Pakistan"ın Lahor şehrinde geçen hafta sahnelenen bir bombalı saldırı, bu şehrin bu zamana kadar yaşadığı kanlı terör eylemlerinin en şiddetlisi sayılıyor..
40"a yakın insan öldü, 250"den fazla insan da yaralandı.. Meydana gelen tahribat ve maddî zarar da ayrı..
Ölen insanların çok büyük kısmı, sivil halktan insanlardı..
"Pakistan Tâlibânı" diye isimlendirilen hareket adına yapılan açıklamada, bu saldırının, Pakistan Ordusu"nun Swat Vâdisi"nde yaptığı kanlı bombardımanların cevabı olduğu iddia olunuyordu.. Ve bu yapılanlar da, tabiatiyle, "İslam" adına sahneleniyordu..
Bu gibi kanlı eylemlerde, Hükûmet eden gücün, toplumun düzenini sağlayamadığı görüşüne ağırlık kazandırmak gibi bir hedefin de gözetlendiği, açık olsa gerek.. Çünkü, katledilen o yığınla insanın hemen tamamı, intikamını almak istedikleri Swat Vadisi cinayetiyle direkt ilgisi olmayan kimseler..
Ve, "bir kimseyi haksız yere öldüren, bütün bir beşeriyeti öldürmüş gibidir.."
Müslüman coğrafyalarında, hele de son 20-30 yılda daha bir artan bu gibi eylemler, genelde, toplumları ve dünyayı kendi istediklerin gibi düzeltmek iddiasında olan ve radikal denilen kesimlerin eylemlerine bağlansa da; konunun başka bir yönünün olması gerektiği de düşünülmeli değil midir?
Bu eylemler, kandırılan veya oyuna getirilen entrikacı veya dar görüşlü kimselerin önlerine açılan hayallerle ve emperyalist odaklarca harekete geçirilen eylemciler olabileceği de düşünülmeli değil midir?
Sözgelimi, Irak"da, hemen hergün meydana gelen ve her birisi onlarca insanı alıp götüren bombalı saldırı eylemlerinden en azından bazılarının da İslam adına yapıldığı bildiriliyor ve onlarca-yüzlerce masûm, savunmasız, sivil insanlar da öldürülüyor ve bu kurbanların hemen tamamı da, insan olmanın ötesinde, bir de müslüman.. Bu saldırıları yapanlar gerçekten de müslüman olduklarını iddia ediyorlar ise, bu eylemciler, sahi müslüman halka nefes aldırmayan (arab nasyonalizmi+ sosyalizm) tezi üzerinde yükselen Baas ideolojisini en katı şekilde uygulayan Saddam zamanında nerelerde idiler? Ve haydi, fedaîler bulundu diyelim, bu kadar patlayıcılar ve diger silahlar böyle kolayca, ve bu kadar bol mikdarda, nereden, nasıl temin edilebiliyor; gerçekten de düşünülmeli değil mi?
Dünya ise.. Bu saldırılara "aaa, öyle mi olmuş.." dercesine bir tepki ötesinde ilgi göstermiyor..
Ama, bu gibi patlamaların daha küçük çaplıları Batı başkentlerinde ise, nâdiren meydana geldiğinde ise, bu gibi saldırı ve terör eylemleri bütün dünya tarafından devamlı lanetleniyor..
B. Amerika"da, 3 500 kadar insanının fecî ölümüyle sonuçlanan 11 Eylûl 2001 Saldırıları"nı elbette küçümsemeyelim, ama, Amerikan emperyalizminin, -bu saldırıları gerçekleştirdikleri iddiasıyla-, dünyanın en fakir ülkelerinden Afganistan"a yaptıkları saldırılarda ölen yüzbinlerce savunmasız sivil müslüman insanın acısı hatırlanmadı bile.. Bir kamyonun geçtiği yolda ezilmiş böcekler kadar bile ilgi görmedi, bu insanlar..
