Öncelikle; “Başbakan Ahmet Davutoğlu” başkanlığında kurulan “62. Hükümet”in; ülkemiz, milletimiz, bölgemiz ve İslâm alemi için hayılı olmasını diliyor, Başbakan Ahmet Davutoğlu başta olmak üzere, “kabine üyeleri”nin hepsine, “başarılar” temenni ediyorum...
Gördüğünüz gibi;
Kabinede “sınırlı bir değişiklik” yapıldı... Ahmet Davutoğlu’nun “Başbakan” olmasıyla boşalan Dışişleri Bakanlığı’na Mevlüt Çavuşoğlu, ondan boşalan Avrupa Birliği Bakanlığı’na Volkan Bozkır getirildi..
“Çözüm Süreci”ni başarıyla yürüten Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın yerine, Yalçın Akdoğan geldi... Emrullah İşler’in yerine de Numan Kurtulmuş Başbakan Yardımcısı oldu...
Öyle umuyorum ki;
Beşir Hoca da, Emrullah Bey de, “çok daha iyi yerler”de değerlendirilecekler ve oralarda da “başarılı hizmetler” vereceklerdir.
Bu vesileyle;
Kabineye yeni katılan Numan Kurtulmuş’a, Yalçın Akdoğan’a ve Volkan Bozkır’a “hoşgeldiniz” diyor, Allah’tan yollarını açık etmesini diliyorum...
2 BİN YILDA BİR İLK
Hepimizin şahit olduğu gibi;
“Çok hareketli günler” yaşadık...
l 10 Ağustos’ta “Cumhurbaşkanlığı seçimi”ni yaptık... “2 bin yıllık Türk tarihi”nde ilk defa, bir Cumhurbaşkanı “halkın oylarıyla” seçildi ve “yüzde 52” oy alan Tayyip Erdoğan, “halk tarafından seçilen ilk Devlet Başkanı” oldu...
l 27 Ağustos’ta, “AK Parti Olağanüstü Kongresi” yapıldı ve Ahmet Davutoğlu, 1382 delegenin oyuyla “AK Parti Genel Başkanı” oldu... Bu kongre; aynı zamanda, “13 yıl 13 gün AK Parti Genel Başkanlığı” yapan Tayyip Erdoğan’ın da; “Aşkım, sevdam, dâvâm, kavgam, 5. çocuğum” dediği AK Parti’ye “veda” ettiği bir kongre oldu...
Ama, “AK Parti Genel Başkanlığı”na seçilen Ahmet Davutoğlu, “hayır” dedi; “Hayır; bu kongre veda kongresi değil, bir vefa kongresidir.”
l 28 Ağustos’ta; “millet tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı” olan Tayyip Erdoğan, önce Meclis’te ant içti, “mazbata”sını aldı, daha sonra da Çankaya Köşkü’ne çıkarak; “Yol arkadaşım, 40 yıllık dâvâ arkadaşım, kardeşim” dediği Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den görevi devraldı... Çankaya Köşkü’ndeki tören, bir anlamda “kardeşlerin devir-teslimi” oldu ve Türkiye, ilk defa böyle bir “tören”e şahit oldu.
Aynı günün gecesinde; Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ahmet Davutoğlu’nu Köşk’e çağırıp, “62. Hükümet’i kurmakla” görevlendirdi.
l 29 Ağustos’ta, Ahmet Davutoğlu Köşk’e çıkarak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la görüştü ve ona “kabine listesi”ni sundu... Erdoğan tarafından onaylanan liste; Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından “Cuma namazı saatinden 15 dakika önce” açıklandı ve böylece “62. Hükümet”te kimlerin görev alacağı kesinleşmiş oldu... Hükümet; “11 saat gibi rekor bir hızla kurulan” ilk hükümet oldu.
“Hükümet’in açıklanması”ndan sonra; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı olarak “ilk Cuma namazı”nı, Köşk bahçesindeki Muhafız Alayı Süngülü Camii’nde, Başbakan Ahmet Davutoğlu “Kocatepe Camii”nde, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, “Merhum Necmettin Erbakan’ın mezarı”nı ziyaret ettikten sonra “Eyüp Sultan Camii”nde kıldı... Gül, Cuma Namazı’ndan sonra, merhum Necip Fazıl’ın mezarını da ziyaret etti... Erdoğan ise; “GATA’daki diploma töreni”ne katıldı...
l Ve, 30 Ağustos... Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan; “30 Ağustos Zafer Bayramı” münasebetiyle bu akşam Köşk’te bir “resepsiyon” verecek.
