27 Mart günü patlak veren ve Dışişleri Bakanlığı’ndaki ortam dinleme usûlüyle, devletin hassas bir konuda, Suriye ve özellikle de kısaca ’IŞİD’ diye anılan, ’Irak- Şâm İslam Devleti’ isimli silahlı mücadele grubunun, uluslararası andlaşmalara göre, Suriye’deki içindeki Türkiye toprağı sayılan Câbir Kalesi - Süleyman Şah Türbesi konusunda Türkiye’ye yönelttiği tehdidlere karşı nasıl bir tavır takınılacağı etrafında, C. Başkanı Abdullah Gül’ün emriyle tertib olunan ve ’Ne gibi projeler ve senaryolar düşünüyorsanız, bir rapor halinde getirin..’ dediği için en üst dereceli, 4 kişilik bir toplantıda konuşulanların dışarıya sızdırılması ve Youtube isimli uluslararası iletişim ağı aracılığıyla dünyaya duyurulması, sıradan, çok basit bir gelişme değil..
Çünkü, bu 4 kişi arasında, Dışişileri Bakanı Davudoğlu var, MİT Müsteşarı var, Genelkurmay 2. Başkanı olan general var, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı var..
Bu kişilerin yaptıkları gizli toplantıdaki konuşmaların önce, CHP Gen. Başk. Kılıçdaroğlu’na servisi edildiğinin Enerji Bak. Taner Yıldız tarafından net olarak iddia edilmesi ise, daha bir vahim.. Kılıçdaroğlu, bu iddiayı henüz reddetmiş değil..
Önce, ’Youtube’a mı verildi de, o oradan mı okudu; yoksa metin önce kendisine mi verildi de, sonra Youtube’a?..’ Bu, henüz meçhul..
Bir kısmının tahrif edildiği ve amma geneli itibariyle, Dışişleri Bakanlığı’nca gerçek olduğu kabul edilen ses kaydının çözümlenmiş halinin büyük çapta okudum.
*
Önce şunu belirtmek gerekiyor.
Rivayet odur ki, Fatih Sultan Mehmed gizlice yeni bir sefere hazırlanmaktadır.
Başveziri gelip, azimetin nereye olduğunu öğrenmek ister..
Sultan ona, sorar:
-Sır tutar mısın?
-Evet, haşmetlu Sultanum..
-Ben de tutarım..
Ve sırrını vezirine bile söylemez..
Çünkü, iki kişinin bildiği, sır olmaktan çıkar..
’Sırrını sırdaşına fâş etme (açma), sırrın fâş olur,
Sen sırrına sırdaş değilsen, el nice sırdaş olur..’
*
İfşâ olunduğu için, şimdi devletin en üst makamlarında bulunanları derinden tedirgin eden sözkonusu gizli konuşma da öyle.. 4-5 kişi arasında geçiyor..
(IŞİD) tehdidlerine karşı bir müdahalenin gerekliliği ve hattâ, onun tehdidlerinden önce nasıl bir tavır takınılması ve inisiyatifin ele geçirilmesi ve takınılan tavırdan dolayı, uluslararası bir takım ihtilatlar / komplikasyonlar/ yan etkiler meydana gelirse o zaman nasıl davranılacağı etrafında konuşmalar.. Bunlar tahrif edilmiş de olabilir; doğru da.. Ama, anlatılan kesimlerde bir lâkaydîlik de seziliyordu..
Ayrıca, o kadar hassas dinlemelerin hele de bu günkü teknolojik imkanlarla daha bir kolay yapılabildiğinin bilinmesi ve bu gibi hassas toplantıların bilinmeyen ve beklenmiyen yerlerde ve tek kişinin iradesiyle belirlenebilecek mekanlarda yapılmasının gerekliliği de ortadadır. Nitekim, bir alman tv. kanalı, bu dinleme imkanının ancak Rusya’nın elinde bulunduğunu ileri sürmüştür. Olabilir..
Ama, açıktır ki, Rusya’nın elinde bulunan teknolojik imkanların B. Amerika (ve dolayısiyle, sionist İsrail rejimi) elinde de bulunduğu açık..
Hatırlayalım ki, 50 yıl öncelerde bugünlerde, İsmet İnönü, başbakandı ve ’Biz Bakanlar Kurulu’nda gizli bir toplantı yapıyoruz. Toplantının bitmesinden hemen sonra, kendi çalışma odama geçmek üzere geldiğimde bir de bakıyorum ki, Amerikan b.elçisi bizim içerde konuştuğumuz gizli konu üzerinde görüşmek isteğiyle gelmiş..’ şeklinde ilginç bir açıklama yapıyordu..
