Devletin resmi ideolojisini yaymak, halkına kabul ettirmek için devreye soktuğu araçlardan bahsediyor, Türkiye üzerinden din ve başörtüsüne yaklaşımlara örnek veriyorduk. Ulus-devletin resmi kurumları aracılığıyla yaptığı beyin yıkaması dışında devlet dışında olan organ ve yapılar da çalıştırılır. Bunlar devletin yapamadığını yapmak için vardır. Yani resmi kanalların açıktan açığa savunduğu ideolojik duruşları içten içe kafalara işlerler. Nakış gibi işlerler. Bilinç altını 'terbiye' ederler. Bu yolla hemen hali hazırda bulunan nesilleri olmasa da gelecek olanları istedikleri değerler üzerinden şekillendirirler. Bu şekillenmenin dışında kalma riskini göz önüne alanlara da göz dağı verirler.
Bu bağlamda Türk sineması önemli bir görev üstlenmiştir mesela. İslam dininin insanların hayatındaki yerinin cumhuriyetin ilanından itibaren değiştirilmesi kararlaştırılmış, dinin özelleştirilmesi dinin kamusal alandan çıkartılmasını da beraberinde getirmiştir. Bunun 'başarılması' ancak bütün kanallardan yürütülecek bir proje ile mümkün olacaktır. Her fırsat ve ortamda dinin kamusallıktan çıkartılması da dinin 'kötülenmesi'ne bağlı olacaktır. Zira İslam, hayatın bütün alanlarını, evet hiç istisnasız bütün bölümlerini düzenleyen, hiçbir boşluk bırakmayan bir ilahi mesaj içerir. Bu sebeple onun belli alanlardan 'kazınması', oralardaki varlığına son verilmesi gerekecektir. Bu da söylendiği kadar kolay bir iş değildir hiç şüphesiz. Diniyle hemhal olmuş bir milletten söz ediyoruz değil mi... O halde dinin ötekileştirilebilmesi için bilinç altına yollanan mesajlar kullanılacaktır. Bilinçaltı da görsellikle farkına bile varmadan yönlendirilebilir değil mi...
İşte bu noktada Yeşilçam işlevselleştirilmiştir. Bakınız cumhuriyetin ilk dönemlerini temsilen üretilmiş bütün siyah beyaz filmlere, cadı görünümlü dindarlar göreceksiniz. Kadınların çarşaflarından vazgeçmeleri beklendiği bu ilk dönemlerde kötü karakterlerin canlandırıldığı 'kara' çarşaflı kadınlar vardır mesela. Veya yobazlığı vurgulanan dindar sakallılar. Bunlar bir taraftan dindarlıkları ile ön plana çıkartılırlar senaryolarda diğer taraftan da yalan söylemek, hırsızlık yapmak gibi din ile bağdaşmayan günahlara bulaştırılırlar ekran karşısında. Nice kara çarşaflı mesela çocuklara kötü davranır, onları kovar azarlar, çünkü senaryoda bahtına düşen budur. Veya -hepinizin gözünün önüne geleceğine eminim- sarıklı, cüppeli bir cami imamı hafızlık yapan küçük çocukları azarlar, elindeki sopasıyla dürtükler seyirci karşısında. Neden... Çünkü beyinlere kazınmak istenen bakın dindarlık böyle bir şeydir mesajıdır. Çarşaf giyerseniz, bu tiplemesi yapılan kadın veya sakalınız olursa bu tiplemesi yapılan adam gibi olursunuz mesajıdır.
Peki....hiç iyi dindar tiplemesi yok muydu bu ilk dönemlere ait senaryolarda....vardı elbette....tek tük de olsa vardı. Ancak dikkat edilirse görülecektir, bu tiplemelerin de hepsinin ortak noktası şuydu: tonton dindar nine veya dede yani bir başka ifade ile her zaman 'yaşlı' olarak canlandırılan dindar kişi, arada bir gözüken, fazla göz önünde olmayan, kamusal alana çıkmayan bir dindardı. İşte, işin de püf noktası buydu zaten!
Neme lazım....dindar olacaksanız şöyle kıyıda köşede kalın....yani bilin haddinizi...
İnşaallah devam edeceğiz.
yeniakit