Erdoğan’ın “31 Ağustos programı”nı bilmiyorum ama, 1 Eylül’de Azerbaycan’a, oradan da İngiltere’ye gidecek... Başbakan Ahmet Davutoğlu da, “İlk Grup Toplantısı”nı 1 Eylül’de yapacak.
20 YIL ÖNCEKİ BİLEZİK
Gördüğünüz gibi, son 20 gün içinde, hayli yoğun, hayli hızlı ve “başdöndürücü bir trafik” izledik...
“Neredeeen, nereye?”
Bir zamanlar;
“Yerinden kalkamayan Başbakan”lar vardı bu ülkede... Şimdi ise, “Yerinde duramayan Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız” var...
Bu “hızlı trafik” içinde; belki sizin duyduğunuz ama, benim yazmaya fırsat bulamadığım bazı “ayrıntı”lar oldu...
Bugün, beni fazlasıyla etkileyen o olaylardan bahsetmek istiyorum...
Biliyorsunuz, Tayyip Erdoğan Başbakan iken, “küçük bir kız”dan bahsetmişti...
Demişti ki;
“Yoksul mahallelerden birindeydik... Kalabalıktan 8 yaşlarında bir kız çocuğu geldi... Elinde bir şey vardı elimi tuttu... ‘Bunları annem gönderdi’ dedi. ‘Annem seçildikten sonra sakın bizi unutmasın’ dedi. İki tane bileziği elime tutuşturdu.
Daha ne olduğunu anlayamadan kendisi de o incecik bileğindeki bileziğini çıkardı, onu da elime tutuşturdu.
Ben daha bir şey söyleyemeden o yavrucak kalabalığın içinde kaybolup gitti.
O bilezikler İstanbul Büyükşehir Başkanlığı makamında hep karşımda durdu. Ben asıl o gözleri unutamadım. Aradan 20 yıl geçti. 8 yaşlarındaki o çocuğun gözündeki umudu unutamadım... Pınarhisar’da yatarken karşımda hep o çocuğun bakışları vardı. O elime tutuşturduğu annesinin gönderdiği bilezikle, bileğinden çıkardığı oyuncak bilezik. AK Parti’yi kurarken gözümün önünde o çocuğun gözleri vardı. Siirt’ten milletvekili olup başbakan olurken karşımda hep o masum gözler vardı.
Attığım her imzada o gözler karşımdaydı. Gece yorgun başımı yastığa koyarken, sabah uyanınca o masum çocuğun gözündeki heyecan, o umut, o parıltı, o beklenti hep karşımdaydı. O gözleri bir an olsun aklımdan çıkarmadım. Annesi bizi unutmasın demişti ya; Allah’a hamdolsun o büyük emaneti, o büyük mesajı hiçbir zaman unutmadık, unutmayacağız.”
İşte o kız çocuğunun adı, Nihal Karataş’tı... “Bilezik” olayı için, 20 yıl sonra şöyle diyordu:
“Tayyip Bey’in, ileride başa geleceğini biliyorduk... Bizim için Türkiye’nin umudu Tayyip Erdoğan’dı... İçimden gelmiş ve o bileziği vermiştim.”
“ALTINIM YOK, SEVGİM VAR”
27 Ağustos günü de, Arena Stadı’nda yapılan kongrede, “bir başka küçük kız” çıktı Erdoğan’ın karşısına...
Tayyip Erdoğan, “siyasi hayatının anlatıldığı belgesel” sonrasında kürsüye çıktı... Tam da bu esnada bir kız çocuğu Başbakan Erdoğan’ın yanına geldi.
Başbakan Erdoğan’la, heyecanlı bir şekilde kısa bir sohbet gerçekleştiren kız çocuğunun ne dediği merak edilirken, salondakilerin bu merakını Erdoğan giderdi.
Erdoğan, kız çocuğuyla arasındaki diyaloğu şöyle aktardı:
“Geçmişte malum; partimizin kuruluşunda bir küçük yavru, bize bir altın göndermişti. Kızımız dedi ki; Benim altınım yok ama, benim de sevgim var, kabul eder misiniz.”
