Yenilmiş, haddi bildirilmiş bir ülkeydik. Zafer türkülerimiz bile ezikti. Sakarya-Dumlupınar'dan ibaret kalan bir iftihar tablosunu öpüp öpüp başımızın üstüne koyuyorduk. Son vatan parçasını bir şekilde düşman işgalinden kurtarmış olmayı öyle yüceltiyorduk ki, bunun ötesine geçmeyi rüyalarımızda bile göremiyorduk.
Rüyalarımız kâbustu. Kâbuslarımızda son vatan parçası da elden gidiyordu. Onun için "İslam Milleti"nden "Türk Milleti"ne geçişe ayak uyduramayan unsurların tepesine binmeyi ve Düvel-i Muazzama'nın dümen suyu dışına taşmamayı şiar edinmiştik.
Dahilde İslami hareketleri Batı namına ezmek yahut "Soğuk Savaş"ta Batı'nın menfaatleri doğrultusunda kullanmak, hariçte de Batı'nın siyasi hedefleri doğrultusunda hareket etmek en büyük "milli" vazifelerdi.
İsrail'le can-ciğer kuzu sarması olmamızı istediler, olduk. Kore'ye asker göndermemizi istediler, gönderdik. Mısır ve Suriye'ye tavır koymamızı istediler, koyduk. Cezayir'in bağımsızlığına karşı çıkmamızı istediler, çıktık. İngiltere yeşil ışık yakmasaydı belki Kıbrıs Türklerinin hürriyet mücadelesini desteklemeye de cesaret edemeyecektik.
Sömürgecilere, emperyalistlere, Siyonistlere diklenen bir Türkiye olacak şey değildi. Müslüman kimliğini öne çıkaran, İslam dünyasını yeniden birleştirmeye ve yükseltmeye çalışan bir Türkiye zaten hiç olacak şey değildi. Bunlar şöyle dursun, yerli sanayiden hele yerli silah sanayiinden- dem vurmak bile ziyadesiyle ütopik bulunurdu.
Necip Fazıl "Büyük Doğu"dan, Sezai Karakoç "İslam Birliği"nden bahsedebilirdi; pek çok insan bu davaya gönül verebilirdi; ama siyasette yer yoktu bu davaya. Yer bulunsa bile o yer çok küçük ve silik kalırdı. Siyasete damgasını vuramazdı bu dava. Vurmasına izin verilmezdi. Rejim, statüko, uluslararası sistem muhakkak gereğini yapardı. Ne mümkündü onlarla baş etmek?
...Sonra Erbakan geldi. Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınıp, Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla, o büyük yürüyüşü başlattı. "Hohlaya hohlaya buz dağlarını eriterek" anti Kemalizm'i, anti Siyonizm'i, anti emperyalizmi, İslam Birliği ülküsünü siyasetin göbeğine taşıdı.
Bugün, "Milli Görüş" kökenli devlet adamlarının "demokratik açılım" hamlelerini ve sivil anayasa hazırlıklarını konuşuyoruz, Türkiye'nin İsrail'le karşıya gelişini konuşuyoruz, tarihi paylaştığımız kardeş ülkelerle yeniden bütünleşme yolunda aldığımız mesafeyi konuşuyoruz... Emperyalist tuzakları boşa çıkaracak bir yerli silah sanayiinin nihayet kurulmaya başladığını da konuşuyoruz... Bu noktaya, Necmeddin Erbakan'ın 1969'da Konya'da başlattığı yürüyüşle geldik. Yol boyunca çeşitli tartışmalar yaşandı, yürüyüş farklı kollara ayrıldı, kırgınlıklar-küskünlükler oldu, ama neticede yeni bir Türkiye ve yeni bir dünya hedefi baki kaldı. O hedefe doğru yürümeye devam ederken, Erbakan hocamızı daima şükran ve rahmetle anacağız.
Allah razı olsun. Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın. Cennet diliyoruz hocamıza.
yenişafak