Hürriyet ve Zaman'ın İmam Polemiği

Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi, Zaman Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'ya "imam" diye ağır biçimde yüklendi; Dumanlı da cevap verdi, ortaya sert polemik çıktı.

Zaman gazetesi ile Hürriyet gazetesi arasında akreditasyon kavgası patlak verdi. Hürriyet Başyazarı ve Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, bugünkü köşe yazısında Cihan Haber Ajansı muhabiri Lütfi Aykurt'un komutan tarafından dağ başında bırakılmasını kınamadığı için kendisini eleştiren Ekrem Dumanlı'ya tepki gösterdi.

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı da bugün zaman.com.tr'den Ekşi'ye cevap verdi.

İŞTE EKREM DUMANLI'NIN ZAMAN.COM.TR'DEN OKTAY EKŞİ'YE VERDİĞİ CEVAP...

Ekrem Dumanlı: Bu size yakışmadı Oktay bey

Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi'nin yazısını okurken hayretler içinde kaldım. Ortada cevap bekleyen somut gerçekler varken meseleyi kişiselleştirmek olsa olsa çaresizliğin sonucudur. 35 yıldır Başyazarlık, 20 yıldır da Basın Konseyi Başkanlığı yapan Oktay Ekşi maalesef meseleleri doğru aktaramıyor, doğru analiz yapamıyor.

Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatı sırasında Cihan muhabirinin dağ başında bırakılmasını hala kınayamıyor mesela. Oysa konu çok basit. Gazeteciler Cemiyeti Cihan muhabirine karşı yapılan haksızlığın kabul edilemez olduğunu ilan etti. Basın Konseyi'nden tık yok. Hürriyet yazarı Ferai Tınç'ın üyesi bulunduğu Uluslararası Basın Enstitüsü de (IPI International Press Institute) olayı kınadı ve yapılanın tipik bir ayrımcılık olduğunu açıkladı. Anadolu'da örgütlenen bütün meslek kuruluşları dağ başında yapılan akreditasyonun yanlış olduğunu beyan etti.

Bir tek Basın Konseyi susmayı tercih etti. Biz de bunu soruyoruz. Oktay Bey buna öfkeleniyor, veryansın ediyor; üstelik akla hayale gelmedik mazeretlere sığınarak.

Mesela Sayın Ekşi diyor ki "Niçin siz bu olayı geç yazdınız?" Bunun cevabını verdik ama Oktay Bey okumuyor. Biz de olayı Abdülhamit Bilici kaleme alınca öğrendik. "Konu eğer önemli olsaydı CHA Genel Müdürü Abdülhamit Bilici bunu kamuoyuna duyurmak için 15 gün beklemezdi." diyor. Onun da cevabı verildi ama Basın Konseyi Başkanı onu da okumamış. Bilici, Muhsin Bey'in vefatı sırasında toplumdaki duyarlılığın artışını düşünerek olayı kamuoyuna arz etmiyor ve meseleyi Türk Silahlı Kuvvetleri'ne mal etme yerine bireysel bir hata olarak görüyor. Takdire şayan duyarlı bir yaklaşım. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ basın toplantısında demokrasi üzerine vurgu yapınca Bilici haksız akreditasyon uygulamasını gündeme getirerek Cihan muhabirinin başına gelenleri yazıyor. Bu süreci herkes biliyor ama Oktay Bey bilmiyor; çünkü sabredip okumuyor. O kadar okumuyor ki benim "Yüzünüz Kızardı mı?" yazımı bile akreditasyon konusuyla ilgili sanıyor ve bunu cevabına vesile kılıyor. İyi de o yazının dağ başındaki akreditasyonla hiç mi hiç ilgisi yok. Sadece başlık okunarak yazı yazılır mı?

Daha acı olan gerçek şu: Biz diyoruz ki Cihan muhabirinin başına gelen olayı Doğan Grubu gazeteleri niçin tek bir satırla yazmadı. Bu noktada Sayın Ekşi Konsey başkanlığı şapkasını bir kenara bırakıp başyazar olarak bu konuya da giriyor. Ama makul bir şey diyemiyor. Asabı bozuk bir yazıyla nezaket sınırlarını zorluyor. Oysa soru basit "Oktay Ağabey, bu olayın haber değeri yok mu ki tek bir satırla gazetede bahsedilmedi? Şöyle de sorabiliriz: "Başbakanlık birkaç muhabire yalan haber yazıyor diye akreditasyon yenilemeyince kıyameti koparıyorsunuz da Cihan muhabirine haksız muamele edince niçin sus pus oluyorsunuz."

