Bir İslam büyüğünden, çok hikmetli bir söz nakledilir..
"Öyle kimseleri başınıza getiriniz ki; aranızdayken başınızda gibi olsun, başınızdayken de aranızda gibi.." şeklinde..
Günümüzdeki siyasetçilerden kim bu ölçüye biraz yakındır, diye sorulsa, herhalde, bu konuda çok fazla örnekler bulunamaz.. Sadece oy zamanlarında değil, hayatın her ânında, halkın en fukara kesimlerinin arasına girip, onların yaşayış tarzlarına yabancılık çekmeden kaynaşabilen, hayata bakış açı ve değerleriyle zıdlaşmayan kaç lider vardır? Bu siyasetçilerin çoğu, aristokrat bir hayatın, eşrafiyat anlayışının esiri olmamış mıdır?.
Genel seçimlere iki aydan az bir zaman kaldı.. Yeni m.vekilleri seçilecek.. "Nasılsanız, öyle idare olunursunuz.." meâlindeki hadis-i nebevî rivayetini buraya da tatbik edebiliriz. Halkın seçtiği, yöneldiği kimseler elbette ki, onların yönetiminde etkili olacaktır..
Ve m.vekillerinin çoğu da, o sıfatı, hizmet için değil, gösteriş, makam veya menfaatler için, güç sahibi olmak için kullanılır hale getirmişlerdir..
*
Eskiden, m.vekili denilmezdi.. Sonralarda, Batı dillerinden alınan parlamenter kelimesi de yerleşti, dilimizde.. Çocukluğumuzda, bizim köylerde mebbus denilirdi.. Sonra anladık ki, kelimenin aslı "meb"ûs"dur, yani, seçilmiş, vazifelendirilmiş kimse..
Resul-i Ekrem (S)"in de "meb"us-u ilahî" olduğunu, Allah tarafından Peygamberlik için seçilmişliğini, vazifelendirilmişliğini anlatmak üzere, bazı müslüman toplumlarda Bî"set Bayramı kutlamaları yapılır, bizdeki Regaib Kandili"ne denk gelen günlerde..
*
Yeni dönem m.vekillikleri için, partiler kendi namzedlerini kanûnî sınır olan 12 Nisan akşamına kadar belirledi, seçime bağımsız olarak girmek isteyenler de başvurularını yaptılar..
Listelerde yer alamayanların, veya listelerde seçilecek sıralarda yer bulamıyanların hayal kırıklıkları ve suçlamaları, kendileri gibi kabiliyetli, sevilen kişilere yer verilmemesinden dolayı seçimin kaybsedilebileceğini veya beklenen oy seviyesine ulaşımıyacağını söyleyenlerin sayısı, tabiatiyle yüksek.. Çünkü, seçilmek için çırpınanların onda biri bile listelerde yer bulamadılar..
*
Yüzde 10 seçim barajını aşması aşma ihtimali olan partilerin liderlerinin, Meclis"e gitmek için çırpınan adaylar arasından bir sıralama yapmalarının ne kadar çetin bir iş olduğunu son günlerdeki gelişmeler ortaya bir daha net olarak koydu..
Özellikle, CHP"de olanlar..
Bir sene önce bugünlerde, üstelik kendi partisinden bir kadın m.vekiliyle bir müstehcen video görüntüsü internetlere düşen eski Genel Başkan"ın yerine, beklemediği bir anda Genel Başkanlığa gelen K. Kılıçdaroğlu, eline geçen bu fırsatı değerlendirmek için, beklenmedik manevralar çevirdi ve onyıllardır CHP"nin merkez kadrosunu olan isimlerin hemen tamamını silip süpürdü.. Manisa CHP m.vekili Şahin Mengü gibi isimler şimdi şimdi, Kılıçdaroğlu"nun alevî olduğunu hatırlıyor ve onu, CHP"yi bir alevî yapılanmasının odağı haline getirmeye çalışmakla suçluyor.. (İlginçtir, AK Parti ve MHP, en azından resmî beyanlarında Kılıçdaroğlu"nun bu tarafını asla sözkonusu etmiyorlar ve iyi de yapıyorlar..) Ancak şunu da hatırlamak gerekir ki, CHP"nin böyle bir fonksiyon ifa etmesi yeni olmayıp, M. Kemal zamanından beri, gizlice bu mahiyete kavuşturulmuştu ve kemalist-laik rejimin en aşırı savunucuları da, genelde alevî diye nitelenen kesimler arasından çıkmıştı.. Ve onlar da Osmanlı zamanında, sünnîlik adına yapılıyormuş gibi gösterilen resmî din anlayışıyla kendilerine yapılan baskılardan kurtulmak umuduyla, laikliğe destek veren bir çizgiye getirilmişler ve M. Kemal de, kendi devrimlerini gerçekleştirirken, sırtını dayayacak büyük birhalk kitlesi olarak, arkasında alevîleri bulmuştu..
