den m.vekili seçilen Altan Tan"la yapılmış bir mülâkat yayınlandı 11 Temmuz tarihli Radikal"de.. Seçim atmosferinde bütün siyasetçiler gibi, Altan Tan da, içimizi karartan söylemlerden, avamı tahrik edecek çiğ ve düşük seviyeli laflardan meded umuyor gibi bir manzara sergilemişti.. Umulur ki, o tavrını sürdürmez..
Şimdi, dile getirdiği görüşleriyle, bu umudu yeşertiyor da..
Esasen, onun müslüman bir kültürden geldiği, müslüman bir kimliğinin ağır bastığı biliniyordu.. Bu bakımdan seçim meydanlarında söylenen sözler orada kalmalı, tekrarlanmamalı.. Ama, demokratik politikanın çarpıklıklarından birisi de, avâmın, halk kitlelerinin cezbedilmesi için her türlü atraksiyonun caiz görülmesi..
Altan Tan, seçim öncesinde ve sonrasında çokça kullandığı sivri dilini biraz törpülerse, bu, kendisinin daha ciddîye alınmasına ve ciddî hizmetler yapmasına vesile olabilir..
Ama, o da, "sivri dilli olduğum için bu noktadayım.." diyebilir, belki.. Boşuna denilmemiş, "havass beğendikçe aferin der, alkışlar; avam ise, aferin denildikçe, alkışlandıkça beğenir.." diye..
*
Tan, Şeyh Said"in idâmen öldürüldüğü ve mezarının yokedildiği 29 Haziran 1925"in yıldönümünde, idâm mahalli olan Dağkapı semtinde yapılan bir merasimde hazır bulunmuştu, Diyarbekir Belediye Başk. Baydemir"le birlikte..
O sırada, laik birisi, saygı duruşu çağrısı yapar.. Ama, Altan Tan hemen sözü kapar ve "Hayır, Fatiha okuyalım.." der ve herkes de Fatiha okur.. Tan, bu tavrını izah ederken, haklı olarak, "Laik, sekuler birisi saygı duruşunda bulunur, hristiyan istavroz çıkarır, müslüman da fatiha okur.." diyor.. Tan ayrıca, PKK"nın, "başlangıcı sosyal marxizm olan laik bir hareket olduğunu; ama, Şeyh Ubeydullah Nehrî"den Şeyh Said"ten, Şeyh Abdusselâm Barzanî (Berzancî olsa gerek..) bugüne kadar bir kürd siyasî hareketinden söz edilecekse, laik değil, yoğun bir İslamî ve hattâ nakşibendî çizgiden sözetmek gerektiğini" vurguluyor..
Tan ayrıca, "kemalistlerde olduğu gibi, sosyalist kürd hareketi içinde de "İslam düşmanı bir çizginin geliştiğine, kürd din karşıtlığının, kemalizmle, Baas Partisi taklidçiliğiyle ve Cemal Abdunnasır"ın arab sosyalizmiyle kardeş olduğunu" belirtiyor; "hepsinin kökü kurusun!" diyor. (Bütün kalbimizle, âmin!)
*
Mes"eleyi "kürd ler-türkler" diye ortaya koymamalı.. Çünkü, laik rejimi türk halkı da kurmadı!. O, bir emperyalizm dayatmasıdır!
Tan bu arada, "iktidarın sahibi olan müslüman türkler ümmetçi kalabilselerdi, herşey farklı olabilirdi." diyor ve "bunun ne demek olduğu" sorusuna ise, "Bütün müslümanları kendisine eşit görmektir. Mesela türkçe anadilde eğitim varsa, kürdçe anadilde eğitim de vardır diyebilmeleri gerektiğini" söylüyor ve "kemalist İslamcılarımız bu mânada ümmetçi olabilselerdi, sorunlar çözülürdü.." diyor..
Burada, müslümanlara nisbet olunan "kemalist İslamcı" nitelemesinin ağır olduğunun Tan tarafından da görüleceği umulur.. Çünkü, kendisini "müslüman" olarak niteleyen her bir kimse, müslümanlığın tarifi gereği, her türlü şahısperetliğe karşıdır; resmî ideoloji yatmalarını kanûnî bir mecburiyet olarak kabullenmiş gözükse bile, kalbden asla benimseyemiyeceğini bilir.. Bunu, Altan Tan da bilir.. Nitekim, kendisi de, Meclis"e gelip, "Atatürk ilke ve inkilablarına bağlı kalacağı"na dair and içtikten sonra, Allah"tan af dileceğini açıklayacak kadar bir dikkat sergilemişti.
Yani, Altan Tan, kürd kavminden bir müslüman olarak, kemalizme, laikliğe karşı çıkarken, türk kavminden olanların da, bu zorbalıkları, jakoben dayatmaları, te kendi kavimleri adına sergilenen firavunlukları benimsemediğini elbette biliyordur; ama, sanıyorum, ifadesi bu noktada yetersiz kalmış..