Neymiş? Oktay Bey hava durumunun 13 derece olduğunu öğrenmiş. Kimden Orgeneral Başbuğ'un açıklamalarından. Yılların gazetecisi meteorolojinin raporuna baksaydı Sayın Başbuğ'a da yanlış bilgi verildiğini görürdü. Meteoroloji resmi raporuna göre olay yerinde hava sıcaklığı -5 ile -8 arası. Başbuğ'a bilgi verenler olay mahalli olan dağ yerine Göksun ilçesindeki hava durumunu (+13) iletip yanıltıyorlar. Araştırmacı gazetecilik unutulunca ortaya on sekiz derecelik bir yanlış çıkıyor.

Kaldı ki on üç derece olsa ne olur eksi beş derece olsa ne olur! Yanlış yanlıştır. Oktay Bey beni hayretlere düşürecek şekilde yanlış yapılmadığını savunuyor. Sözün bittiği yer işte burasıdır. Olay aynen şöyle: Askeri helikopter olay yerinden uzaklaşırken askerler Cihan muhabirine "Sen de gel. Burada donarsın" diyor. Muhabirin "Beni de alın" talebi yok zaten. Ancak davet üzerine helikoptere binecekken bir Kurmay Albay "Sen hangi televizyonda çalışıyorsun?" diye soruyor. Muhabir de "Cihan" diyor. "İn o zaman, sivilleri götürmüyoruz, seni götüremeyiz" cevabını veriyor. Bu manzarayı basın konseyi başkanı içine sindirebiliyor. Konseyin tükeniş hikâyesidir bu. Çünkü Oktay Bey burada akreditasyon uygulanmadığını savunuyor, "Askeri helikopterle gelmemiş ki onunla dönsün" gibi laflar ediyor.

Ah Oktay Bey ah! İnsan bir öfke uğruna bu hallere düşer mi? Neymiş bana bir mektup yazmış da... Açıklama dediği beş sayfalık uzun hem de çok uzun bir mektup. Tamamını basmaya kalksanız bir tam gazete sayfası tutar. Ben de bir mektupla cevap vereyim bari diye düşünürken beni "Medya İmamı" ilan eden bir yazı yazdı Oktay bey. Hiç ama hiç yakıştıramadım. Tabii ki farklı düşünebiliriz. Tabii ki birbirimize kızabiliriz. Ama bu durum birbirimizi yaftalayarak nezaket kurallarını çiğnememizi gerektirmiyor. Ben de saygı sınırlarını aşıp Sayın Ekşi'ye aşağılayıcı bir sıfat bulup alnına yapıştıramaz mıyım? Bal gibi de yaparım ama bana yakışmaz; tıpkı şahsi ilişkilerinde babacan ve beyefendi diye bilinen Oktay Ekşi'ye bugün yazdığı yazının yakışmadığı gibi.

İŞTE OKTAY EKŞİ'NİN BUGÜNKÜ KÖŞE YAZISI...

Medya imamlığı


SANMAYIN ki âleme en çok medya akıl verir. Bir de "medyaya akıl verenler" kesimi vardır ki, kılıçları pek keskindir. Keskindir ama verdikleri akla en az kendileri itibar eder. Bab-ı Âli İmamlığı'dır bu... Şimdiki imam da Zaman Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'dır.

İsterseniz neden öyle dediğimizin hikáyesine gelelim:

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un 14 Nisan 2009 günü Harp Akademileri'nde yaptığı 2.5 saatlik sunumu anımsarsınız. Ertesi gün yani 15 Nisan'da Zaman yazarı ve Cihan Haber Ajansı (CHA) Genel Müdürü Abdülhamit Bilici, "Dağda kalsam beni kurtarır mısın Paşam?" başlıklı yazısında bir olayı anlattı. Meğer CHA muhabiri Lütfi Aykurt, haber yapmak için Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinin düştüğü yere gitmiş. İşini tamamlayıp döneceği sırada, oraya gelen askeri helikopterde Doğan Haber Ajansı (DHA) muhabirinin de bulunduğunu görmüş. Dönüşünde kendisini de helikoptere almalarını istemiş. Helikopterdeki yetkili (muhtemelen astsubay) "DHA muhabirinin izin alarak kendileriyle geldiğini" bildirdikten sonra CHA muhabirine, "Hangi kanaldan olduğunu" sormuş. "CHA"yı öğrenince Lütfi Aykurt'a, "Nasıl geldiysen öyle inersin" demiş.

