"umarım okurumun güveni sarsılmamıştır" "yanılttığım ve umutlarını boşa çıkarttığım insanlardan özür diliyorum"
Davranışlarda olduğu gibi yazılarda da taktiksel ya da stratejik yola başvurulur.
Ya da ben öyleyim.
Taktiksel yazılarda o günün konu ve ortamına göre sözcük ve cümleler kullanılır.
Gerektiğinde taraf tutar duygusal olunur.
Stratejik olanlarda orta ve uzun vadeli tespitler yapılır, net, açık ve somut verilere dayalı objektif olunur.
'Beğenmeyen ya da kızan varsa beni ilgilendirmez' denilir.
Gerçek ve onurlu bir gazeteci için en iğrenç şey düşündüğünü yazamaması ya da anlatamamasıdır.
Bazen korkudan değil insanlar üzülmesin diye.
Bazen de bazı şeyler gerçekten yazılmaz.
Tıpkı bu seçim sürecinde olduğu gibi.
Gelinen noktada ve sonuçların açıklanmasıyla yazılacak hiçbir şey kalmadı.
Görüntü bazen flu ama çoğu zaman karanlık.
Somut karşılığı olmayan onlarca soru ve soru işareti var.
Kafası biraz olsun çalışan bir insan her şeyi anlar.
İşte bu nedenle bu köşede yazmaya başladığım 18 Nisan'dan seçim gününe dek yazdığım tüm yazılarda yukarıda anlatmaya çalıştığım iki yönteme başvurdum :
Taktik ve strateji.
Birinci türde İnce, CHP, Akşener, Karamollaoğlu, Demirtaş ve Millet İttifakı'na destek vermek için motivasyon amaçla yazılar yazdım.
Yani duygusal ve taraflı davrandım.
Ama yalan söylemeden ve abartmadan.
İnsanların buna gereksinimi olduğunu biliyordum.
Öyle olmasaydı:
Cuma günü yazımı şöyle bitirmezdim.
'Kader' karşınıza Muharrem İnce'yi çıkardı.
Değerini bilin.
Ben çok ciddiyim.
Televizyonlardan hatırlayın beni.
Ben ne dersem çıkar ve olur.
İnce de olacak'
Ayşenur Arslan o gün bu bölümü Halk Tv'deki programında okuyunca insanlar çok heyecanlandı.
Çok sayıda okuyucum ve izleyicim aradı.
Doğal çünkü herkes çok duygusal, umuda hasret ve rüya görmek istiyordu.
Oysa stratejik gerçekler ve matematik buna izin vermiyor ve vermeyecekti.
Kişisel sohbetlerde hep bunları konuşuyorduk.
Bu nedenle yanılttığım ve umutlarını boşa çıkardığım insanlardan özür diliyorum.
Çünkü insanlarda şöyle bir algı var 'Hüsnü Mahalli yalan söylemez, şimdiye kadar ne dediyse doğru çıktı ve ne derse o olur'.
Umarım onların bana olan güveni sarsılmamıştır.
Onlara yani sizlere yalan söylemedim ama sizi motive etmek, heyecanlandırmak ve mutlu kılmak istemiştim.
Yani benimki 'beyaz' yalandı.
Çünkü ben Erdoğan ve AKP'nin kaybedeceğine inanmıyordum.
Bunun bir çok nedeni var.
Bunları 12 Haziran gecesi tarihe bir not düşmek için yazdığım ancak o gün yayınlamadığım yazıda özetlemiştim.
'Sakıncalı sözcüklerini' ayıklayarak bu yazıyı yarın sizinle paylaşacağım.
Sonrasında geçen süre içinde bu köşede yazdığım yazılarda uyarı niteliği taşıyan bölümleri yine buraya taşıyacağım.
Aynı süre içinde Twitter hesabımda paylaştığım benzer tespit ve uyarıları hatırlatacağım.
Herkes olup bitenlerden ders çıkarsın diye.
Özellikle 'bizim cenahtakiler'.
Önümüzdeki günlerde onlarla ilgili çok şey yazabilirim.
Bu kafa, karakter ve davranışlarla Türkiye AKP'ye teslim edildi.
Tek olmasa da en büyük sorumlu ve dolayısıyla suçlu CHP ve kaprisli 'sol' kesimler.
Aptalca yaklaşımlar, cahil kafalar ve bilgi yoksunu beyinlerle televizyonlara çıkıp halka yalan söyleyenler ayrı bir konu.
Türkiye'nin artık farklı bir ülke olduğunu bilmiyorlar, görmüyorlar ya da bu durum onların da işine geliyor.
Herkes 'işini gücünü' ona göre ayarlamış, tezgahını kurmuş ya da küçük tatminlerle avunuyor.
Genetik, sosyolojik ve psikolojik hikayeler.
Muhalif olmak ya da muhalefet yapmak bu tiplere maksimum haz veren bir fantezidir.
Öncesi de var ama Halk Tv'de Ayşenur'la yaptığım her programda üç yıldır mutlaka şöyle demişimdir 'Karanlığın da karanlığı gelecek'.
Şimdi artık bu lafa da gerek kalmadı.
Daha önce anlattım ama yine de önümüzdeki günlerde tekrar yazarım.
Ders alanlar olur mu?
Hiç sanmam.
Bari halktan özür dilesinler.
Benim yaptığım gibi.
Sonrasında mı!
Birlikte düşünür karar veririz.
sözcügazete