*
Geçmişte yaşananlardan ders alınmadı mı?
Bu gibi toplantılarda muhtelif görüşler dile getirilip, ihtimaller, tehlike ve tuzaklar üzerinde durulabilir. Ama, taraflardan herhangi birisi ileride kendisini bağlayabilecek veya bir takım niyetlerini objektif olarak yansıtan sözleri böyledi mi, başı ağrıyabilir.
Ancak, üzerinde durulması gereken husus, bu son hadisedeki 4 kişinin birbirlerine nasıl ve ne kadar itimad ettikleri hususudur..
Yarınlarda, bu 4 kişinin yolları ayrılamaz mı?
Nitekim, Dışişleri Bakanı Ahmed Davudoğlu, geçen gün, kendilerine yıllarca Washington’da büyükelçi olarak ’hizmet’ sunan ve en gizli yazışmalardah tabiatiyle haberdar olan Faruk Loğoğlu’nun şimdi, CHP Gen. Başkan Yard. olarak söylediklerine bakıp, devlet terbiyesi almış olan kimselerin nasıl olup da böyle davranabildiklerinden dolayı hayıflanıyordu.
*
Ki, bir yıl kadar önce, Başbakan Erdoğan’la görüşen önemli bir sivil toplum kuruluşunun başkanı (K.E.), intibalarını aktarırken, ’Tayyib âbinin Başbakanlık’taki çalışma odasında bile kimseye itimadı yok ki, görüşmemiz sırasında, odada kimse olmadığı halde, dudak okuması yoluyla bir mânâ çıkarılmaması için olmalı; eliyle dudaklarını kapatıyor ve fısıltıyla konuşuyordu, benimle..’ diyordu.. Yani, böylesine bir ihtiyat tedbirine taa o zamanlarda bile başvurulmuşken, son aylarda ne gibi iddiaların ortaya atıldığı ortada..
*
Kaldı ki, İstanbul’un altını üstüne getiren ’6-7 Eylûl 1955 Hadiseleri’nin MİT tarafından düzenlendiği, ve bir akşam gazetesinin, Selanik’de, M. Kemal’in doğduğu ileri sürülen eve bomba atıldığı yalan iddiasının manşetten verilmesiyle, akşam üzeri sokağa fırlayan yüzbinlerin gayrimuslimlere aid işyerlerini, evleri, mâbedleri tahrib ettiği, yakıp yıktığı, onlarca ölümün meydana geldiği ve ancak Sıkıyönetim ilânıyla önlenebilen hadiselerin gerçek failinin MİT olduğu, 40 yıl sonra resmen açıklanmadı mı?
Açığa çıkan o metinlerde öylesine gelişi-güzel konuşmalar var ki, eğer doğruysa, hayret etmemek elde değil..
Hatırlayalım ki, ’Ergenekon Yargılaması’ sırasında açıklanan belgelerde, hazırlanan bir plan gereği, gerekirse Türkiye’ye aid bir savaş uçağının yine Türkiye Hava Kuvvetleri tarafından düşürülüp, sonra da kamuoyuna, ’uçağımızın Yunanistan tarafından düşürüldüğü’ iddiasıyla kamuoyunun istenilen şekilde yönlendirilebileceği konusu da dosyalara girmiş ve bu durum, dönemin 1.Ordu’sunun en üst komutanlarınca, yargılamaları sırasında, ’Bu bir plan eğitimidir, olur böyle farazî projeler..’ şeklinde kabul edilerek geçiştirilmişti.
*
Hani, Adolf Hitler de, 2. Dünya Savaşı’nın başlangıcı sayılan bir hadise olarak, Polonya sınırındaki Almanya’ya aid bir karakolu ve içindeki 20 kadar askeriyle birlikte topa tutturup, sonra da ’Birinci Dünya Savaşı’nın gayrimeşru ürünü olan küstah Polonya’nın yaptığı bu saldırısının karşılıksız kalmıyacağı’na dair ateşli nutuklarla, kamuoyunu iyice hazırladıktan sonra, Polonya’ya saldırıp, savaşın bir hafta sonra Varşova’ya girmemiş miydi?
Amerikan emperyalizmi de, 11 Eylûl 2001’de kendi iç güvenlik zaafından meydana gelen bir iç saldırıyı, Talibân Afganistanı’yla Usâme bin Laden ve Saddam Irakı’nın üzerine yıkıp, bu ülkelere saldırmamış mıydı ve o ateş o coğrafyaları hâlâ da kavurmakta değil mi?
