Okuyuculardan gelen mesajlarda, övgü ve sövgü varsa, üzerinde durmaya gerek yoktur. Zoraki olmayan seviyeli bir eleştiride ise farklı düşünsek bile alacağımız, öğreneceğimiz bir şeyler olabilir.
‘Kaleminin sorumluluğunu dilinin sorumluluğu’ gibi kabul eden bir kimse de, yazmaktan maksadının birilerince beğenilmek ya da birilerini tahrik etmek, kızdırmak, aşağılamak olmadığının şuûrunda olmak zorundadır.
***
Şahsen, en çok aldığım eleştiriler, genelde Suriye Buhranı karşısında Türkiye ve İran’ın siyasetleri ya da PKK ve onun türevleri olan terör örgütleri konusunda yazdıklarım etrafında olmaktadır.
Bu konularda yapılan suçlamalar, genellikle, ‘Hükûmet’in yanında yer aldığım’ konusunda oluyor. Halbuki, birilerinin Hükûmet’e muhalefet etmesi ne kadar tabiî ise bir diğerlerinin Hükûmet’in en azından bazı uygulamalarına destek vermesi de aynı şekilde normal karşılanmalı değil midir?
İşte o noktada bazıları hemen, ‘Bu desteğinizin karşılığında siz de artık Hükûmet’ten nemâlanır, nimetlenirsiniz’ gibi çirkin îmâ’larda bulunabilmektedler. O tıynette kimseler de olabilir; ama herkesi aynı kefeye koymak ne kadar dürüst bir yaklaşım olur? Ayrıca, Hükûmet’in icraatından beğendiklerini söyleyenlere bu gibi ithamları yapanlar, hattâ inanmadıkları halde, sırf muhalif odakların memnuniyetini umarak onların sözcülüğüne soyunanların varlığından habersiz midirler? Bu husustakifırıldak tipler bilinmiyor mu ve de öyleleri toplumumuzda az mıdır?
Bu konuda hele bir laf var ki, evlere şenlik.. Neymiş efendim, muhalif olmak, aydın olmanın, ‘entellektuel’ olmanın bile gereğiymiş.. Ancak, aşağılık duygusuna kapılmış kimseleri korkutacak bir ilginç suçlama.. Ki, Türkiye’nin Afrin’deki bir ‘terör’ yapılanmasına karşı bir askerî müdahalede bulunmasını destekleyen medyatik bir kemalist-laik kişi bile, Hükûmet’e destek verdiğinden dolayı suçlandığından yakınıyordu.
***
28 Şubat 1997 Askerî Darbesi’nin üzerinden bile 20 sene geçtiği için, o günlerde 10 yaş ve altında olanlar, sosyo-politik hayatta nelerin olup bittiğini anlamak durumunda değiller. Onlar bugün 25-30 yaşına gelmiş bulunuyorlar. Bu yeni nesil, o dönemi ve daha öncesini yaşayanların ve geniiiş halk kitlelerinin ne ağır baskı ve zulümler altında olduğunu elbette bilmiyorlar.
***
Bu satırların sahibi, 1957-58’lerden beri ve sadece ülke içinde değil, Müslüman coğrafyalarında ve dünyada olup bitenleri takip etmeye ve anlamaya çalışan birisi olarak, hiçbir Hükûmet uygulamasının Tayyip Erdoğan’ın sergilediği seviyede iyi olmadığını bunca yaşanmışlıklara ve tecrübelerine de dayanarak görüyorsa bunu söylemesi ayıp mıdır?
Bununla, onu hatasız, yanlış yapmaz birisi olarak gördüğüm sanılmaya, zinhar..
Hata insanlar içindir. Ama onun hele de daha çetin bir alan olan dış siyasette sergilediği şahsiyetli ve dikkatli tavrı ve kararlarını verirken, kendisine ülke yönetimi için vekalet veren halkımızın ekseriyetinin düşünce ve inanç dünyasının değerleri açısından sorumluluğunu en ön planda tutmayı şiar edinmesi karşısında, evet, ona destek vermeyi kalbî ve aklî bir sorumluluk olarak görüyorum. Çok temel ve büyük hatalar yaptığına inandığım zaman ise tavrımı münasip şekilde ortaya koyarım. Ama birileri memnun diye değil.. Hele de onun şu son, askerî müdahaleye başvurmadan önce, dünya dış siyaset dengeleri açısından takip ettiği hassas ve dikkatli siyaset elbette desteklenmelidir. Hep 'Amerika ne der, NATO ne der, Rusya ne der’ diyerek dış ve hattâ iç siyaset belirleyen yığınla örneklerden bugünkü şahsiyetli noktaya gelmiş bulunuyoruz.
***
‘İdeali iste, realiteyi gör..’ ölçüsü önemlidir. İdeal, olmasını istediklerimizdir. Ama hayatta her şeyin sadece kendi istediğimiz gibi olmasını istemek, idealin dışında, bir ütopyadır. Realite ise günün dünyasının imkân ve şartları açısından yapılabilenleri ifade eder.
Hele de bu hassas günlerde basit gerekçelerle yıpratma çabalarına girmenin bir manevî sorumluluğunun olduğu da unutulmamalıdır.