"11 Eylûl"ün farazî faillerini cezalandırmak gerekçesiyle Afganistan"a yapılan o saldırılar 8 yıla yakın zamandır NATO şemsiyesi altında sürdürülürken, kendilerini savunmak için tepki vermekten başka birşey yapamıyan herkesin "Tâlibân" diye ve bir umacı halinde suçlanması ise, bilinen klasik psikolojik savaş taktiklerinden...
"11 Eylûl Saldırıları"nın bir diğer odak noktası olduğu gerekçesiyle "Saddam Irakı"na yapılan saldırılar da öyle.. 35 yıllık diktatörlüğünün uzunca bir kısmında bizzat Amerika"nın da desteğini alan Saddam"ı cezalandırmak adına, bütün Irak işgal ve mahvedildi, bu zamana barbarca saldırılar sonunda, Irak halkından ölenlerin sayısı 2 milyonu geçti..
Bu arada, özellikle Pakistan ve Irak"da, yıllardır, bir takım gizli eller, şiî veya sünnî müslümanları birbirlerine düşürmek için, en akıl ve vicdan almaz entrikaları tezgahlıyorlar.. Mescidlere veya insanların topluca bulundukları pazar yerlerine veya fırınlar önünde ekmek almak için uzun saflar oluşturmuş bulunan insanların üzerine bombalar atılıyor; insanlar, 10"lar, hattâ 100"ler halinde katlediliyor ve sonra da, bu cinayetler ya şiîlerin üzerine veya sünnîlerin üzerine atılarak, tarafların birbirine düşmanlığı daha bir tahrik ediliyor..
Ama, dünya bütün bu korkunç "çağdaş teknolojik barbarlıklar"ı bir "vak"ay-ı âdiye imiş gibi seyretti, seyrediyor.. Ve âdeta bu suçluluk psikolojisinden kurtulmak istenircesine, İslam, beraberinde "terör" kelimesi kullanılmaksızın neredeyse zikredilmez hâle geldi..
Ve, terörizmi İslam"la birlikte dikkatlice telaffuz ederek değerlendirmeler yapanlar arasında, yazık ki, kendilerini müslüman olarak niteleyen kimselerin bile olması, gelinen noktayı göstermesi bakımından daha bir düşündürücüdür..
*
Geçen hafta, Suûdî rejiminin mahkemelerinde verilen bir kararla, bir kişi daha başı kesilerek idâm olundu..
Kellenin uçuruluşu ve sonra da o kesik başın bir sırığa geçirilerek halkın gözü önünde bir meydanda teşhir edilmesi, elbette insanda bir ürperti meydana getirir.. Bırakınız bir insanı, bir hayvanın kesilmesinde, öldürülmesinde bile, insan ürperir.. Bu bakımdan, bu gibi cezalandırmalardan zevk alacak çok az insan vardır..
Ama, cezaların bir sebebi de, sadece suçların tekrarlanmaması değil, halkın adâlet duygusunun pekiştirilmesi ve bir "ibret-i müessire" olması ümididir.. Bunun için de, toplum huzurunda yapılması da tercih edilmiştir, geçmiş dönemlerde..
Ve, günlük hayatta karşılaşılan nice cinayetler vardır ki, kamu vicdanı, o durumda, "idâm"dan başka bir çarenin olmadığı noktasına gelir..
Sözgelimi, geçenlerde Çorlu"da yaşanan ve, bir kişiyle gayrimeşru ilişki içine girdiğini gördüğü için, 6 yaşındaki oğlunu öldürüp bir bataklığa atan ve haftalardır, televizyon ekranlarında gözüyaşlı olarak oğlunu arayan bir kadının foyasının, ancak, o yavrunun çürümüş cesedinin bulunmasıyla ortaya çıkması faciası karşısında; o korkunç cinayetin faillerinin idâm olunması gerektiğini söyleyemiyecek kaç kişi çıkar dersiniz?
Evet, halk kitlelerinin tepkisi, tamamiyle adâlet ölçüsü olmayabilir her zaman, ama, adâlet denilen kavram, halk kitlerinin içindeki adâlet arayışına da cevab veremezse, o zaman, o yargı mekanizması, adâlet mefhumunun çürümesine yardımcı olmaz mı?