Bilici yazısında ayrıca, arkadaşlarının "dağ başında bırakıldığını" söyledikten sonra konuya, "Kişisel bir hatadır, Mehmetçik bunu yapmaz" diye baktıklarını ve "sansasyon konusu yapmamaya" özen gösterdiklerini belirtiyordu.

Ama daha sonra kararlarını değiştirmiş olmalılar ki 16 veya 17 Nisan günü Zaman Gazetesi'nden bir gazeteci, Basın Konseyi'nin olay nedeniyle bir protesto metni yayımlamasını istedi.

Ancak Konsey konuyu araştırınca, "CHA muhabirine verilen yanıtın kaba olduğu ancak olayın bir protesto mesajı yayımlamayı gerektirmediği" sonucuna vardı. Nitekim CHA muhabirine verilen yanıt, Ekrem Dumanlı tarafından 24 Nisan günü haftalık "Vaaz" sütununda dile getirilince kendisine e-mail'le bilgi verildi.

Bunun üzerine Lütfi Aykurt'un "eksi 15 derece soğukta dağ başında bırakıldığı" yalanı uyduruldu. Oysa o gün oradaki hava sıcaklığının artı 13 santigrat olduğunu İlker Başbuğ 29 Nisan tarihli basın toplantısında açıkladı.

Olayın adı "ölümcül akreditasyon uygulaması" oldu. Başta Zaman Gazetesi ve ona "bağlı kuruluşlar ve kişiler" eliyle bir kampanya başlatıldı. "Kişisel bir hatadır, Mehmetçik bunu yapmaz"ın yerini "Genelkurmay bunu hep yapar, Basın Konseyi de onun dümen suyundan çıkmaz" kampanyası aldı. Nitekim Ekrem Dumanlı 4 Mayıs tarihli "Medya Vaazları" sütununda -kendisinin de Yüksek Kurul üyesi olduğu- Basın Konseyi'nin "meslek kuruluşu sayılıp sayılmayacağından duyduğu şüpheyi" dile getirdi.

En güzeli de 4 Mayıs günü Dumanlı'nın, "Bir önemli ayrıntıyı daha buraya yazmak boynumuzun borcu. Dağdaki akreditasyon haberlerini başta Doğan Grubu olmak üzere bazı medya grupları neredeyse görmedi. İşte bunu anlamak çok zor. (...)" demesiydi.

Oysa CHA Muhabiri Lütfi Aykurt'un yaşadığı olaya ilgi duymayan ne "bazı medya grupları" ne de "Doğan Medya Grubu" idi. Asıl ilgisiz ve duyarsız kalan Ekrem Dumanlı ve onun başında bulunduğu Zaman Gazetesi'ydi. Nitekim Lütfi Aykurt'un helikoptere alınmadığı tarih 31 Mart veya 1 Nisan tarihiydi.

Konu eğer önemli olsaydı CHA Genel Müdürü Abdülhamit Bilici bunu kamuoyuna duyurmak için 15 gün beklemezdi.

Sayalım ki olayı Ekrem Dumanlı zamanında duydu. O zaman sormaya değmez mi?

Ekrem Dumanlı biri 6, diğeri 13 Nisan tarihli olmak üzere 24 Nisan'a kadar iki "medya vaazı" daha yayımladı. Ama onlarda da tek kelimeyle olsun bu olaydan yani "ölümcül akreditasyon mağduru Lütfi Aykurt'un dondurucu soğukta ölüme terk edilmesinden" söz etmedi.

En güzeli de bütün bunları açıklayan bir mektup kendisine 5 Mayıs günü gönderildiği halde, kamuoyuna duyurmadığı gibi başka gazetelere ve gazetecilere "Yüzünüz kızardı mı?" diye sordu.

Kim kimi kandırıyor? Kim kime dürüst gazetecilik dersi veriyor?

Orada hiç ayna yok mu?

Medya-Makale Haberleri

Ahmet Turgut: Filistin’i hem Siyonistlerden hem Allah’tan korkanlar değil, sadece Allah’tan korkanlar kurtaracak
Abdurrahman Dilipak: Apo’yu İstanbul’a kim getirdi?
Abdurrahman Dilipak: Keyfiniz nasıl?
Abdurrahman Dilipak: Suriye nereye?
Abdurrahman Dilipak: Zamane cinlerinin esrarı