*
Siyaset ana-baba tanımaz; hele de Ergenekon devrede olursa..
Bu arada, Ergenekon Yargılaması"nda iki yıldan fazla zamandır, ağır suçlamalarla tutuklu bulunan ve tahliye talebleri defalarca reddedilen M. Balbay ve M. Haberal gibi isimleri de seçilecek yerlerden aday gösterdi..
*
Hele de bu isimlerden Prof. M. Haberal, meslekdaşları olan doktorlar aracılığıyla, yargıya karşı, "Yerinden oynatılırsa ölebilir. Ağıır derecede hasta.." şeklindeki hileli raporlar gönderterek hastahanelerden çıkarılamamışken; şimdi Meclis"e gönderilme yolunun aralanmaya çalışılması ilginç.. Şimdi, bu kişi dip-diri, kanlı-canlı.. Demek ki, bu kişinin "ölümcül" denilen hastalığından kurtulması (!) için m.vekilliğiyle noktalanacak olan yola koyulması gerekiyormuş..
"Ağır hastalık" raporlarıyla iki yıl mahkemeyi yanıltıp, tutukluluğunu hastane odalarında kendisin için hazırlanan özel mekanlarda geçirebilen böyle birisinin ısrarla aday gösterilmesi, nicelerinin, "Bu işin arkasında bir takım güç odaklarının dayatması mı vardı?" sualini zihinlere getiriyor, kaçınılmaz olarak..
Üstelik, Kılıçdaroğlu Ecevit"i kendi lideri olarak görmekteyken..
Ve de Haberal"ın, Ecevit"in Başbakanlığı günlerinde, ona, "vazife yapamıyacak derecede ağır hasta" raporu verip başbakanlıktan düşürülmesi gibi bir komplonun içinde olduğuna dair haberler tevatür halindeyken.. Ve bu iddialar da Ergenekon Yargılaması"nın içinde yer alırken..
Dahası, Haberal, bu gibi ithamlarla suçlanırken, siyasî açıdan Ecevit"in kalesi olarak bilinen Zonguldak"tan aday gösterilmiş bulunuyor..
Ve Ecevit"in ideolojik yönlendiricisi olarak bilinen eşi (87 yaşındaki) Rahşan Hanım bu durumu bildiği halde, "Şimdi o konuyu konuşmak istemiyorum.. Beğensek de beğenmesek de CHP"ye oy vermeliyiz" deyip Haberal"ı sîneye çekmeye mecbur olduklarını hissettiriyor..
Meşhur deyimle, siyaset, ana-baba bile tanımaz..
(Süleyman Demirel, ilginç bir örnek vermişti bu konuda.. Van"ın etkili isimlerinden ve gedikli m.vekillerinden Kinyas Kartal, bir seçim öncesinde, senli /benli konuşabildiği Demirel"e telefon eder, 1977"lerde.. "Süleyman Bey, der; ben artık 90"ıma merdiven dayadım.. Benim yerime, listeye 45 yaşında ve hukukçu olan oğlumu yaz!.."
"Siyaset" binasının kapısında "Girilir" yazısı bulunan bir levha vardır; ancak "Çıkılır" levhası yoktur, çıkış ancak tâbutla olur.." gibi ilginç sözleriyle de meşhur olan Demirel, "Kinyas Ağa.. Bilirsin ki, sen nasıl dilersen, öyle olur.." der..
Ama, sabahın köründe Kinyas Ağa tekrar telefon eder, Demirel"e.. "Süleyman Bey, der, ben akşam öyle dedim, ama, sabaha kadar düşündüm, taşındım.. O henüz çocuktur.. Sen listeye yine de beni yaz.."
Kinyas Ağa"nın Van"daki siyasî gücünü bilen Demirel, "Kinyas Ağa, der; sen istersin de, olmaz mı?"