*
Evet, idâm (canlı insanın bedeninin fizikî ve cismanî olarak yokedilmesi) cezası korkunçtur, ama, idâm cezasına müstehak olanların eylemleri daha mı az korkunç ve muzırdır, zararlıdır?
Eğer, "idâm cezası olmamalı", deniliyorsa, bu işe önce, kaatiller ve birilerini haksız yere katletmeyi düşünenler veya böyle mel"anetlere teşebbüs edenler başlamalıdır..
Türkiye, geçen hafta, 27 Mayıs"ı yoğunluklu olarak tartıştı bir daha..
1950-60 arası 10 yıl başbakanlık yapmış olan Adnan Menderes, Dışişişleri Bakını Fatin Rüşdî Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan"ın idâm olunduğu, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesini ve o siyasî cinayetleri ve dayandırıldıkları yalan, entrika ve hıyanetleri, o askerî darbenin 49"ncu yıldönümünde, hararetle tartışılırken...
*
İran"ın Pakistan sınırındaki Sistan ve Belûcistan eyaletinin merkezi olan ve halkının ekseriyetini sünnî müslümanların teşkil ettiği Zâhidan şehrinde, akşam namazı için mescide giden halkın üzerine atılan bombalarla, 25"ten fazla insan can veriyor ve onlarcası da ağır şekilde yaralanıyordu, 28 Mayıs Perşembe günü... Câmi cemaatinin çoğunun şiî müslüman olduğu anlaşılıyordu.. Patlama o kadar şiddetli olmuştu ki, camiin duvarları ve kubbesi, parçalanan insanların kanları ve diğer vücud kalantılarıyla kaplanmıştı..
Ve hadisenin hemen arkasından, faillerden 3 kişinin yakalandığı açıklandı ve bu üç kişi 30 Mayıs Cumartesi günü, o patlamada canverenler henüz toprağa verilmeden, dâr"a çekildiler, fotoğrafları dünyaya yansıtıldı..
İran"da da, idâmlar son 15-20 yıldır genelde cezaevlerinin avlusunda yapıldığı halde, toplumu dehşete düşüren bu gibi, büyük cinayetlerin failleri, toplumun huzurunda idâm ediliyor..
Çünkü, toplumun adâlet inancı da, zâlimlere karşı beslediği hıncın yatıştırılması için onların cezalandırıldığını görmek arzusu da, sosyal hayatın tanzimi açısından oldukça önemli..
Ama, bu kadar çabuk adâlet?
Nasıl oluyor, bu? Bir yanlış yapılması ihtimali yok mu?
Sanılıyor ki, İİC"de, bu gibi uygulamalar bir sosyol hıncın gereği olarak yapılıyor ve adâlet gözetilmiyor..
Burada büyük bir yanlışlık ve hattâ bühtan sözkonusu olduğu unutulmamalıdır..
*
Asıl düşünülmesi gereken husus, geciken adâletin de zulüm olduğunun; adâlet adına zulmetmekten daha az önemli sayılmamalıdır..
Ayrıca, suçun kim tarafından işlendiğine dair, geçerli bütün delillerle "cürm-ü meşhud" (suçüstü) yapılmış ise..
O zaman, ne yapılacak?
Aylarca, yıllarca sürecek ve yılan hikayesine dönecek yargalamalarla toplumun tepki ve hassasiyetlerinin törpülenmesine mi ağırlık verilecek; yoksa, suçlunun cezasının verilmesiyle, adâletin yerini bulduğu inancı pekiştirilerek, toplumun diriltilmesi mi?
Nitekim, bu gibi büyük cinayetlerle karşılaşıldığında, İran İslam Cumhuriyeti hukuk sisteminde, bu gibi durumlarda ilginç bir yargılama mekanizması harekete geçiriliyor..
