Lise son sınıfın son günleri... Okuldan çıktıktan sonra, arkadaşlarla bir “çay bahçesi”ne oturup, “üniversite sınavı”nda neler yapabileceğimizi konuşuyoruz...
Bir gün, bir arkadaş “test kitabı” ile geldi... “Takunya kalınlığında” bir kitap... Daha önceki üniversite sınavlarında sorulan sorular ve cevapları var.
Ne yalan söyleyeyim;
“Test kitabı”nı ilk olarak orada gördüm... Ne var ki, onu alacak maddi gücüm yok... O yıllarda, “dershane” diye bir kavram da yok.
Uzatmayalım;
“Lise bitirme sınavları” tamamlandı, ben de “tütün tarlası”na gittim... “Tütün kırım-dizimi” derken, sınav günü geldi çattı...
Bir komşunun tütün tarlasında 3 gün çalışıp, aldığım “yevmiye”yi yol parası yaptım ve İzmir’e gidip, sınava girdim...
Sonra da, şimdiki adı “İletişim Fakültesi” olan “Gazetecilik ve Halkla İlişkiler”i kazanıp mezun oldum..
Şunu demek istiyorum:
Ben ve benim dönemimdeki öğrenciler, “dershane” yüzü görmedi...
“Test” kitabı desen, görenlerin sayısı “yok” denecek kadar azdı...
Ama yine de;
“Üniversite ikincisi” olan İmren Abla, bizim okulumuzdan, yani Salihli Lisesi’nden mezundu...
Demek oluyor ki;
“Öğretmenler kaliteli ve idealist” iseler, ne “dershane”ye ihtiyaç kalır, ne “test” kitabına!..
Ne zaman ki;
Öğretmenlerdeki “idealizm” duygusu ölmeye, “kalite” düşmeye başladı, işte o zaman, doğan boşluğu “dershaneler” doldurmaya başladı!..
ADIN NE?.. ŞIKLARI SAY!
Hiç kimse kusura bakmasın;
Dershaneler “eğitim” filan vermiyor, sadece ve sadece “yarış atı” yetiştiriyor!.. “Hara”larda yetiştirilip “hipodrom”larda koşturulan “at”lar neyse, “dershane”lerde yetiştirilip, “sınav”larda koşturulan “öğ-renci”ler de odur!..
Evet, tek kelimeyle;
“Yarış atı” yetiştiriliyor dershanelerde!..
Çocuklar, öyle bir “test manyağı” haline getiriliyor ki, kalkıp, “adını” sorsan diyor ki;
“Şıkları say!..
A mı, B mi, C mi, D mi?”
Bir de, “dershaneler tarafından üretilen bir psikolojik baskı”, bir “algı yönlendirmesi” var ki, onun da üzerinde durulmalı...
Dershaneler, öyle bir “algı”ya yol açtılar ki; sanki, “çocuklar dershaneye gitmezse başarılı olamazlar!”
Anne-babalar da, bu “psikolojik bas-kı”ya boyun eğip, mecbur kalıyorlar, çocuklarını “dershane”ye göndermeye!..
Zannediyorlar ki;
Çocukları eğer “dershane”ye gitmezse “başarılı” olamayacak!.. Ve yine zannediyorlar ki, çocuklarını dershaneye göndermezlerse bir “eziklik” yaşayacak!..
Bu iş, biraz da;
“Görsünler” yarışına döndü.
Dershaneler, elbette böyle bir “algı oluşturmak” zorunda... Çünkü, bu iş bir “sektör” oldu ve iyi de para getiriyor!..
Temennim odur ki;
“Öğretmenler kaliteli ve idealist” olsunlar da, “dershane”lere hiç ihtiyaç kalmasın!..
GÜÇ ZEHİRLENMESİ!
Temennim budur da, “reel gerçek” nedir?.. Evet, Türkiye’de bir “dershane gerçeği” var ve maalesef “dershane”ler, “okul”ların önüne geçip, “alternatif eğitim modeli” olmaya başladılar...
İşin doğrusu;
Sadece “eğitime alternatif” olmakla kalmadılar, “güç zehirlenmesi” sonucu “siyaset”i ve “ekonomi”yi de yönlendirmeye ve neredeyse “Alternatif Başbakan” üretmeye yeltendiler!..
