Doğrudur, ‘15 Temmuz Darbe Hıyaneti’nin en büyük mağduru halkımızdır; hattâ, dünyanın her bir yanında bulunan, gönülleri aydınlık ve basiretleri açık müslümanlardır.
Buradan hareketle, bu hıyanete girişenlerle ve onlarla -resmî söylemlerde sıkça vurgulanan şekliyle- ‘irtibatlı ve iltisaklı (yapışık)’ olanların herbirisinin cezalandırılması konusundaki kararlılık ve hattâ hıncımız anlaşılabilir. Ancak, bu bizi, adâletsizliğe sevk etmemelidir.
‘Aman, ‘toplu tasfiye’ler yapılırken, suçsuz-günahsız kimseler de yanmasın..’ denilince, hemen, ‘kaatillerin yakınları mı mağdur? Siz darbecilerin yargılanmasına mı karşısınız?’ denilmesi yanlış.. Kaldı ki, suçlar da şahsîdir, cezalar da.. Bir kaatilin yakını mâsum, bir mâsumun yakını da kaatil olabilir. Kimse başkasının suçunun cezasını çekmeye mustehak görülemez.
Ama, ‘Asıl mağdur millet değil mi?’ denilirse; bir mağduriyetten başka mağduriyetlere cevaz bulma yolu açılabilir. Hedefimiz, ‘milletin mağduriyetinin derinleştirilmemesi ve adâlet’ olmalıdır.
***
Bu hengamede, Tayyip Bey, 14 Ekim günü Konya’da yaptığı konuşmada, ‘Tevbe kapısı da, devletin şefkat kolları da herkese açıktır, gelsinler pişmanlıklarını bildirsinler, bildiklerini anlatsınlar, hukuk onlara gerekli kolaylığı gösterecektir..’ diyordu.
Bu konuda galiba en sağlıklı yaklaşım bu olsa gerek. Geçen gün Meclis’de, iktidar partisinin etkili bir ismi, ‘açığa alınanlardan sempatizan durumunda olanlara, ‘devletin gözü üzerinizde..’ diye bir gözdağı verilerek, mâkul bir çizgiye dönüşebilecekleri umuduyla bir ‘gri liste’nin hazırlanmasının iyi olacağının konuşulduğu’ndan sözetmişti.
Tayyip Bey’in bu son açıklaması bu çalışmaların sonucu olsa gerek..
***
İkinci husus, Musul Krizi’nin derinleşme istidadı göstereceğine dair belirtiler.. Tayyip Bey, Amerika ve Irak istemese de, Musul’a yapılacak bir operasyonda A, B, C gibi muhtelif planlarla yer alacağını kesin bir dille açıkladı.
Bu da, sadece Türkiye’yi değil, bütün Ortadoğu’yu ve dünyayı da etkileyecek sonuçlar ortaya çıkarabilir.
Bu konuya inşaallah, yarın daha etraflıca değinelim.
Ankara’daki bazı ziyaretlerden kesitler
Ankara’da kaldığım üç gün oldukça yoğun geçti. Kısa sürede birçok temaslarda bulunmak imkanı elde ettim. Özgürder’den kardeşler de arabalarıyla bu zahmete katlandılar.
Bu arada, Nurî Pakdil ağabeyi de ziyaret ettim. Nurî ağabey, 82 yaşın bazı hareket yavaşlamalarını yaşıyor, ama, zihni maşaallah berrak..
Nurî ağabeyin yanında bir sürpriz dostla da karşılaştım.. Bitlis’ten Hikmet Hoca..
12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi’nden sonra, ülke dışına çıkmak zorunda kaldığımda, Bitlis’de evinde kaldığım bu dost simayla Nurî ağabeyin yanında karşılaşmak hoş bir sürprizdi.
Bu vesileyle, bazı rahmetli dostları, Erdem Bayezid’i, Âkif İnan’ı, Câhid Zarifoğlu’nu ve Necib Fâzıl merhumları hayırla yâdettik.
Bu arada Nurî ağabey, ‘Benim anam ‘Merkezefendi’de yatıyor.. Erbakan Hoca’nın mezarına yakın bir yerde.. Hatice Vecihe Pakdil.. Gidip onun mezarı başında bir dua eder misin..’ dedi, annesinin fotoğrafına bakarak.. O anda, gözlerinde uzak bir âleme hasretle bakan buğulu bir derinlik hissettim..
‘Git, onun başucunda bir dua et ve (bu dua, oğlun Nuri adına..) diye de hassaten belirterek..’ tenbihinde bulundu. İnşaallah dedim.. (Bu sözümü, inş., bugün yerine getireceğim.)
***
Ve sonra, izin alıp Bahçelievler’de -çocukluk arkadaşım- Prof. Orhan Arslan’ın bürosuna geçtim.
Orhan Hoca, Ank. -Ziraat Fakültesi hocalarındandı. Bir ara, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun yardımcılığını da yapmıştı.
Şimdi de Kur’an çalışmalarına devam ediyor.
Bazı mesajlarını cep kitabı ebadında yayınlamış.. Ön ve arka kapaktaki bazı cümleler onun çalışmaların hakkında bilgi verici mahiyette..
‘Allah ile kul arasında ara yok ki, aracı olsun..’
‘Hiç tanışmadığın birine misafir gitmek hoş mudur?
Ölmeden önce Rabb’inle tanış...’
stargazete