Failler yakalandığında, hemen "cürm-ü meşhud" /suçüstü yargılaması yapılıyor ve hukukî deliller suçun o kişilerce işlendiğini subûta erdirirse, gereken hüküm hemen veriliyor ve kararlar arasında idâm cezası da varsa, bir seyyar Temyiz Mahkemesi hey"etince incelenip, gereken tasdik merhalesine varılırsa, hüküm derhal infaz olunuyor..
Gerçi, bunu Türkiye medyasında, bazı laik çevreler "ilkellik" olarak suçluyorlar, ama, Menemen"deki, resmî iddiaların dışında mahiyeti henüz de araştırılamıyan cinayet için 80 yıldır toplumu suçlayan ve o cinayet delil gösterilerek, bütün bir topluma karşı kurulan kendi tuzaklarını asla hatırlamaksızın..
*Biz yine dönelim, Zâhidan"daki o bu son bombalamaya..
Bu korkunç patlamayı "Cundullah-ı İran" adında bir terör örgütü üstlenmiş bulunuyor.. Sözkonusu örgütün lideri durumundaki Abdurra"ûf Reygî"nin sözcüsü, "El"Arabiye" televizyonuna yaptığı açıklamada, "Zâhidan Eylemi"nin sorumluluğunu üstlendiklerini açıklamış bulunuyor..
Bu arada, Zâhidan şehrinin en büyük büyük mescidlerinden Mekkî Mescidi"nde kılınan 29 Mayıs Cuma günü kılınan Cuma namazında, şehrin Ehl-i Sünnet Cuma İmamı Movlevî Abdulhamid İsmailzehî, hutbede, bu bombalamayı gerçekleştirenleri ağır şekilde eleştirerek, "Allah"ın dininden habersiz, vahşi bir takım kimseler, Allah"ın evi mesâbesinde olan mescidlerde bile pombalar patlatıp, kana bulayarak, fitne ve fesad çıkarmak peşindeler.. Namaz kılmakta olan onlarca insanı katlettiler, onların hedefi, sosyal karışıklık ve kardeş kavgası çıkarmak.. Ama, biz şiî kardeşlerimizin yanında duruyoruz ve icad edilmek istenen düşmanlıklara fırsat vermiyecek ve bu vahşî kimselerin beklentilerini boşa çıkaracağız.. Bunlar "cundullah" değil, cund"uş-şeytan/ hizbuşşaytandırlar.. Şeytanın yolunda harekete diyorlar, ama tutuşdukları bu cehennemî fitne ateşi ve qahr-ı ilahî, bizzat onları yutacaktır.." diyor.. Buna karşı, "Cündullah" adını taşıyan sözkonusu silahlı mücadele grubunun sözcüsü ise, yaptığı açıklamada, Ehl-i Sünnet Cum"a İmamı"nı tehdid etti ve "Sizin beyanlarınızın artık halk üzerinde bir tesiri yoktur." dedi..
*
Bu bombalamaya bakarken, mes"elenin başka yönlerine de bakmakta fayda olabilir:
Patlamanın gerçekleştiği mescid, daha çok şiî müslümanların gittiği bir mescid idi.. Bu açıdan, o patlamayla, şiîlerin tahrik edilerek, sünnîlere saldırtılmak istenmesi de hedeflerden birisi olabilir.. (Mescidlerin / câmilerin, şiî, sünnî veya falan mezheb, filan tarikat ya da meslek ve kavmiyetlere göre ayrılmasının bir ayrı faciamız olduğunu da bu vesileyle belirtelim..)
Ben, bu son kanlı saldırının haber filmlerini görünce, o mescidi hatırladım..
