CIA'nin Saraybosna'daki unsurlarından biri olan Robert Baer diyor ki: “Bosna hükümeti savaşın ortasında bir yol ayrımına geldi: Ya CIA'yi ya da İranlıları seçecekti, fakat onlar İranlıları seçtiler. Amerikalılara ulaşan yeni istihbaratın ışığında CIA 1995 yılında Saraybosna'ya yeni bir müdür yolladı. Fakat müdür orada yanındaki arkadaşlarının yer aldığı bir komployla suikasta uğradı. Bosnalılar İran kuvvetlerinin hedefleri doğrultusunda ona suikast planlamışlardı."
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah da geçtiğimiz haftalarda Hizbullah'ı Lübnan, Suriye ve diğer bölge ülkelerdeki Müslümanların çıkarlarının düşmanı olarak göstermek için yapılan ağır propagandalara cevap olarak birkaç kez kendi emrindeki kuvvetlerin Suriye'deki çatışmaya girmeden yıllar önce Bosnalı Müslümanları savunmak için o ülkeye giderek savaştıklarını hatırlattı.
Nasrallah, elbette bundan önce Hizbullah güçlerinin Bosna Savaşına katılımını ilk kez 2013 yılında -raporun önsözünde de buna değinildiği üzere- doğrulamış idi.
Geçtiğimiz yıllarda hem Batılı hem de Farsça yayın yapan medya kanallarında İran'ın Bosna Savaşı'ndaki varlığı ele alınmışsa da, el-Ahbar gazetesindeki bu analiz Arap medyasında bir ilk ve İran'ın bu savaştaki rolü hakkında dikkate değer ayrıntılara sahip olduğundan geniş tepkiler de aldı. Analiz çoğunlukla Batılı kaynaklara dayalı olduğundan bazı tartışmalı noktaları da içermekte olup bunların ayrıca incelenmeleri mümkündür.
Aşağıdaki yazı el-Ahbar'da yayınlanan bu analizin tam çevirisidir:
İlk kez: Hizbullah'ın Bosna'daki bilinmeyen savaşı
"Ey kardeşlerim! Biz en iyi yiğitlerimizle Bosna-Hersek'e gittik. Orada askeri bir garnizonumuz vardı... Muhtemelen bu konu hakkında bu açıklıkla ilk kez konuşuyorum. Savaştık ve şehitler takdim ettik. Kimi savunmak için? Bosna'daki Ehlisünnet Müslümanları savunmak için." (Seyyid Hasan Nasrallah'ın 25 Mayıs 2013'teki konuşmasından)
Hizbullah'ın şu bildirisi açık idi, her ne kadar bunun manası daha sonra açığa çıktıysa da: "Nerede olmamız gerekiyorsa orada olacağız." Yani minbere çıkmadan önce amel meydanında hazır oluyor, pratiği sözünden önce geliyor. Suriye, Irak ve Yemen'den önce Saraybosna ve Filistin'de varlık göstermişti. Varlığı için bir had ve sınır tasavvur edilemez.
Kanadalı General Lewis MacKenzie, BM Barış Güçlerinin Bosna'daki ilk komutanı, Hizbullah'ın ve sonrasında da İran Devrim Muhafızlarının faaliyetlerinden rahatsızlığını belirten kişiler arasında yer alıyordu ve BM'nin bu teşkilatın Güney Lübnan'daki varlığının genişletilmesini ele alan ve Temmuz Savaşı ile çok da uzak olmayan bir tarihteki oturumlarından birinde, bu siyasetlerin ve bazı muhtemel yöntemlerin tekrar edilmesinden yana endişeli olduğunu belirtmişti... Öyleyse olayın aslı nedir?
İlk bileşenler... Saraybosna'da askeri makyaj
İran Silahlı Kuvvetleri 5 Kasım 1992 tarihinde önceden de beklendiği üzere bir manifesto yayınladı: Bosna'ya yardıma ve Bosnalıların Sırplarla savaşına katılmaya tam olarak hazır olduklarının ilanı. Bu karar krizin ve katliamın sonlandırılması yönündeki çabaların başarısızlığa uğraması sonucu alınmıştı. Bundan iki hafta önce Tahran ilk notu İran'ın İslam Konferansı Teşkilatı'ndaki temsilcisi Dr. Sabah Zengine aracılığıyla takdim etmişti ve orada silah ambargosunun kaldırılması istenmişti. Bundan bir haftadan daha az bir süre sonra da İran'ın o dönemki dışişleri bakanı tarafından gerçekleştirilen Bosna ambargosunu kaldırmaya dönük diplomatik girişimler başladığında NATO İran'ın bu savaşa girmesine engel olmakla meşguldü.
