Herkesin kafası karışık... Dün, Hüseyin Aygün'ün "kaçırıldığına" inanan insanlar, bugün soruyor; "Aygün kaçırıldı mı, yoksa gönüllü mü gitti?.. Aygün rehin mi alındı, PKK'lılarla istişareye mi gitti?"
Kafaların karışması gayet normal...
Zira;
Kaçırılma işi hayli karışık!..
Hem "kaçırılma" işi karışık, hem de Aygün'ün sözleri karışık!..
Hani; "Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar" sözü var ya, Hüseyin Aygün de, "mikrofon"lara ayrı konuşuyor, "savcı"ya ayrı, "televizyon"lara ayrı!..
İnanın şaşırdım...
Hangisi doğru, hangisi yalan?..
Adam, "pinpon topu" gibi!..
Ya da; "papatya falı"na bakar gibi konuşuyor; "Kaçırıldım!.. Kaçırılmadım!.. Kaçırıldım!.. Kaçırılmadım!..
Şikâyetçiyim!.. Değilim!..
Direndim!.. Direnmedim!"
AYGÜN, BUNU HEP YAPIYOR!
İşin doğrusu, Hüseyin Aygün'ün beyninde bir problem olmalı ki, daha önce de karıştırmıştı... Daha doğrusu, söylediği sözleri daha sonra inkâr etmişti.
Herhalde hatırlarsınız..
Zaman'dan Habib Güler, 2 Kasım 2011 tarihinde Hüseyin Aygün'le TBMM'deki odasında "14 dakika 13 saniye" süren bir röportaj yapmış ve bunu da gazetesinde yayınlamıştı.
O röportaj;
"Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP'dir!.. Atatürk de bundan haberdardı!" başlığı ile yayınlanınca, Hüseyin Aygün, doğruca Ahmet Hakan'ın CNN Türk'teki programına gitti ve orada dedi ki;
"Benim söylemediğim bir cümle, röportajın içeriğine de aykırı bir şekilde haberin başlığı oluverdi.."
Hüseyin Aygün'ün ağzından bu sözleri duyan Habib Güler'in başından aşağı, sanki "bir kazan kaynar su" dökülmüştü.
"Olamaz" demişti;
"Şimdi iftiracı mı oldum ben?"
Sonra, Aygün'le yaptığı "14 dakika 13 saniye süren röportaj"ın kasetini yeniden dinlemeye başlamıştı...
"Acaba?" diyordu, "Aygün öyle söylemedi de, ben mi yanlış anladım?"
"14 dakika 13 saniye" süren görüşmeyi tekrar dinleyince, kendi kendine demişti ki;
"İnsaf edin Hüseyin Bey!.. Sözlerinizin tamamı, gazetede yayınlanandan daha sert!"
Gerçekten de öyleydi...
Aygün, o röportajda; "Aleviler, kendilerini, Atatürk'ün Dersim katliamından haberdar olmadığına inandırmış olsalar da" deyip, ekliyordu;
"10 yıllara, hatta 100 yıllara yayılan bir politikadan CHP'nin veya Mustafa Kemal'in haberdar olmaması mümkün değildir."
Uzun lâfın kısası;
Habib Güler'e "doğru"yu söyleyen Hüseyin Aygün, CNN Türk'te şaşırmıştı!..
Tıpkı;
"Kaçırılma" olayı üzerine; "ilk" ve "son" söylediklerinin de birbirini tutmadığı gibi!..
SİLAH ZORUYLA MI, GÖNÜLLÜ MÜ?
Efendim, malumlarınız olduğu üzre; CHP Milletvekili Hüseyin Aygün, önceki gün Tunceli Adliyesi'ne giderek Savcı Osman Altınkaya'ya 2.5-3 saat boyunca ifade verdi... "Kaçırılması"ndan dolayı "şikâyetçi" olduğunu söyleyen Aygün, demiş ki;
"İki gün boyunca beni silah zoruyla kaçırıp alıkoyan, özgürlük ve güvenliğime tehdit oluşturan PKK mensuplarından davacı ve şikayetçiyim."