Bu gibi yığınla örnekler zikredilebilir.
*
Yine hatırlanmalı ki, İran’da, (8 yıl süren İran- Irak Savaşı’nın henüz ilk demlerinde) İslam İnqılabı’nın en önde gelen isimlerinden Âyetullah Muhammed Beheştî, Bakan ve Bakan Yardımcısı ve m.vekililleri ve diğer yütksek dereceli mes’ullerden oluşan üst seviyeli 72 arkadaşının katıldığı bir toplantıya konulan bir bombayla katledildikten iki ay sonra; bu kez de, 2. Cumhurbaşkanı olarak yeni seçilen Muhammed Ali Recaî ve 13 arkadaşı Başbakanlık’ta yapılan önemli bir toplantı sırasında patlayan bir yangın bombasının patlatılmasıyla tanınmaz hale gelinceye kadar yanarak can vermişlerdi, 1981 Eylûlünde..
Ve ilk anda, ’şehid’ ilan edilen ve defnedildiğ isanılan yanmış cesedlerden birisi de; ülkenin Ülke Güvenlik Kuruluşu’nun başındaki bulunan ve çok önemli kimselerin güvenini kazanmış olarak oraya getirilen Celâl Keşmirî isimli bir kişi idi. Ama, aradan bir kaç ay geçince, Keşmirî’nin de, tıpkı Beheştî’lere bombayı koyan Külahî gibi, Amerika’da olduğu anlaşılmıştı ve bombayı koyup, hemen toplantıyı terketmiş ve ülkeden de kaçtığı anlaşılmıştı.
İdeolojik mücadeleler böylesine katı ve acımasızdır.
Bu son hadise etrafındaki gelişmelere de kısaca baktığımızda, konunun bir çok iç ve dış bağlantılarının, uzantılarının olduğu daha bir açıkça ortaya çıkıyor.
*
Bazan, suçluyu, bizzat suçlanan da ’arayabiliyor’!
Bu arada yapılan açıklamalar, Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan ‘böcek’ aramasına rağmen, birşey bulunamadığını gösteriyor. Dışişleri Bakanlığı’nın üst yetkili bir isminin, ’Fail kesinlikle içeriden..’ dediği, medyada yer almış bulunuyor. Ayrıca, hadiseninin ortaya çıkmasından bir gün önce, Samanyolu tv.’de, o toplantıda yapılan konuşmalara paralel bir yorum yapan ünlü bir ismin gözaltına alınması da ilgi çekici..
*
1970’ler ve sonrasının ünlü MİT ajanlarından olan (sonraların prof.’u) Mahir Kaynak da hâtıratında, o yılların ünlü darbeci generallerinin başında bulunan Cemal Madanoğlu’nun gizli darbe toplantılarına kendisinin de kabul edildiğini (yani, sızdığını) anlatırken, ilginç bir tablo anlatır. (Özetle:) ’Bir gün Madanoğlu Paşa, ’Oğlum, içimize MİT girmiş, toplantıya katılan herkesi tepeden tırnağa kontrol edeceksin..’ dedi..
Herkesi kontrol ediyorum, tepeden tırnağa, kimseyi bulamıyorum ve anormal bir durum tesbit edemiyorum. Çünkü, dinleme cihazı, benim gömleğimin altındaydı!.’
Kaynak’ın, o dönemlerde, Türkiye Gizli Komünist Partisi’nini de Başkanı olduğu ve Bükreş’de yapılan 3. komüntern (dünya komünist partileri) toplantısına Türkiye komünistlerini temsilen katıldığını da hatırlayalım.. Ve yeni hatırlayalım ki, o zamanlar dinleme cihazları yine de bugünkü kadar gelişmiş değildi.
Günümüzde, toplu iğne başı büyüklüğünde ses kayıd cihazları ve kameralar geliştirilmiş bulunuyor.
Bu da gösteriyor ki, ‘kozmik’ toplantıların güvenliğinin sağlanması, bugün daha bir zor..
*
Emperyalist odakların kaygılanması bir şeyler anlatmıyor mu?