ABD'nin Suudi Arabistan ve Türkiye gibi müttefikleri İran'ın giriş yolunu engellemek için Bosna'nın savunucuları arasına girmeye çalıştılar fakat Aliya İzzetbegoviç'in Atatürk'ün mirasçıları karşısındaki olumsuz gardı ve öte yandan Suudi Arabistan'ın hakimiyet modeli Bosna hükümetinin İran'a yakınlaşmasını daha da artırdı. Bkz. Intelligence and the War in Bosnia: 1992-1995 (Studies in Intelligence History, Cees Wiebes)
Begoviç, kendisi ve önderlik ettiği Demokratik Girişim Partisi ideolojik olarak Müslüman Kardeşler'in ardından İran İslam Devrimi'nden etkilenen bir grup olmasının yanı sıra 1992 yılında Tahran'a bir yolculuk da gerçekleştirdi. O bundan önce de 1982 yılında İran İslam Devrimi'nin yıldönümüne katılmak amacıyla bir heyeti bu ülkeye yollamıştı ki bu durum Josef Tito'nun cumhurbaşkanlığı döneminde tutuklanarak ikinci kez hapse düşmesine yol açacaktı. (Tito'nun ölümüyle Yugoslavya'nın da çöküş süreci başlamış oldu.)
Hem Devrim Muhafızları hem de Lübnan Hizbullahı biriktirdikleri tecrübelerinden Bosna Ordusunun kendisini savunabilmesi ve kaybettiği topraklarını geri alabilmesi için askeri çatısını kurmada yararlandılar. Aynı şekilde Hırvatlara da Bosnalılarla savaşmadıkları dönemde bazı nakliyatlar yapıldı.
Çoğunluğu Maturidi ve Hanefi olan Bosna Müslümanları bu ülkedeki etnik üçgenin en zayıf halkası idiler. 60 binden fazla muvazzaf güce sahip Bosna Ordusu buna rağmen teçhizat yönünden donanımlı değildi ve savaşa girmeye hazır değildi.
Bu dönemde İran İslam Cumhuriyeti Muhafızlar Konseyi (Şura-yi Nigâhbân) Sekreteri ve Ayetullah Hamaney'in Bosna temsilcisi Ayetullah Cenneti gibi İranlı önderler Bosnalıları korumayı hızlandırma rolünün ifasına giriştiler. Bu amaçla da Devrim Muhafızları ve Lübnan Hizbullahı'ndan gruplar bu ülkeye yollandı. Bunların başında Besic'in (Halk Seferberlik Güçleri) hâlihazırdaki komutanı General Muhammed Rıza Nakdi ve Devrim Muhafızlarının aktif komutanlarından -ki geçtiğimiz günlerde Suriye'deki cephelerden birinde resmi yayınlanmıştı- Said Kasımi yer alıyordu ve bu kişiler medyanın ve istihbarat servislerinin gözlerine takılmada gecikmediler.
Uluslararası raporlardan birinde 9 Eylül 1992'de Lübnan'ın kuzeyindeki Trablus Limanı üzerinden hareket ederek Bosnalı savaşçılara katılan Lübnan Hizbullahı ve İslami Tevhid Hareketi mensubu 50 askeri eğitmen ve müsteşarın sözü edilmektedir. Aynı şekilde Washington Times gazetesi de 2 Haziran 1994 tarihli sayısında CIA'deki kendi kaynaklarına dayanarak Devrim Muhafızlarından 400 kişilik bir gücün aynı yılın Mayıs ayında Bosna'ya gittiğini yazdı. Bu güçler daha önce bölgeye gönderilen yaklaşık 350-400 kişilik birliğe katıldılar. Buna göre Bosna-Hersek'e gönderilen gücün sayısı 3000-4000 kişilik gönüllü olarak tahmin edilmektedir. Ve bu sayı Lübnan Bekaa'dan eğitim kampları kurmak amacıyla Bosna-Hersek'e gönderilen 400 kişinin dışındaydı. Bu kişiler çoğunlukla Bosna'nın merkezindeki Zenista şehrinde ikamet etmekteydiler.