Savcıya "şikâyetçi" olduğunu söyleyen Aygün, önceki gün Habertürk'e bağlanıp, "tam aksini" söylemiş iyi mi;
"Beni götürüp tutanlardan şikâyetçi olmadım... Benim kişisel olarak zararım yok. Kamuoyunun bilgi edinme hakkını tesis etmek açısından gidip 4 sayfalık ifadeyi verdim. O çocuklardan şikâyetçi değilim... 2 günlük dağda kalışımı onlara helâl ediyorum. Benim şikâyetçi olduğum, Kandil ve onun iradesidir."
Ehh, ne diyelim?..
Şamil Tayyar'ın dediği gibi;
"Terörist arkadaşları ile muhabbetleri bol olsun!.. Bu defa onlar misafir etmişler, bir dahaki sefere de, Aygün onları davet eder artık!"
Devam edelim irdelemeye...
Hüseyin Aygün, savcıya verdiği "4 sayfalık ifadesi"nde demiş ki;
"Gitmeme noktasında mücadele ettim... Birinin Azad, diğerinin Brüsk kod adlı PKK'lı olduğunu anladım."
Aynı Aygün;
Serbest bırakıldıktan sonra kameraların karşısına geçtiğinde demişti ki;
"Bana yönelik bir tehdit yoktu. Son derece anlayışlı bir yaklaşım vardı. Yolumuzu kesen grup beni tanıyordu. Bana silah bile doğrultmayacaklarını söylediler. Direnebilirdim. Silah kullanacaklarını sanmıyordum ancak arkadan gelen arabalar çoğalınca kimsenin can güvenliğini tehdit etmek istemedim. O yüzden ben gönüllü gittim."
Ben, işte bunu anlayamadım.
"Savcı"ya diyor ki;
"Gitmemek için mücadele ettim!"
"Kamera"lara diyor ki;
"Bana yönelik bir tehdit yoktu, son derece anlayışlı bir yaklaşım vardı!..
Direnebilirdim!..
Ama, gönüllü gittim!"
Söyleyin hangisi doğru?..
"Gitmemek için mücadele" ettiği mi, "direnebileceği" halde "gönüllü gittiği" mi?..
STOCKHOLM SENDROMU!
İyi hoş da;
Sana yönelik bir "tehdit" yoksa, yani "anlayışlı bir yaklaşım" gördüysen ve "direnmek" yerine "gönüllü" gitmiş isen, "silah doğrultmaları" ve seni "silah zoruyla araçtan indirmeleri" neyin nesi?..
"Silah doğrultmak"tan daha büyük "tehdit" olur mu?..
"Silah zoruyla araçtan indirilen" bir insan, buna nasıl "Anlayışlı bir yaklaşım gördüm" der ve nasıl "gönüllü gittiğini" söyler?
Bana öyle geliyor ki;
Aygün ya "kafayı yedi",
Ya da "olayın şoku"nu hâlâ üzerinden atamadı ki, konuştukça saçmalıyor.
Kimbilir belki de; "Stockholm Sendromu"na yakalanmıştır!.. Öyle ya; bir insan, "silâh doğrultup" kendisini kaçıran teröristlere bu kadar "âşık" olmaz!..
O kadar "aşık" ki; "dere kenarında, ceviz ağaçları altında" geçirdikleri geceyi şöyle anlatıyor:
¥ "Azad bizden ayrılarak noktaya gideceğini, erzak getireceğini ve arkadaşlarına haber vereceğini söyledi. Sabaha kadar hiç uyumadım. Brüsk kod adlı PKK'lı çok gençti ve yorgundu, hemen uyudu... Silahı da yanındaydı... Ben uyumadım... Hatta, sabahleyin onu ben uyandırdım!.. 11.00 sıralarında Azad erzak getirdi, kahvaltı yaptık."
