Huzur Sokağı (1)

Merve Kavakçı

Bir ulus devletin siyasi ideolojisini yayması elinin altında hali hazırda bulunan araçlar vesilesi ile olur, en başta. Devlet kurumları devletin resmi görüşünün taşınmasına imkan sağlar ve bunu yayarlar. Türkiye üzerinden örneklendirirsek mesela en başta Türkiye'nin ilk ve o zamanki tek partisi olan CHP, mesela Türk Dil Kurumu, mesela Türk Tarih Kurumu bu görevi yürüten kurumsal yapılardır. Zaten bütün devlet kurumlarını işletmek için partili olmak gerektiğinden de CHP zihniyeti her kurumun içine sızmış, işlemiştir.

Bu kurumlar ne yaparlar?.. Yine Türkiye üzerinden devam edersek dinin 'ötelenmesi' gereken bir olgu olduğunu yayarlar, dinden kısmen de olsa boşalan alanı Türkleştirici gelenek ile değiştirirler. Onun içindir ki Türk Dil Kurumu ve Tarih Kurumu gibi örgütler Türkleşmeyi empoze ederler. Devletin resmi organları her fırsatta akıl, bilim, rasyonalite der mesela. Burada amaç ille de akıl, bilim ve rasyonel zihin oluşturmak değildir de oluşturulmaması gereken, belki de daha açık bir ifade ile engellenmesi gerekenin ne olduğudur. O da bizim kontekste İslami düşünce sistemidir.

Onun içindir ki örneğin başörtüsü konusunda Danıştay gibi, Yargıtay gibi devletin yargı kurumları taraflı karar verir ve başörtüsünün akıl ve bilim çerçevesinde yetiştirilecek kadın bireylerin 'üretilmesine' uygun olmadığı görüşünü savunur. Yani başörtüsü gibi dini bir gereklilik devletin vatandaşına sağladığı vatandaşlık haklarından yerli yerince istifade edebilmek için bir engel teşkil etmektedir.

Danıştay'ın Aytaç Kılınç adında bir kadın öğretmenle ilgili 2000'li yıllarda aldığı kararı düşününüz...

Unutanlar için hatırlatalım:

Kılınç bir devlet ilköğretim okulunda öğretmenlik yaparken başını okulda mecburiyetten dolayı açan ve fakat dışarıda örten bir öğretmendi. Daha sonra müdürlüğe terfi etmiş ancak dışarıda başı örtülü olduğu için görevine son verilmişti. Bunu ona reva görenlere karşı açtığı davayı Danıştay'da kaybetmişti. Zira Danıştay Kılınç'ın dışarıda başı örtülü olarak dolaşması ile öğrencilere 'kötü örnek' olduğuna kanaat getirmişti. Çünkü öğrenciler Kılınç'ı evine gidip gelirken göreceklerdi. Belki de ona özeneceklerdi, kız öğrenciler başlarını örtmeye hevesleneceklerdi, çocuklar belki de anneleri başlarını örtmüyorsa 'Anne bak öğretmenim örtüyor, sen niye başını örtmüyorsun' diye soracaklardı, belki de içten içe İslam'a doğru meyledeceklerdi, dini sevip sayacaklardı... Velhasıl bütün bunlara ve dinden taraf, başörtüsünden taraf başka ihtimallere fırsat vermemek adına devletin yargı organı Kılınç'ın karşısındaki devlet yetkililerini haklı bulmuştu. Demek ki başörtüsü kötü idi. Demek ki içerisinde başörtüsü gibi bir emri barındıran din de uzak durulması gereken bir şeydi.

Danıştay bunu ne ilk ne de son defa yapıyordu. Seksenli ve doksanlı yıllarda aldığı kararlara baktığımızda bu konuda hiç istisnasız başörtüsünü din ve inanç özgürlüğü çerçevesinde değil de modern Türk bireylerin oluşturulmasına en büyük engel olarak lanse etmiştir.

Çünkü devletçe din bağnazdır. Din örümcek, dindar örümcek kafalıdır. Bu, zihinlere işlenmelidir. Ama bu iş o kadar da kolay değildir. O zaman resmi devlet kurumlarının gayretleri dışında başka oluşumlardan yardım alınmalı, onlar devreye sokulmalıdır. Yarı resmi ve gayri-resmi kanallar vasıtasıyla bu yürütülmelidir. Peki... hangi kanallar?..

İnşaallah devam edeceğiz.

yeniakit