28 yıl önce, Pakistan"a giderken o şehirde birkaç gün kalmıştım.. Ve bir giderken, akşam namazını daha çok şiîlerin gittiği bir mescidde, sünnî usûlüne göre kılmış ve bir tepki almadığım gibi, tersine, cemaatin hemen tamamı, özel bir ilgiyle "Teqabbelallah.. /Allah kabul eyleye..." diye musafaha etmiş ve hoşâmedî (hoşgeldin) demiş ve bu olumlu yaklaşıma, orada vazife yapan bir azerî şiî arkadaşım da şaşmıştı.. Yatsı namazına da bir sünnî mescidine gitmek istediğimde, şiî arkadaşım, orada kendi fıqhına göre namaz kılacak olursa, tepki alacağından çekinmiş ve ona herhangi bir olumsuzluğun olmayacağı temennilerimi taahhüd kesinliğinde belirterek ikna etmiştim.. Nitekim, o da, namazda, şiî (ve de ehl-i sünnet mezheblerinden malikî) fıqhına göre, ellerini bağlamaksızın namaz kıldığı halde, sünnî cemaatten hiçbir tepki almamış ve bu duruma şaşırmıştı..
Konu, bu kadar mı sâde idi?
Evet, bu kadar sâde ve kolay idi, ama, aynı tevhîd inancına, Kitab"a ve Peygamber"e inanmış, aynı "qıble"ye yönelmiş olan insanlar, bir taraftan câhillik ve taassub ve şırıngalanmış düşmanlıklar; bir taraftan, bu ayrılıkları tahrik etmekten maddî-manevî menfaatler uman dahilî ve haricî bedhahlar / kötü niyetliler eliyle birbirlerinden uzak düşürülmüşler, birbirlerine yaklaşmaktan ürkütülmüşlerdi..
Ve bu oyunlar hâlâ da devam ediyor..
"Cündullah /Allah"ın askeri" gibi yaldızlı isimleri bayrak edinen bazı cinayet örgütleri, -yazık ki, sünnîlik ve bölgenin sünnî belûc halkı adına hareket ettikleri iddiasıyla -, bilhassa o yörede, Belucistan eyaletinde İran İslâm Cumhuriyeti nizamıyla kanlı bir gizli silahlı mücadeleye girmiş bulunmakta, son bir kaç yıldır..
Bu ve benzeri gruplar, aynı zamanda o eyaletteki yoğun uyuşturucu ve kaçakçılık mafiasının da yardımıyla, büyük cinayetler işlediler-işlemekteler.. Sadece şu son 2-3 yıl içinde, bölgede, herbirisi 15-20 kişilik gruplardan az olmayan güvenlik güçlerini pusuya düşürüp, korkunç katliâmlara imza atan bu gruplar, zaman zaman da bu son örnekte olduğu gibi, toplumun bir kesimini topluca hedef alıp, onları tahrik edecek şekilde, bombalamaları da sahnelemektedirler..
Bu gibi cinayetlerin faillerine karşı, adâlet/ yargı sisteminin sur"atle karşılık veremeyişinin ortaya çıkaracağı yeni sosyal rahatsızlıkların bedelinin ne olduğunu ve olacağını düşünmeden, sadece, "Böyle adâlet olur mu?" diyenler, zâhiren, haklı bile sanılabilir..
Ama, gereken hukukî yargılamalar yapıldıktan sonra, "adâlet"in hükmünün yerine getirilmesindeki geciktirmelerin bedeli de düşünülüyor mu?
Evet, "idâm" cezalarından, Kur"an"daki "qısas" hükmü gereğince verilen "idâm" cezaları için bile, öldürülenlerin yakınlarından hak sahibi olanlara, suçluyu bağışlama yetkisi tanınmış ve bu bir de teşvik edilmiştir.. Nitekim, İİC uygulamasında, bugüne kadar nice idâmlık kaatiller, maqtul"ün / öldürülenin yakınlarının bu bağışlama yetkisini kullanmasıyla, dârağacının altından son anda kurtulmuş ve hayata dönmüşlerdir .. Konunun bu tarafı da görülmeyip, sadece, "Yazık, idâm olmamalı.." denilmekle, gerçekte, "kaatil"lere, işlerini sürdürmeleri için "yeşil ışık" da yakılmış olmuyor mu?
Evet, "idâm" cezası istenmiyorsa, buna önce kaatiller karar vermeli; öldürmekten, önce onlar el çekmeli..
Haksöz