¥ "14 Ağustos saat 02.00 ve 04.00 sıralarında 4 PKK'lı daha geldi. Sabah saat 11.00'de sonradan gelen 4 PKK'lıdan biri ayrıldı. 1 saat sona erzak ve 13 Ağustos tarihli gazetelerle geldi. Radyoyu da sonradan gelen 4 PKK'lı getirmişti... Haberleri dinledik."
SİNEĞİNİ DE KOVDUN MU?
Gerçekten de;
PKK'lılar, Aygün'ü "rehin" mi aldılar, yoksa "piknik" yapmaya mı götürdüler?..
Şu hâle bakın;
"Beni bırakırken sarıldılar, öptüler, 'Bu kardeşlerini unutma abi' dediler. Yürüyerek geldim, Dersim'in dağlarını karış karış bilirim" diyor Aygün!.
Görülüyor ki;
"Dersim'in dağları"nı karış karış biliyor.. Yani, isterse kaçıp, kurtulabilir...
Ama o ne yapıyor?..
"Kaçıp kurulmak" ya da "teröristi rehin almak" yerine, "uyuyan teröristin başında nöbet tutuyor!"
Merak ediyorum;
"Sinek"lerini de kovdu mu?..
Malûm ya;
Dere kenarı!..
Sinek çok olur!..
Hem, dere kenarı "serin" de olur!..
"Terörist üşümesin"diye, üzerine "battaniye" de örttü mü acaba?!?..
HANGİ AYGÜN?
Uzun lâfın kısası;
Tam bir "Stockholm Sendromu!"
Dağlara ve PKK'lılara o kadar "aşık" olmuş ki, "48 saat"ten daha fazla kalsaydı, belki hiç dönmeyebilir ve "törörist arkadaşlarıyla" birlikte yaşamaya devam ederdi... Serbest bıraktılar da ne oldu sanki?.. "Kaçırılan" Aygün ile "bırakılan" Aygün, aynı Aygün mü?..
Aynı Aygün olsa;
"Kamera"lara farklı, "savcı"ya farklı, "televizyon"lara farklı konuşmazdı!..
Merak ediyorum; serbest bırakılan Aygün, "hangi" Aygün"dür?..
"İçimizden biri" midir,
Yoksa, "arkadaşlar"dan biri mi?..
Arkasındayım!
Bazı gazetelere "manşet" oldu... "Arkasındayım" dedi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu... "Hüseyin Aygün'ün sözleri CHP söylemi değil, ancak yanlış da bulmuyorum... Onun arkasındayım!"
"Arkasındayım" demek, "Onaylıyorum" demektir, "Altına imzamı atıyorum" demektir, "Onu kimseye yedirmem" demektir.
Malûm; Hüseyin Aygün, serbest kaldıktan sonra yaptığı açıklamada; "Beni kaçıran arkadaşlar, bu ülkenin genç insanları" demiş ve PKK'lılardan "övgü" ile söz etmiş, "terörist" kelimesini ağzına bile almamıştı... Bu da, CHP'de büyük rahatsızlığa yol açmıştı...
Bu ifadeler, kim ne derse desin, "PKK sözcülüğü" olarak yorumlanır ki, Aygün'ün yaptığı budur!.. Evet, resmen ve alenen "PKK sözcülüğü" yapmıştır... Aygün, bundan böyle, "CHP içindeki PKK sözcüsü" olarak anılacaktır!..
Kılıçdaroğlu'nun; "Aygün'ün arkasındayım" demesi de; örgütle "işbirliği"nin "bireysel" düzeyde değil, "kurumsal" düzeyde olduğunu göstermiştir.
Ama normal karşılamak gerekir...
Zira, Bay Kemal Kılıçdaroğlu;
Öteden beri, "ucube"lerin hep arkasında durmuş, desteklemiştir!..
yeniakit