Buna benzer, kendi elinde yetişmiş ve 50-60 yaşına gelmiş kimseleri bile hep çocuk yerine koyan ve kendisinden başkasının siyaset bilmediğini, devlet yönetimine kalkışamıyacağını zanneden daha başka nice örnekler de yok mudur?
Yeller eser şimdi onların yerinde..)
*
Emanetleri ehline vermek sözü doğrudur da, iş, onun yorumlanmasına gelince..
AK Parti"nin bu seçimlerde de tek başına iktidara geleceği hesabları güçlü olduğundan, bu partiden m.vekili olmak için başvuranların sayısının 6 bin kişiyi bulması ise, Tayyîb Erdoğan"ın işini oldukça ağırlaştırmıştı..
Çünkü, listelerde, ancak, 550 kişi yer alabilecekti.. Yani, her on kişiden birisi tercih edilecekti.. Ama, AK Parti"nin, en iyimser rakamlarla şimdiki m.vekili sayısı (330) civarında m. vekili çıkarabileceği ve mevcud m. vekillerinin de yarısının yine aday gösterileceği tahmin edildiğine göre, 6 bin başvuru arasından tercih edilecek olanların sayısı, nihayet, 170-180"i geçmiyecekti.. Yani, 6 bin kişi arasından, her otuz kişiden sadece birisi, listelerde seçilebilecek yerlerde, kendisine yer bulabilecekti..
Bu da, ister istemez, herkesin kendisini en lâyık görmesi hasebiyle, listelerde yer almayanlar açısından büyük kırgınlık ve kızgınlıklara vesile olacağı açıktı.. Nitekim, yeniden aday gösterilmeyen bazı Urfa m.vekilleri derhal bağımsız aday olmak için kolları sıvayıp, Meclis"e aşiretlerinin gücüyle tekrar dönmenin yollarını zorlamaya başlayacaklarının işaretlerini verdiler bile..
*
"Emanetleri ehline vermek gerekliliği" lafı hemen hepimizin dilinde pelesenk olmuştur, ama, bu sözün geçmişte bazı müslüman cemaatler tarafından, hattâ "saati, en iyi kim tamir ediyorsa, ona verirsin, tamircinin dinine, inancına bakmazsın.." diyerek, nice laik, ikonperest, mason kişilere sahib çıkmakta kullanıldığını da görmüşüzdür..
Ayrıca, külfete katlanmakta değil de, ni"metlere konmak sözkonusu olunca, kendisini emanetin verilmesi gereken ehil kimselerden görmeyen kim vardır?
30 yıl öncelerde Meclis"te m.vekili olarak bulunan birisi vardı.. Bu kişinin, kendi yöresinde ağa olmaktan öteye hiç bir özelliği yoktu..
Kendisinin seçilmesinin de, emanet"in ehline verilmesi demek olduğunu ısrarla savunurdu..
Birgün bu hususta daha geniş bir izahta bulunmuştu: "Bir hukukçu, bir doktor, bir mühendis, vs.. olsanız, siz, liderin istediği her konuya gözü kapalı oy verebilir misiniz? Veremezsiniz.. ama, ben veririm.. Hocamın eline bakarım, o elini kaldırırsa ben de kaldırırım.. Ben nereden bilebilirim, o kanunların ne olduğunu veya olmadığını.. O halde, benim m.vekili yapıllam, emanetin ehline verilmesidir.. orada ehliyet, liderin istediği şekilde hareket edebilmek kabiliyetidir.. Çokları ise, bu hususta ehil olmak ne kelime, bir de pürüzler çıkarır.."
Evet, siyasetin bazen de işte böyle, "Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım.." mantığıyla hareket eden kimseleri görmek istemesinin bu gibi ironik ve amma, acı gerçeği de yansıtan tarafları da vardır..
*
Bu kadar parlamenter ne işe yarar, Allah aşkına?
Mevcud sistemin mahiyeti ortada.. Baştan bozuk olan, zamanla düzelmez.. Ancak, onun yükü ister istemez bizim halkımızın sırtına vurulduğundan, bu yüklerin hafifletilmesine bir zerrecik de olsa katkısı olabileceği umuduyla, birkaç noktaya değinmekte fayda olabilir..
Fuzûlî, "Zâyi olmaz, gül temennasiyle vermek, hâr (diken)"e, su.." diye fuzulî yere dememiş..
İlk temas olunması gereken husus; 75 milyonluk ülke için, 550 m.vekili sayısının çok yüksek bir rakam olması...