İlginçtir ki, Amerikan Senatosu, Türkiye’deki bu son gelişmeler üzerine, Tayyîb Erdoğan’ın hemen Youtube’u kapatma kararı veremesine tepki olarak, ’İlkel bir hükûmet sansürü” açıklaması yayıp, bu uygulamayı kınayan bir kanun tasarısını hazırlamış bulunuyor. Demokrat Partili Senatör Chris Murphy tarafından hazırlanan bu tasarıda şu ifadelere yer verildiği görülüyor: ’Amerikan Senatosu, Türkiye Hükümeti’nin basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve internet özgürlüğüne getirdiği kısıtlamaları kınamaktadır. ABD Senatosu, teknoloji ve sosyal medya sitelerinin bağımsız gazeteciler ve kamuyla iletişim kurmaları ve bilgiye erişimleri için yardım ederek oynadığı rolü kabul etmektedir. ABD Hükümeti’nin tüm dünyada demokrasiyi destekleme ve iyi yönetimi teşvik etme çabalarında internet özgürlüğünün öneminin altını çizmektedir. Türk Hükümeti’ne âcilen sosyal medya dahil, basın özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaları sona erdirme ve Twitter’a erişimi yeniden sağlama çağrısı yapmaktadır.’
Merkezi B. Amerika’da bulunan İnsan Hakları İzleme Örgütü de bu yasaklamayı ‘felaket’ olarak nitelediği açıklamasında, “Türk hükümetinin, idari bir talimatıyla YouTube’u kapatma kararı vermesi Türkiye’de ifade özgürlüğü ve bilgiye erişim hakkı açısından bir felakettir. Hükümet, benzer bir biçimde 21 Mart’ta Twitter’ı kapatmıştı” ifadesini kullanması dikkat çekiyordu..
Uluslararası Af Örgütü / Amnesty İnternational (Aİ) ise, “Yasaklar önceden tasarlanmış ciddi ve genel bir darbeye işaret ediyor.’ şeklinde bir açıklama yapmış bulunuyor. Avrupa Konseyi de bu yasaklamaları endişe verici bulmuş..
Emperyalist dünyanın ünlü medya organlarının konuya yaklaşımı da farklı değildi:
’-The Wall Street Journal: Bu yasak, Türkiye’nin acımasız internet sansürleri uygulayan Çin, Suriye ve Kuzey Kore’yi de kapsayan ülkeler kulübündeki yerini sağlamlaştırdı.
-Spiegel: ’Türkiye, internetteki video platformunu kapattı. Öncesinde Ankara’nın Suriye ile savaş nedeni aradığına dair bir görüşme kaydı yayınlanmıştı.. YouTube’un kapatılması, milyonların bu durumu izlemesini engelliyor.’
-Economist: Erdoğan, Vladimir Putin’e teşekkür etmeli. Çünkü Rusya Lideri’nin Ukrayna’ya saldırısı haftalarca manşetleri işgal etti. Bu durum Erdoğan’ın kendisi ile müttefiklerini korumak için tasarladığı özgürlükleri sınırlayıcı bir dizi yasadan uluslararası alanda az bir kınamayla kurtulmasını sağladı..’
Bu ifadeler bile, suyun başında kimlerin bulunduğunu göstermiyor mu?
Emperyalistler odaklar da faka bastıklarında neler yaptı?
Bu yayınlara karşı, Washington merkezli bir düşünce kuruluşu olan Türkiye Politikaları Merkezi (TPC) ise, “Eğer tüm bunlar Amerika’da olsaydı siz ne yapardınız?” diye tam sayfa bir gazete ilanı vererek, Amerikan kamuoyunu bilgilendirmeye çalışıyordu.
Sahi, Amerikan yönetiminin de, ulusal güvenliğin tehlike altına girmesi riskini içeren bilgi ve belge sızdırmaları, gizli sırların vaktinden önce ifşâ edilmesi gibi vak’alarda nasıl tepkiler verdiği hatırlanıyor mu?
Wikileaks belgelerinin yayınlanmasında da Amerikan yönetimi konuya nasıl çok sert bir tepki gösterdiği hatırlanmalıdır. Wikileaks belgeleri 2010 yılında ilk ortaya çıktığında ABD yönetimi güçlü bir kınama yayımlamıştı. Beyaz Saray, WikiLeaks'in "çalıntı ve gizli belgeleri yayımlayarak sadece insan hakları davasını değil kişilerin hayatlarını ve yaptıkları işi de tehlikeye attığını" belirterek, "Gizli belgelerin ve hassas ulusal güvenlik bilgilerinin yetkisiz ifşaatını en şiddetli şekilde kınıyoruz" ifadesini kullanmıştı.
