Her aslî meselenin gerçeği gibi, başta Peygamber Efendimiz (sas) olmak üzere peygamberleri ve Sahabe-i Kiram'ı Kur'ân-ı Kerim'de aramak gerekiyor. Bediüzzaman'ın ifade buyurdukları üzere, belâğat ve irşad gereği olarak, delil tezden gizli olamaz.
Kur'ân-ı Kerim'deki Peygamber ve Sahabe tablosuna bu çerçevede bakıp, bir belâğat mucizesi olarak Kur'ân-ı Kerim'in de o dönemde o halka gönderildiğini dikkate aldığımızda, Kureyş'in ve sonra o dönem Medine toplumunun tarihin her bakımdan en kapasiteli, metafiziğe açık; akıl, dil ve edebiyat alanında bütün zamanların en seviyeli toplumu olduğu ortaya çıkar. Bu seviyedeki insanlar eğer şer çizgisinde iseler, şerde ve tahribatta onları aşan olmaz ve bu insanların eğitimi başkalarınınkinden çok daha zordur. Ama bu insanlar hidayetle şereflenirlerse, bu defa onları hayırda geçen olmaz. İşte Peygamber Efendimiz'in peygamberliğinin belki de en büyük delili, tarihin her bakımdan bu en kapasiteli, dolayısıyla Cahiliye'de şer ve tahribatta en ileri insanlarını Allah'ın izniyle hidayet çizgisinde eğitmesi ve onları tarihin hayırda emsalsiz toplumu haline getirmesidir.
Peygamber Efendimiz'den önceki peygamberler, Allah'ın insanlık için tayin buyurduğu İslâm'ı belli zaman ve topluluklarla sınırlı olarak temsil ve tebliğ ettiler. Ama Peygamber Efendimiz (sas), onu bütün zamanlar ve toplumlar için, dolayısıyla evrensel ve kâmil manâda, her bakımdan nihaî sınırlarına taşıyarak temsil ve tebliğ buyurdu. Peygamberler içinde O'nun misyonuna kapsam bakımından en yakın misyona sahip bulunan Hz. Musa'nın (as) kendinden sonra da sürekli peygamberlerle idare edilen cemaatinde dört asırda ulaşılan neticenin kâmil ve evrensel halini Peygamber Efendimiz ve ashabı 23 yılda gerçekleştirdi. Kur'an'ın ve Peygamberimiz'in eşsiz bir mucizesiydi bu.
Sahabe'nin hizmeti bununla kalmadı. Peygamber Efendimiz'in çizgisinde, çok kısa bir zamanda eski dünyanın bütün merkez bölgelerini görünüşte askerî, fakat temelde zihnî ve kalbî seferlerle fethettiler. Fethedilen ülkelerin insanları Sahâbe evlerine dağıtıldı. Bunlar, bu mübarek evlerde eğitim gördüler ve Sahabe ile gerçekleşen ikinci mucize olarak, İslâm'ın Sahâbe'den sonra en mümtaz nesli Tabiîn yetişti; onlar da üçüncü mübarek nesil Tebe-i Tâbiîn'i yetiştirdiler. Hz. Davut ve Hz. Süleyman gibi Hz. İsa'nın da Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn nesilleri olamamıştı. Bundandır ki, bu mübarek peygamberlerin kitapları ve Din, daha ilk ve ikinci nesillerde tahribe uğramaya başladı. Ama İslâm'ın ilk dönem tarihinde, Müslümanlıkta çile çekmemiş bazı ham ruhlarla, hızlı fetihlerle gelen yeni Müslümanlar arasında yer alan ve İslâm'la henüz tam yoğrulamamış, bir avuç Sahabe ordusu karşısındaki yenilginin millî gururlarını sarstığı eski imparatorluklar halklarından bazılarının, her zaman her yerde bulunan birtakım nifak odaklarının tesiriyle meydana getirdikleri fitneler, siyasî çalkantılar ve iç vuruşmalar, Tabiîn ve Tebe-i Tâbiîn neslini tarihte misli olmayan bir ilim ve maneviyat hareketine yöneltti. Allah Rasûlü (sas), kendinden sonra ümmetine Kur'ân-ı Kerim'i ve Ehl-i Beyt'i bırakmıştı. İşte bu iç fitneler ve vuruşmaların yol açabileceği, Kur'ân'ı yanlış yorumlayıp saptırma tehlikesi Ehl-i Beyt'in babası Hz. Ali efendimizle önlenirken, Kur'an ve Sünnet çizgisinde tam İslâmî rehberliğin öncelikle ilim ve maneviyat sahalarında olacağı, siyasî çizgiyi de ancak ilim ve maneviyat rehberlerinin mümkün olan en iyi şekilde sapmaktan koruyabileceği gerçeğini, yani Tabiîn ve Tebe-i Tabiîn'in misyonunu Hz. Hüseyin efendimiz, kanıyla ve şehadetiyle ortaya koydu. O'ndan sonra Ehl-i Beyt, dünyevî siyasetten çekildi; bir yanda imamlar, diğer yanda kutuplarla İslâm'ın tertemiz kanalına önderlik yaparken, siyasî çizginin sapmaması için de tam bir set oluşturdu.
Kerbelâ şehidleri arasında Hz. Hüseyin'in, Hz. Ali'nin, Hz. Fatıma'dan sonra evlendiği kadınlardan olma bazı kardeşleri de vardı. Bunların isimlerinin Ebu Bekir, Ömer ve Osman olduğunu Sayın Reha Çamuroğlu'nun ifade etmesi, ayrı bir öneme sahip bulunuyor.
Ali Ünal / Zaman