Bu kadar m.vekili, ne yapar Allah aşkına?
Müteveffâ İsmet İnönü, sıkıntılı, buhranlı durumlar olduğunda, uzuuun görüşmeler yapar ve görüşünü soran medya mensublarına ise, "oy alıyorum" derdi.. Bu, "herkesin görüşünü alıyorum.." mânasında oy almak mânasına geldiği gibi, oyalamak manasına gelen "oyalıyorum" şeklinde de anlamak mümkündü.. Gerçekte ise, millet oyalanıyor.. Çünkü, asıl olan milletin değil, kemalist-laik rejimin ayakta durmasıdır.
Esasen, bütün bu kişiler, seçilmekle değil; ancak resmî ideolojinin ikonlaştırılmış isminin ilke ve devrimlerine bağlı kalacaklarına dair yemin etmek sûretiyle m.vekilliği sıfatını kazanıyor değiller mi? (O yemin metni, sadece ülkenin bütünlüğünü ve halkın birliğini korumaya ve temel insan hak ve özgürlüklerine saygıyı esas alacak şekilde çalışacağıma.." şekline dönüştürülebilir, elbette..)
İki ay sonra da, seçimler yapılacak, ve millete hizmet aşkıyla tutuşmak adına Meclis"e gelen 550 isim, yeminlerini yaptıktan, bağlılık/ itaat/ bey"at yeminlerini yerine getirdikten sonra, teşrî" / kanun koyma faaliyetlerini başlatacaklar..
Ancak, bu kadar insana milletin cebinden ödenen o kadar yüksek paralar, onlar tarafından verildiği ileri sürülen hizmete değer mi?
(Bunu sistemin -başta, TSK ve Yargı olmak üzere- başka kurumları için de söylemek mümkün elbette..)
O kadar maaş ve harcırah/ yolluklar.. O kadar lojman paraları, o kadar iç hizmetler veya dışarda sağlanan özel hizmetler ve imkanlar.. Em. yüksek yargıçların ve generallerin emekli maaşları bile, 5 bin liranın üzerinde..
300 milyonluk Amerika"da, toplam Kongre (Senato ve Temsilciler Meclisi) üyelerinin sayısı, 850 civarında..
Türkiye ile aynı nüfus mikdarına sahib olan İran"da 290 m.vekili bulunmakta..
Turgut Özal"dan önce, 450 m.vekili idi; o geldi, 550 yaptı bu sayıyı.. (Gerçi, 80 öncesinde de, 450 m.vekilinden ayrı olarak, bir de 165 kişilik bir senato vardı..)
Tayyîb Erdoğan, 450 m.vekilinden ayrı olarak, bir de 100 kişilik bir ülke m.vekilliği lafı etmişti, ama, sonra bir kenara koydu onu.. Halbuki, doğru bir yaklaşımdı..
Çünkü, mevcud sistemle 450 m.vekili seçilip, geride kalan 100 m.vekilliği de, seçime giren bütün partiler arasında, aldıkları oylara göre dağılacaktı.. Böyle olunca da, yüzde 1 oy alan bir parti bile, tek bir m.vekilliği ile olsa da, Meclis"de temsil edilecekti..
*
AK Parti, geçen 8 yıl boyunca, pek çok temel konuya el atmakla birlikte; anayasada yer alan o ilke ve devrimlere bey"at yeminlerine de, Meclis İçtüzüğü"ne de el atmadı-atamadı..
(Gerçi, mevzuu, konusu meşru" olmayan bir konuda, zorla yaptırılan bir yeminin bağlayıcılığı da yoktur..)
Öte yandan, Ufuk Uras isimli BDP m.vekili, 4 yıl sonra olsa bile, geçenlerde, İçtüzük zorlamalarını protesto etmek için, kravatını çıkarıp kürsüye asınca, AK Parti m.vekillerince bile protesto edildi.. Halbuki, m.vekillerinin Meclis"e hangi kılık-kıyafetle geleceğine dair kanunî sınırlamaları, "milletin ahlâk anlayışına aykırı olmamak şartıyle, m. vekilleri, Meclis"e diledikleri kıyafetle girebilirler.." diye bir İçtüzük değişikliğiyle kaldırabilirlerdi..