Bu arada, Tan, "Alevî mes"elesinden Ruhban Okulu"na kadar her şeyin ümmetçilik zihniyetiyle çozüleceği"ne olan kanaatini belirtiyor ki, katılmamak mümkün değil..
Ama, bu yolda girilemediği için, Tan, "kürd gençlerinin bu müslümanlardan bir şey çıkmaz.." noktasına sürüklendiğini; "orta yaşlı müslüman kürd halkının da bir kimlik bunalımı içine düştüğünü, İslamî cemaatler içinde bile kürd kimliklerinin inkar edildiğini" belirtiyor..
Ama, aynı problem, Anadolu"nun kürd kavminden olmayan diğer bütün müslüman kesimleri için de aynı değil mi?
Tan, "Bence kürdlerin dörtte üçü müslümandır.." diyor ki, ben şahsen İslam dışında sayılan o dörtte birin bile fazla olduğunu düşünüyorum.. Tan ayrıca, "artık, kürd siyasî hareketinde dinle çatışma dönemi bitti.." diyor; umarım öyle olur.. Ama, bu, kemalist-laiklerin İslam"la çatışmayı sona erdirdiklerini açıklamaları gibi bir hayal ve kendi bindikleri dalı kesmek olur..
Tan ayrıca, "kürdçe anadilde eğitim, demokratik özerklik istiyorum, kamusal alanda dilimi kullanmak istiyorum.. Gerekirse, ticaret ve hukukumu da Allah"ın emrettiği şekilde uygulamalıyım.." dedikten sonra, "kürd camii olmalı mı?" sorusuna da, "Hayır, İslam tarihinde böyle bir geçmiş yok.." demektedir.. Bu arada, şiî câmii, sünnî câmii- mescidi, falan kavmin veya filan cemaatin câmii gibi isimlendirmelerin yersizliğini, bundan kaçınmak gerektiğini, bu hususta dikkatli müslümanlara büyük vazifeler düştüğünü de hatırlamalıyız..
Tan ayrıca, "Kürdlerin ... edebiyatından, müziğinden, hikayelerinden dini çıkar, geride ne kalır?" demektedir. Bu tesbitlere katılmamak mümkün değil..
Evet, tek yolumuz, her şeye rağmen, yine İslam potasında erimekten geçmektedir.
Tekrarlıyalım ki, Anadolu"nun sadece kürd değil, kürd olmayan bütün öteki müslüman etnik unsurlarının da temel harcı, müminlerin kalblerini birbirine perçinleyen temel, İslam"dır. Bu bakımdan, "müslümanlar ümmetçi kalabilseydi, kürd mes"elesi çözülürdü" diyen Altan Tan da, biliyordur ki, Anadolu coğrafyasındaki müslümanlar, kürdü, türk"ü, arabı, çerkezi, arnavudu, boşnak"ı, gürcüsü, lazı, tatarı, abazası, pomağı, vs., bütün etnik unsurlarıyla, kemalist-laisizmin üzerlerinden bir buldozer gibi geçtiği 80 yıllık bir dinsizlik siyasetine rağmen, temelde hâlâ birbirlerine yaklaşımda, İslam"ı esas almaktadırlar, bu da ümmetçi anlayışın hâlâ dipdiri durduğunun bir göstergesidir.. Ve böyle bir anlayış içinde, müslümanlarla birlikte yaşamayı kabullenmiş gayrimuslim unsurlar da elbette ki zimmî statüsünde olarak, müslümanlar gibi, aynı haklara, aynı dokunulmazlıklara sahibdirler..
Ama, kemalist-laik rejim de, müslüman halkımızın kalbindeki bu birliği zehirlemek için, emperyalist-şeytanî sistemlerin bize musallat ettiği her türlü kavmiyetçi, nasyonalist, şovenist, ırkçı cereyanlarla bizim gücümüzü kırıyor, bizi birbirimizden uzak düşürmeye çalışıyor.. Ve asırlarca birlikte yaşadığımız gayrimuslim halklar bile, kemalist-laik-türkçü siyasetin takib edildiği şu son 80 yılda, müslüman halkın dünyasından tamamen koparıldılar, düşman sayıldılar veya düşman kutba itildiler..
Bu zehirli tabloya müslüman halkların kalbindeki ölçülere göre bir şifâ bulmadığımız müddetçe, ülkenin ve İslam Milleti"nin daha derin ve çetin problemlerle karşı karşıya geleceği ve 30 yıldır sona erdirilemiyen bir boğuşmanın daha da derinleşeceği açıktır..
Sosyal kesimler ve farklı etnisiteler arasında, hamâset üzerine kurulu düşmanca duygular yerine, akl-ı selîmin dönmesi ve "biz, tevhîd inancını çeşitli dillerde şakıyan, farklı etnik gruplar ve dillerden bir İslam Milleti"yiz.. " diyebilmek duasıyla..
haksöz