Prof. Cees Wiebe bu topluluğun faaliyetleri hakkında şöyle diyor: “Bosna Savaşındaki gönüllülerin rolü küçük fakat önemliydi. Devrim Muhafızları acil müdahale güçleri gibi yıldırım operasyonları gerçekleştiren güçlü savaşçıları içeriyordu. Vazifeleri düzenli savaş olan Hizbullah savaşçılarının tecrübe ve becerilerinin daha az komplike savaş modellerine nispetle daha fazla öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla.” Lauren Van Metre ve Burcu Akan Barış Enstitüsü için hazırladıkları raporda bu konuya değinmişlerdi.
Aynı şekilde Andrew Geyon'un “Üçüncü Dünya Savaşının Temelleri”nde belirttiği gibi Devrim Muhafızlarının lojistik yardımlar, kuvvetlerin intikali ve Afgan, Çeçen, Yemen ve Cezayir gibi farklı tabiiyetlere sahip gönüllülerin bölgeye sokulması ve bunların savaş için teşkilatlandırılması gibi faaliyetler için hazırladıkları altyapılardan yararlanılmaktaydı. Üst düzey Batılı bir askeri yetkilinin 3 Mart 1994'te New York Times'a söylediği üzere bu tesis edilen alt yapı kanallarından aksi yönde de istifade ediliyor ve Bosnalı savaşçılar İran'a nakledilerek bu ülkede eğitiliyordu. Bu durum “Batı için en büyük tehlike” olarak tanımlanmaktaydı.
Silah nakil yolları
Silahların sel gibi ulaştırılması sahadaki denklemlerdeki en belirgin role sahipti. Bu silahlar bazen Hırvatistan üzerinden, bazen de yolcu uçaklarına yerleştirmek gibi yaratıcı yöntemlerden yararlanmak suretiyle taşınıyordu. Silah nakli süreci Zagreb Havaalanının (Hırvatistan'ın başkenti) uçuşa yasak bölge ilan edilmesinden sonra da devam etti. Doğal olarak bu kolay bir güzergâh değildi ve bazen silah yüklü kamyonların ifşasıyla sonuçlanıyordu. Bir BM yetkilisi Observer'a verdiği röportajda (18 Ekim 1992) buna işaret etmiştir. Silah kaçakçılığının üçüncü yolu daha da karmaşıktı ve İtalya ile Arnavutluk üzerinden yapılıyordu ve bazı mahalli gruplar da bundan fayda sağlıyorlardı. Bazı belgeler ise İran'ın bu silahları deniz yolu üzerinden sokma çabasını yansıtmaktadır.
Christopher Cooks “İran'ın Bosna'daki Nüfuzunun Genişlemesi” başlıklı bir makalesinde (26. 4. 1996) binlerce ton silah ve cephaneyi her ay 8 kez Bosna'ya sokan konvoylardan söz etmektedir. Bu silahlar ya İran üretimiydi ya da İran'ın himayesiyle satın alınarak Bosna'ya nakledilmekteydi. Tüm bu silahlar ülkeye sokulan toplam silahın üçte birini oluşturuyordu. Mesela Sırp gazeteci Carl Savich sadece Mayıs 1994 ile 1996 Ocak'ı arasındaki dönemde İran'ın Bosna'ya yolladığı silah ve cephane miktarının 5.000 tondan fazla olduğunu söylüyor.
Denklemin değişmesi
Uluslararası ittifak, devletlerin programlarının uyumsuzlukları (özellikle de Avrupalı ülkeler) yüzünden sahada zayıf bir etkiye sahipti ve askeri müdahale kararı çıkmaza girmişti. (Hava saldırıları sadece Srebrenica katliamından sonra başlayacaktı). İran yardımlarının kapsamının genişliği sahadaki gelişmeleri sürekli değiştirmekteydi, hatta öyle ki Bosnalı güçler geri çekilme merhalesinden (Bosna topraklarının %70' i Sırpların eline geçmişti) ilerleme ve ellerinden çıkan yerleri geri alma aşamasına varmışlardı. Üstelik bu kazanımlar Sırp Cumhuriyetinin merkez eyaleti Banyaluka'nın birkaç gün içinde ele geçirilmesinin bile ihtimal dahilinde olduğunu gösteriyordu.