Dönemin Amerikan Dışbakanı Hillary Clinton da Wikileaks'in, ABD Dışişleri Bakanlığı ile yabancı ülkelerdeki Amerikan elçilik ve temsilcilikleri arasındaki yazışmaları açıklamasının, Amerika'nın ulusal çıkarlarını tehlikeye soktuğunu ifade ederek, 'Bu, hem belgelerde adı geçenlerin hayatlarını tehlikeye sokuyor, hem ulusal güvenliğimizi tehdit ediyor hem de ortak sorunları çözmek için diğer ülkelerde attığımız ortak adımları zora sokuyor' demişti. Aynı dönemde, bazı Amerikan basını WikiLeaks belgelerini yayımlarken, CNN gibi bazı kuruluşlarının, ulusal güvenlikle ilgili bu gizli bilgilerin 'daha fazla ifşasına araç olmamak' için WikiLeaks'ın içeriklerine dair bilgileri yayınlarında kullanmadığını da hatırlamalıyız.
Wikileaks belgelerini sızdıran Chelsea Manning’in, casusluk ve diğer suçlardan 35 yıla mahkum edildiği da hatırlanmalıdır. WikiLeaks’in aslî aktörlerinden Julian Assange ise, Londra’da, sığındığı Ekvator B. Elçiliği binasında yaşıyor iki yılı askın zamandır ve oradan çıkar çıkmaz yakalanacak..
B. Amerika’da yaşanan WikiLeaks vak’asıyla birlikte son yılların en çok ses getiren sızdırmalarından birisi de (Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı) NSA'in eski sistem analisti Edward Snowden'ın Amerikan hükümetinin istihbarat toplama yöntemleriyle ilgili belgeleri medyayla paylaşmasıyla yaşanmıştı.
NSA'in sadece ülke içinde değil, yurt dışında da, kimi yabancı ülkelerin liderleri dahil telefon dinlemeleri yaptığını ve kayıt tuttuğunu, internet faaliyetlerini izlediğini ortaya çıkararak, ABD ve dünya gündemini şoke eden belgeler, Amerikan emperyalizminin istihbarat metodlarını deşifre etmesi üzerine yönetimin her kademesinden sert tepki görmüştü.
Bu konuda, B. Amerika Dışbakanı John Kerry’nin, Snowden'ı vatan hainliğiyle suçladığını ve Obama’nın Putin’le sert görüşmeler yaptığını hatırlatmak kâfidir, herhalde. Putin ise, önceleri Snowden’e iltica hakkı vermiyeceklerini açıklayarak durumu yumuşatmışken, iki ay kadar sonra, ona iltica hakkı tanıması, ayrı bir diplomatik çalım olmuş ve Obama, bu durumu kabullenmekten başka bir şey yapamamıştı.
NSA'in izleme faaliyetlerini ifşa eden ve gizli bilgilerin ifşa olunması, bunları yetkili olmayan taraflara vermek ve hükümet malını çalmakla suçlanan Snowden, B. Amerika’ya iade edilmesi halinde, casusluktan yargılanacak..
Ülkede ulusal güvenlik tartışmaları uyandıran son örneklerden birisi de, Amerikan AP ajansının geçen Aralık ayında, İran'da 7 yıl önce kaybolduğu söylenen eski FBI ajanı Robert Levinson'ın, CIA için çalıştığını ortaya çıkaran haberi oldu. Amerikan yönetiminin ’bir iş seyahati sırasında kaybolduğunu’ ileri sürdüğü Levinson'ın, aslında CIA için istihbarat toplamak üzere İran'a gittiğinin açığa çıkması, büyük skandallardan bir diğeri idi.
*
Demek oluyor ki, her zaman olduğu gibi, günümüzde de, sistemler ve devletler üstelik de en gelişmiş teknolojilerle içeriden veya dışarıdan vurulmaya, kuşatılmaya ve hele de ideolojik menşeli saldırılara maruz kalabilmektedir.
Türkiye’nin son yaşadığı casusluk da böyledir ve dış etkenler kadar, içerden, onlarla işbirliği halinde olan ve İttihad-Terakkî günlerinden beri, bu sahada 100 yıllık entrika tecrübeleri olan ’kemalist-laik-ulusalcı’ vs. kesimlerce tezgahlandığı rahatlıkla söylenebilir. Bunda, son zamanlarda onlarla işbirliğine giren Pennsylvania Şeyhi ve fedaîlerinin elinin olması da mümkündür. Çünkü, onlar da kendilerini kuşatılmışlık duygusu içinde hissediyorlar ve mütekabilen, içten kuşatmalara yöneliyorlar..
Bu oyun, daha çoook sürer. Sabır, adâlet ve basiretle karşı çıkılabilir.
haksöz