M.vekili seçilip, İslamî tesettüre riayet ederek Meclis"e girmek isteyen hanımların karşısındaki engel de böyle bir düzenleme kaldırılabilirdi, o da yapılamamış ve müteveffâ B. Ecevit"in 12 yıl öncelerde, Nisan-1999"da, Merve Kavakçı Hanım"a karşı, "Burası devlete meydan okuma yeri değildir.. Bu hanımı buradan çıkarın.." diye köpürerek yükselttiği çarpık nârânın o çatı altında yankılanmasının sürmesine zemin hazırlamışlardır..
Müslüman halkımızın değerlerine meydan okumak mânasındaki o saygısız feryadın izleri de silinebilmeliydi..
*
Tüyü bitmemiş yetimlerin haklarını çar-çur etmemek dikkati..
Bir diğer konu..
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül"ün refikası hanımefendi geçenlerde bir büyük kaza geçirecek olmuş.. Arabayı kullanan şoför baygınlık geçirmiş, araba kaza yapmak üzereyken, o durumu farkeden koruma ekibi kendi hayatlarını tehlikeye atarak, kazaya engel olmuşlar..
Ve bunun karşılığı olarak, o 6 kişilik koruma ekibi, 24 maaş ile ödüllendirilmiş..
Haberde açıklık olmadığı için, korumaların herbirisine 24 maaşlık bir özel ikramiye verildiği anlaşılıyor.. ancak, haberin içindeyse, ikramiyenin ferd başına 3-4 bin lira civarında olduğu bilgisi vardı. Anlaşılıyordu ki, hepsine birden 24 maaş ikramiye verilmiş..
O zaman buna 24 maaş değil, 4 maaş denilmesi gerekirdi.. Ve, o bile yüksektir ve amma, bu bile tartışılmalıdır..Haydi, yarım veya bir maaş ikramiye, teamüle uygundur diyelim.. ama, 4 maaş ikramiye, başka nice çarpık teamüller için dayanak ve örnek oluşturmayacak mıdır?
Eğer, Gül Ailesi, o polislerin fedakârlıklarına şükran borçlu ise, bunu kendi ceplerinden ödemelilerdi..
Bu vesileyle, belirtelim ki, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, anayasada cumhurbaşkanlarına tanınan dokunulmazlıkların kaldırılmasını bizzat kendisi istemelidir.. Ayrıca, aylık 15 bin lirayı bulan maaşının azaltılmısını da bizzat istemelidir..
Keza, Cumhurbaşkanlarının yetkilerinin azlığı-çokluğu bir yana; C.Başkanlığı makamından ayrılanların, dünya kadar devlet malını beraberlerinde götürmek hakları da olmamalıdır..
A. Necdet Sezer"in ve öncekilerin, giderken beğendiği en lüks otomobillerden kaç tanesini, kaç hizmetçi ve şoförü, aşcıyı, doktoru, kadro maaşlarıyla birlikte beraberinde götürdüğü millete açıklanmalı ve Abdullah Gül gibi, İslamî bir terbiye ile büyüyen kimselerin o yağma mantığına bir ibtal çizgisi çektiği görülmelidir..
Onlar o makamlara, başkalarına benzesinler diye değil, o makamları kendi değerlerine göre şekillendirsinler diye gönderilmişlerdi..
Geçmişte yapılanları tekrar edeceklerse, o zaman, âkıbetleri de, millet nezdindeki itibarları da geçmiştekiler kadar olur..
Bu sözler, geçmiş bütün başbakanlara tanınan özel imkanlar için de geçerlidir...
Hakezâ, em. generallere verilen özel imkanlar, lojmanlar, korumalar, arabalar.. Orduevlerinden neredeyse beleş sayılabilecek bir takım hizmetler.. Fiilen emireri olarak hizmet gördürülen ve posta eri diye taltif (!) olunan askerler..
Bu ayrıcalıklar, modern dünyada, devlet yöneticileri arasında görülmeyen durumlar..
Kendilerini halkın içinden ayıranlar, o halkın fiilen ve fikren işgalcileri durumuna düşerler..
Hele eskiden, on yıllar öncesinde Bakanlık yapanlara bile, tv. ekranlarında hâlâ da, "Sayın Bakanım.." diye hitab edilmesine ne demeli? Bu, komikliğin ötesinde, bir sosyal hastalığın yansıması değil mi?.
Midhat Cemal"in mısraları ne kadar manidârdır:
Elbette put olur, öpülen o eller ve etekler,
Elbette öpen oldukça bulunur öptürecekler..
haksöz