Kim, ne derse desin;
“Kavga”nın asıl sebebi budur.
Dün de yazdığım gibi; dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir hükümet ve hiçbir başbakan; “Kendi altının oyulmasına” göz yummaz, gerekli tedbirleri alır!..
Öyle sanıyorum ki;
“Dershane” olayı, “buz dağının görünen kısmı”dır... “Buz dağı”nın altında ise, hâlâ erimeyen buzlar vardır ki; gerek Zaman gazetesi, gerek Fethullah Gülen Hocaefendi, bunları çok çok iyi bilmekte ama hâlâ “taarruz”a devam etmektedir.
Açık ve net söyleyelim;
“Mavi Marmara... MİT Müsteşarı Hakan Fidan... Gezi olayları... CHP’ye evrilme”den sonra, bir de “dershane” olayıyla “Hükümet’e taarruz” etmek, bunu yaparken de Başbakan Tayyip Erdoğan için “Firavun”, “Diktatör” ve “Karun” demek, “Hocaefendi’nin yaptığı en büyük hata” olmuştur... Kaldı ki; bu “Firavun” suçlaması ilk de değildir...
BİR “ÖZÜR” DİLENİRSE!
Bazı arkadaşlar diyorlar ki;
“Hocaefendi’nin ‘Firavun’ ve ‘Karun’ ifadeleri, genel konuşmanın bir yerinde geçmiştir, Erdoğan kastedilmemiştir!”
O zaman, daha vahim!..
O kelimeleri, “dershaneler” konulu bir konuşmanın içine koyan ve servis eden “geri zekâlı” ve “ahmak” kimdir?.. Dikkat edin; “geri zekâlı ve ahmak” diyerek, “iltifat” ediyorum.. Zira, iddia edildiği gibi, bu bir “genel konuşma” ise ve içine de “Firavun... Karun” kelimeleri “bilinçli” olarak yerleştirilmişse, işte orada bir “hainlik” vardır, “ihanet” vardır!..
Fakat ben; bu kelimelerin Hocaefendi tarafından “bilinçli” olarak sarfedildiği kanaatindeyim...
Bu durumda da;
Eğer “kavga bitsin” isteniyorsa, eğer “uzlaşma ve diyalog” aranıyorsa, yapılması gereken tek şey; “Hocaefendi’nin özür dilemesi”dir!..
Evet; ya “yanlış anlaşıldığını” söylemelidir ya da “haddini aşan ifadeler kullandığını” beyan edip, “özür” dilemelidir.
Madem “yaşça büyük”tür,
“Büyüklük” yapmalıdır!..
SEÇİME GİDERKEN ALINAN RİSK!
Aksi halde, kavga büyür...
Bir “Başbakan” düşünün ki;
Dört ay sonra “yerel seçimler”, daha sonra da “genel seçimler” ve “Cumhurbaşkanlığı seçimleri” yapılacak olmasına rağmen, “risk” almış ve “MEB’in dershaneleri dönüştürme girişimi”ne sessiz kalarak, “zımnen destek” vermiştir!..
Düşünebiliyor musunuz;
Her “3 seçim”de de, “bir oya bile ihtiyacı” olan bir Başbakan, “Cemaatten gelecek oyları” bile riske atmıştır!.. Yerelde ve genelde “iktidarda kalmayı” hedefleyen bir Başbakan’ın, bu “risk”i göze alması, bir anlamda “kendi topuğuna kurşun sıkmak” gibidir...
Ama, Erdoğan bu “risk”i göze alıyorsa, bu demektir ki, son derece “üzgün”dür, “yaralı”dır!.. Kendisini; “sırtından hançerlenmiş” ya da “ihanete uğramış gibi” hissetmektedir.. Öyle ya, bir insan “dost bildikleri”ne güvenmeyecek ve “ummadığı yerden darbe diyecek”se; kime inanacak, kime güvenecektir?..
YANGINA KÖRÜKLE GİTMEYİN!
Şahsen ben, bu “kavga”nın bir an önce son bulmasından yanayım... Acilen bir “ara çözüm” bulunmalı ve taraflar oturup, konuşmalıdır diye düşünüyorum... Düşünmekle de kalmıyor, bunu gönülden arzu ediyorum...
Zira, bu kavga devam ettikçe, birileri bu “yangın”ı körüklemeye, “odun” taşımaya ve yaraları kaşımaya devam edeceklerdir.