Aliya İzzetbegoviç de o dönemdeki psikolojik savaşta yaşadığı güçlülük duygusundan memnun idi. O ilk olarak kendisi ve Müslüman Bosna halkı adına Ayetullah Hamaney'i, dönemin cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani, İran halkı ve hükümetini Sırpların katliamı karşısında ülkesi ve halkına en fazla destek veren güçler olarak takdir ve ilan etti.
Düşmanla temas
İran'ın Bosna'daki etkisinin derinliğini gösteren delilleri içeren ve Washington'a ulaşan raporlar sürekli artıyordu. Temsilciler Meclisinin bir komitesinin raporlarından birinde “İranlı unsurlar oynadıkları tehlikeli rolle Avrupa'da sağlam bir köprübaşı tuttular ve bu Amerikan çıkarları için stratejik bir tehlike konumundadır. Bu tehlike Bosna'nın hâlihazırdaki liderleri ve neslinin İran ile olan yakın ilişkileri sonucu meydana gelmiştir. İran'ın istihbarat servisi gibi teşkilatları kara mıntıkalarını ellerinde tutmaktalar ve farklı şebekelerin yayılmasıyla eksiksiz bir yapıya kavuşmuşlardır” deniliyordu.
CIA'nin Saraybosna'daki unsurlarından biri olan Robert Baer ise şöyle demektedir:
“Bosna hükümeti savaşın ortasında bir yol ayrımına geldi: Ya CIA'yi ya da İranlıları seçecekti, fakat onlar İranlıları seçtiler. Amerikalılara ulaşan yeni istihbaratın ışığında CIA 1995 yılında Saraybosna'ya yeni bir müdür yolladı. Fakat müdür orada yanındaki arkadaşlarının yer aldığı bir komployla suikasta uğradı. Bosnalılar İran kuvvetlerinin hedefleri doğrultusunda ona suikast planlamışlardı."
Bu elbette sadece iki taraflı bir yüzleşme değildi. İran'ın Bosna'daki nüfuzu Amerikalılarda rekabet duygusu, Avrupalılarda ise korku uyandırmıştı:
18 Ekim 1992 tarihinde bir Birleşmiş Milletler yetkilisi Britanya gazetesi Observer'da kaleme aldığı makalede İran tarafından gönderilmiş silah nakliyatlarından birinin keşfedilerek ele geçirildiğini ilan etti.
Aynı şekilde 11 Kasım 1992'de bir İran uçağı Zagreb Havaalanında önceden haber verilmeksizin aramaya tabi tutuldu ve bu arama esnasında Bosna'ya yollanan pek çok miktarda silah ele geçirildi.
15 Şubat 1996'da ise Fransız komandoları Bosna'nın uzak bir bölgesindeki bir kulübeye baskın düzenlediklerinde burasının atış eğitim merkezi olduğu anlaşıldı ve oyuncakların içine gizlenmiş pek çok dürbünlü tüfek, roket atar ve patlayıcı madde bulundu.
1992'nin Şubat'ında da 3 İranlı, NATO tarafından gönderilen Fransız kuvvetleri tarafından tutuklanmıştı.
Bu olaylar 1992 ile 1996 yılları arasında sürekli tekrar etti ve bunlar arasında Saraybosna'ya ulaştırılmak istenen silahlarla yüklü bir İran gemisinin Türkiye tarafından durdurulmasına işaret edebiliriz.
Dayton Barış Anlaşması ve bunun sonuçları
Savaşın sonlandırılması için sunulan çarelerin çoğu -Vance / Lord Owen barış planı gibi- yenilgiyle sonuçlandı. Bunlar arasında sadece Dayton Barış Anlaşması neticeye ulaşmıştır. Dayton Anlaşması Bosnalıların sahadaki ilerleyişleri ve Amerikalıların baskısı sonucu kabul edildi. Sonradan iyice belli olduğu üzere Amerikalıların öncelikli hedefi kendine vefalı güçler sayesinde Bosnalı bazı kurumlarda kök salan İran'ın nüfuz kaynaklarını kurutmaktı. Bu vefadarlar arasında Savunma Bakan Yardımcısı Hasan Çenkiç, Bosna istihbaratının sabık başkanı Bakır Ali İspahiç ve İranlı askeri kuvvetlerle işbirliğine giderek askeri üsler kurma girişiminde bulunan üst düzey iki yardımcısına işaret edebiliriz. (Fransız komandolarının baskın düzenlediği askeri üslerdi bunlar.)