Bu kız, 14 yaşındaki Özlem Koca idi... Erdoğan’ı görebilmek için, İzmir Kemalpaşa’dan gelmişti... Duygularını şöyle anlatıyordu:
“Cumhurbaşkanımız yıllar önce İzmir’e gelmiş, ben de sevgimi göstermek için bağırmışım... Çevremdekiler sus bağırma ayıp olur demişler. Ama bugün Cumhurbaşkanımız beni dinledi... O an benim için özel bir andır... Başbakanımıza geçmiş yıllarda altın verenler olmuş, haberlerini görünce çok duygulandım. Benim verecek altınım yoktu ama onu seven büyük bir kalbim, sevgim var.”
Doğrusunu söylemek gerekirse;
Bu iki olay beni son derece duygulandırdı... Ama, milletin, gençlerin ve çocukların da, Erdoğan’a nasıl bir “sevgi” duyduklarını bir defa daha görmüş oldum...
İşte bu “sevgi”dir Erdoğan’ı büyüten... İşte bu “sevgi”dir, Erdoğan’ı; önce “Başbakan”, sonra “Cumhurbaşkanı” yapan!..
“90 yıldır iktidara hasret olan CHP”nin muhtaç olduğu, işte bu “sevgi”dir..
TÜRKİYE’NİN ÖZÜ VE RUHU
Sözü Erdoğan’dan açmışken, Erdoğan’ın “Anıtkabir Özel Defteri”ne yazdığı şu satırları da tekrarlamamak olmaz...
Erdoğan, deftere özetle şunları yazdı:
“Halk oyuyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanının göreve başladığı bugün, Türkiye’nin küllerinden doğduğu, yeni Türkiye’nin inşa ve imar sürecinin güç kazandığı bir gündür. Hiç kuşkunuz olmasın ki, bugün, 23 Nisan 1920’de ilk adımlarını attığınız büyük Türkiye ruhunun, özünün, hayal ve ideallerinin dirildiği gündür.
Türkiye bugün, kadim medeniyet kaynaklarıyla tekrar kucaklaşmış, özüyle ve ruhuyla tekrar buluşmuş, hakimiyeti milliyeye her zamankinden çok daha fazla güç kazandırmıştır.
Vazifeye başlayışımın bu ilk gününde ülkemiz, vatanımız, devletimiz ve bayrağımız için, en önemlisi de aziz milletimiz için her zamankinden daha çok çalışacağıma dair milletime söz veriyorum.”
Evet, bu “mesaj” çok önemli...
Gerçekten de; “10 Ağustos veya 28 Ağustos’ta, “Türkiye özüyle ve ruhuyla tekrar buluşmuştur.”
Erdoğan’ın, “özel defter”e yazdığı şu satırlar da çok çok önemlidir:
“Bugün; 23 Nisan 1920’de ilk adımlarını attığınız büyük Türkiye ruhunun, özünün, hayal ve ideallerinin dirildiği gündür.”
Peki, ne olmuştu 23 Nisan 1920’de?..
İLK MECLİS’TEKİ O YAZI
Erdoğan, 27 Ağustos’taki Kongre’de yaptığı konuşmada; “23 Nisan 1920 tablosunu her fırsatta hatırlattık, her fırsatta gündeme taşıdık” diyor ve o gün olanları şöyle açıklıyordu:
“23 Nisan 1920’de, Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılmadan önce, bizzat Gazi Mustafa Kemal’in talimatıyla, bütün vilayetlerde hatimler indirilmiş, mevlid-i şerifler okunmuştu.
23 Nisan günü, özellikle bir Cuma gününe denk getirilmişti. Cuma günü, Ankara’da, Hacı Bayram Camii’nde Cuma namazı kılınmış, hatim duası yapılmış, Buhari-i Şerifler okunmuş, Ulus’taki Meclis binasının önüne gelinmişti.
Ulus’taki Meclis binasının önünde yine dualar edilmiş, kurbanlar kesilmiş, Büyük Millet Meclisi bu şekilde açılmıştı.
Ulus’taki Büyük Millet Meclisi’nin Genel Kurul salonunda, Meclis Kürsüsü’nün arkasına, “Onlar işlerini istişareyle yaparlar’ mealindeki Şura Suresi’nin 38. ayeti yazılmıştı.
İlk Meclis’teki muhteva, tam anlamıyla bir Türkiye manzarasıydı.
Orada Türkler vardı, Kürtler vardı, Araplar, Çerkezler, Gürcüler vardı.