Oysa, zaman; “yangına odun taşıma” zamanı değil, “su taşıyıp, yangını söndürme” zamanıdır!..
Öyle inanıyorum ki;
Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonu, “dershaneler” üzerinden yürüttüğü “kampanya”ya bir an önce son verir, “Zaman yazarları” da, “Erdoğan’a saldırı”nın dozajını “eleştiri” seviyesine düşürürse, Hocaefendi de; “Firavun ve Karun” sözlerinden dolayı “büyüklük” yapıp, “özür” dilerse, ortada çözülemeyecek mesele kalmaz!..
Benim, Zaman ve Samanyolu’ndaki arkadaşlara tavsiyem, “yangına körükle gitmek”ten bir an önce vazgeçmeleridir...
Zira, onlar “taarruz”larını devam ettirdikçe, başka “yaralı gönüller” de cevap vermeyi sürdüreceklerdir!.. Öyle ya, onların elleri de armut toplamıyor!..
BU KAVGA BİTMELİ!
Haa; “Biz, büyük bir gücüz... Başkaları bizim önümüzde diz çöksün” denilip “kavga” devam ettirilmek isteniyorsa, o başka!..
Ama, bilinmeli ki;
Bu kavga, belki Hükümet’i yaralar ama Cemaat’i de, hele hele Fethullah Hocaefendi’yi de yaralar... Çünkü bu millet, Hocaefendi’yi, “Hoca” olarak sever, “siyasi ve ticari bir figür” olarak değil!..
“Hıristiyanlara ve Musevilere bile hoşgörülü” olan bir Hocaefendi’nin, “Müslüman” bir Başbakan Tayyip Erdoğan’a “hoşgörüsüz” olması ve üstelik onu “Firavunluk” ve “diktatörlük”le itham etmesi, kabul edilebilecek bir suçlama değildir!. Ve galiba, “köprülerin atılmasına” yol açan da, bu “ağır itham”lardır!..
Peki, Erdoğan “hata” etmiş olamaz mı?.. Bir “insan” olarak hepimiz hata yapabiliriz... Elbette Erdoğan da hata yapar... Ama, benim görebildiğim kadarıyla; Erdoğan, “yüz yüze” gelindiğinde “yüze bakılamayacak söylem ve eylemde” bulunmamıştır...
Dolayısıyla, “özür” dilemek, Fethullah Hocaefendi’ye düşer...
Bu “özür” dilensin,
“Kavga” da bitsin!..
Hele de;
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “7 saatlik Bakanlar Kurulu Toplantısı”nın ardından dün akşam yaptığı açıklamadan sonra.
Diyarbakır’daki tarihî buluşmaya sevinenler ve üzülenler...
Şu satırları yazdığımda, saat 19.45’i gösteriyordu... Sabahtan beri “ajans”lardan geçen haberleri takip ediyorum... Doğu ve Güneydoğu halkı, “tarihi buluşma”dan dolayı adeta “bayram” ediyor... Ve biz, bu “sevinç gözyaşları”na bakıp, Akit’in manşetini tespit ediyoruz: “Bölge kardeşliğe hasretmiş.”
Bölge, “kardeşlik” ve “huzur”a gerçekten hasret... Bunu “Erdoğan-Barzani buluşması”nda bir defa daha gördük... Ne var ki, bu sevinci; gelin de MHP’li Özcan Yeniçeri ve Oktay Vural ile CHP’li Faruk Loğoğlu’na anlatın... Onlara göre; bu buluşma “Kürdistan sevdalıları”(!)nı sevindirmiş ama Konya, Malatya, Erzurum, Gaziantep, Yozgat, Edirne, Trabzon, Mersin ve Rize’de yaşayanları derinden yaralamış...
Anlayamadığım şu: Güneydoğu’dan “sevinç” haberleri yağmur gibi yağarken, MHP’li Vural’ın saydığı illerden niye “bir tek tepki açıklaması” gelmedi acaba?.. Ne yani; onların ağzı yok mu ki, onların yerine Oktay Bey konuşuyor?..
Ne var ki, MHP’lilerin bu tepkisini de anlayışla karşılıyorum... Ne yapsınlar, ellerindeki “malzeme”ler tek tek tükeniyor!..
yeniakit