Gazeteci James Raisen de “Aliya İzzetbegoviç'in kendisi de hükümeti için İran'dan para alıyordu. Bunlardan sadece birinde tek seferinde 500 bin dolar almıştı” diye yazmıştı.
İki taraf arasındaki ittifakın derinliği İran'ın Bosna elçisinin İzzetbegoviç'in 1996'daki cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasına katılan tek yabancı diplomat oluşuyla herkese aşikâr olmuştu.
Amerikalılar değişik düzeylerde İran'ın etkisini azaltıp kendi hâkimiyetlerini artırmaya çalıştılar ve bu amaçla Bosnalıların silah ve eğitim merkezleri kurmak gibi ihtiyaçlarını giderme doğrultusunda girişimde bulundular. Bunun sonucunda savunma bakanı yardımcısı Hasan Çenkiç ve Bosna eski istihbarat bakanı Bakır Ali Espahiç gibi şahsiyetlerin görevlerinden alınması gibi nisbi başarılar elde ettiler ve İran'ın Bosna'nın yeniden imar edilmesindeki rolünü ve payını mümkün olduğunca sınırladılar.
İran ise Bosna'nın tam bağımsızlığına kavuşturulması ve ülkenin NATO karargâhına dönüşmesine engel olma hedefinde tam olarak başarılı olamadı. Fakat iki taraf arasındaki ilişkilerin bazı boyutlarındaki zayıflamalara rağmen İran farklı alanlarda Bosna'yı himayeye devam etti. Bunların bir kısmı askeri, bir kısmı da ekonomik idi. Bunların dışında İran'ın Bosnalı şehit ailelerine ve yaralılarına olan desteğine de işaret edilebilir. Bunların anma törenleri Tahran'da halen sürmektedir.
İranlılar gelişmelerin gidişatından duydukları rahatsızlığı sürekli dillendirmekteydi. Nizamın Maslahatını Teşhis Komisyonunun Başkanı Haşimi Rafsancani'nin dediği gibi: “İran İslam Cumhuriyeti savaştan sonra bu ülke halkına yardım amacıyla Bosna'da aktif ve yapıcı bir şekilde var olmak istiyordu fakat düşmanların müdahalesi iki ülke arasındaki ilişkileri ve işbirliği düzeyini azalttı.”
İzzetbegoviç ülkesinin viran edilmiş başkentinin merkezinde düzenlediği bir basın konferansında bir kez daha İran'ın makamını yücelten bir tavır takındı. İzzetbegoviç, İran İslam Cumhuriyeti'nin temsilcisi Ali Ekber Velayeti'yi eliyle göstererek -İran'ın dışişleri bakanıydı ve 15 Kasım 1995'te Saraybosna'ya gitmişti- “Eğer bu adam olmasaydı -kastettiği İran İslam Cumhuriyeti idi elbette- bugün ülkem harita üstünde yer almayacaktı” demişti. Begoviç'in sözleri kamuoyunun görüşünü de yansıtmaktaydı. Savaşın sonunda gerçekleştirilen bir anket Bosnalıların %86'sının İran İslam Cumhuriyeti hakkında olumlu bir bakışa sahip olduğunu göstermişti.
Bosna Savaşı, 1995 yılındaki sonlanmasına dek 97-110 bin kurban verilmesine yol açtı. İranlı güçlerden ve Hizbullah kadrolarından yüzlerce kişi Bosna'nın yeni bir Filistin'e dönüşmesini engelleme yolunda şehid olmuş ya da esir düşmüştü. Bosnalı silah arkadaşı Muhammed Avdiç'in kabri yanında inşa edilmiş İranlı komutan Şehid Resul Haydari Anıtı, her ikisinin uğrunda savaştıkları ve canlarını verdikleri ideal birliğinin derinliğini göstermeye bugün de devam ediyor. (Al Akhbar - Raja News)