Orada Sünniler de vardı, Aleviler de vardı. Milletin bütün unsurları, işgali sona erdirmek, Kurtuluş Savaşı’nı sevk ve idare etmek, zafer kazanmak için gönül birliği yapmışlardı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin mayası, işte orada, o ilk Meclis’te atılmıştı. Kurulacak devlet, herkesin devleti olacaktı.”
Gerçekten de, Tayyip Erdoğan’ın hedefi, “Herkesin Devleti” olacak “Yeni Türkiye”yi kurmaktı...
Bunun için de; 23 Nisan 1920’de Meclis Kürsüsü’nün arkasına yazılan; “Onlar, işlerini istişareyle yaparlar” ayetine uygun bir yol izliyor, “istişare”yi elden bırakmıyor...
Zaten, “kavgasız-gürültüsüz bir kongre”nin, “kardeşçe yapılan devir-teslim töreni”nin ve “Hükümet’in 11 saatte kurulması”nın sırrı da, işte bu “istişare kültürü”nde yatıyor...
“ÇIRAK UTANSIN”
Son günlerde, beni etkileyen bir başka olay da; Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a; merhum Üstad Necip Fazıl’ın, “hat” ile yazılmış “Utansın” isimli şiirini hediye etmesidir.
İslâmi Objeler Uzmanı Mehmet Çebi’nin, Hattat Mustafa Cemil Efe’ye “sülüs” yazı ile yazdırdığı tablo, Davutoğlu tarafından Erdoğan’a takdim edildi.
Merhum Üstad’ın o şiiri şöyle:
“Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk;
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!”
Davutoğlu’nun, bu şiiri Erdoğan’a hediye etmesi, “çok anlamlı” olmasının yanısıra, aynı zamanda “izleyeceği yol” konusunda “ince bir mesaj”dır...
“Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu söndürmeyen çırak utansın.”
Erdoğan “Usta”dır,
Davutoğlu da “Çırak.”
Demek istiyor ki Davutoğlu;
“Senin başlattığın bu hareket, asla öksüz kalmayacak... Bir çırak olarak, bu hareketi sürdüremezsem, yazıklar olsun bana!.. O zaman, utancımdan yere girsem yeridir.”
Kongre günü; “Bu bir Veda Kongresi değil, Vefa Kongresi’dir” diyen Davutoğlu’nun, bu şiiri Erdoğan’a hediye etmesi de; hem bir “vefa” göstergesidir, hem de “bayrağı daha ileriye, daha yukarıya taşıyacağının” bir mesajıdır...
Cenab-ı Allah, “vefa”larını da, “sevgi”lerini de, “dostluk”larını da daim etsin...
Allah utandırmasın...
Yâr ve yardımcıları olsun...
Ve elbette;
Kıskananlar çatlasın...
****************************************************************************
Bu gidişle HDP, “Anamuhalefet” olursa, hiç şaşırmayın!
Muhsin Kızılkaya, çok güzel bir lâf etmiş:
“Ahmet Necdet Sezer Anayasa kitapçığını fırlattı, ülkeyi bitirdi... CHP Anayasa kitapçığı fırlattı, kendini bitirdi.”
Aynen katılıyorum... CHP, hiçbir “proje” üretmeyen, hiçbir “çözüm yolu” göstermeyen ve sadece “provokasyon” peşinde koşan bu haliyle, gerçekten de “kendini bitirmiştir!”
“90 yılın hazımsızlığı” içinde kıvranan CHP’ye; bu hazımsızlığını gidermesi için “maden suyu” göndermişler... Bence, CHP’ye “maden suyu” değil, yaşadıkları “depresyon”u atlatmaları için, birer kutu “antidepresan” ilaçlardan gönderilmeliydi...
CHP, bu “halet-i ruhiye” ile, “Anamuhalefet” görevini yerine getiremeyeceğini göstermiştir. “Plânsız, projesiz ve ufuksuz” haliyle gideceği “2015 seçimleri”nde, korkarım ki; “barajın altında” kalabilirler.
CHP’nin ve belki de MHP’nin “barajın altında” kalması demek, Selahattin Demirtaş başkanlığındaki HDP’nin, barajı aşması ve belki de “Anamuhalefet Partisi” olması demektir ki; böyle bir sonuç, hiç de “sürpriz” olmaz!..
Özellikle CHP, bir an önce kendine gelmeli ve “yapıcı muhalefet” yapmaya başlamalıdır.
“Yapıcı” olmazsa, “yıkıcı” olur ve bu politika da, ilk önce “CHP’nin yıkılması”na yol açar...
Demedi, demesinler!..
yeniakit