BİZDE masalların niye "Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik," diye başlayıp, "bir de baktık bir arpa boyu yol gittik" diye devam ettiğini anlayabiliyorum bazen.
Yıllarca Kemalizm'le, askerî vesayetle, "ordunun medyasıyla" mücadele ettikten sonra Türkiye yeni bir döneme girdi.
Askerî vesayet gerilerken "merkez medya" denen ordu medyası da inandırıcılığını ve gücünü epeyce kaybetti.
Şimdi muhafazakâr tabanı temsil eden bir hükümet var. Bu hükümetin de bir medyası var. Geçenlerde Alper Görmüş, benden çok daha liyakatli biçimde bu yeni gerçekten ve bu "yeni gerçeğin" sahip olduğu eski hastalıktan söz etti. Bu "yeni medya" asla hükümeti eleştirmiyor. Eski "merkez medya" için ordu ne kadar kutsalsa, bu yeni "merkez medya" için de hükümet o kadar kutsal.
Orduyla ilgili hiçbir eleştirilebilir gerçeği merkez medyada okuyamayacağınız gibi hükümetle ilgili hiçbir eleştirilebilir gerçeği de yeni merkez medyada okuyamıyorsunuz.
Değişen bir ülkenin, değişen bir toplumun "değişen" bir medyası olması gerekir, "medya" değişmiyorsa, mutlaka değişmeyen başka bir şeyler daha vardır.
Neyin değişmediğini anlamak için o "medyanın" bağlı olduğu güce yani iktidara bakmak gerekir.
Sanırım orduyla siyasi iktidar arasındaki benzerlik, Şark toplumlarının bütün egemenlerinde ortaya çıkan o büyük yanılsama, "Ben herşeyi doğru yaparım, iyi yaparım, beni eleştirmek bana düşmanlıktır inancı. Bu sağlıksız inancı da medya besliyor. Onların bu yanlışlarını düzeltmeye çalışmıyor, aksine bu yanlışı destekliyor.
Bugün bizim gazetenin tepesinde bir haber okuyacaksınız.
Yakında Macaristan'ın Avrupa Birliği dönem başkanlığı bitecek, hâlâ Türkiye ile AB arasında "rekabet faslı" açılmadı.
İlk kez, iki dönem üst üste AB'yle aramızda "tek bir fasıl" bile açılmadan geçiyor.
Üstelik bu faslın açılması için Türkiye'nin önünde hiçbir ciddi engel yok, sadece hükümetin isteksizliği bu sonucu yaratıyor.
Çok merak ediyorum kaç gazete, hükümeti, AB üyeliğini böylesine savsakladığı için eleştirecek, kaç gazete bu durumu haber yapacak.
Eski merkez medya "demokrasi" isteyen AB'den hoşlanmadığı için bu konuya değinmeyecek, yeni merkez medya da herhangi bir konuda hükümeti eleştirmekten kaçınacağı için bu konuyu ilk sayfalarından görmeyecek.
Umarım yanılırım ama pek sanmıyorum bu konuda yanılacağımı.
Hâlbuki Avrupa Birliği, Türkiye için çok önemli. Ekonomik açıdan değil. Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi AB üyesi ülkelerden çok daha sağlam gözüküyor ekonomimiz.
Biz, AB'nin parasına muhtaç değiliz. Biz, AB'nin zihniyetine muhtacız. Ordunun ya da hükümetin ya da herhangi bir siyasi liderin "hatasız" olduğunu daha baştan kabullenecek bir medyanın varlığını değiştirecek bir "zihniyet sarsılması" yaşamak için muhtacız.
Müesseseleri ya da insanları "kutsallaştırmaya" çok yatkın duran bu Kemalist anlayışı değiştirebilmek için muhtacız.
Hataları açıkça söyleyebilen bir medya yaratabilmek için muhtacız.
Bu ülkede yaşayan her bireyin, "devletten" de, devleti yönetenlerden de daha önemli olduğunu kavrayabilmek için muhtacız.
Muhtaç olan sadece biz değiliz, onlar da bize muhtaç.
Son zamanlarda birçok Avrupalı liderin dile getirdiği gibi Avrupa Türkiye'nin hem toplumsal enerjisine muhtaç, hem de onun Müslüman dünyadaki gücünü kendi parçası haline getirebilmeye muhtaç.
Ama bütün bu gerçeklere rağmen hükümet Avrupa yolunda kılını bile kıpırdatmıyor.
Fasılları açabilmek için en küçük bir çaba göstermiyor.
Avrupa'nın ırkçı liderlerinin Türkiye'den niye korktuklarını anlayabiliyoruz, böylesine büyük bir Müslüman toplumu aralarına almak istemiyorlar, Türkiye'nin nüfusu, enerjisi, gücüyle Avrupa'nın ağırlıklı ülkelerinden biri haline gelmesini içlerine sindiremiyorlar.
Peki, bizim hükümet niye korkuyor Avrupa'nın üyesi olmamızdan? O, neden çekiniyor?
"Kutsallıkların" sona ermesinden, bireylerin kendi önemlerini anlamasından, eleştirinin yerleşik bir kurum haline gelmesinden, medyanın zihniyetinin değişmesinden mi korkuyor?
Neden korkuyor gerçekten bu hükümet?
Taraf/Ahmet Altan