İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısı Cumhurbaşkanımızın Allah’ın selamını vermesi ile başladı. Ümid edilir ki bu selam, teşkilatın üstlenmiş olduğu önemli görevi tam anlamıyla ifasına vesile olsun. Üzerindeki ataleti silkerek kurtulsun ve ümmetin ondan beklediği liderlik görevine soyunsun. Ümid edilir ki İstanbul, medeniyetlerin beşiği Der Saadet adı gibi Ümmetin sorunlarını aşıp saadete kavuşmasına bir yol olsun. Cumhurbaşkanımızın açılış konuşması postkolonyal kritiğin perspektifinden süzülüyordu. Bir milyar yedi yüz milyonluk İslam aleminin bir bireyi olarak dindaşlarına sesleniyordu. Adalet ve barış kavramlarının içini doğru şekilde doldurulmasının aciliyeti ve bu aciliyetin önemi üzerinde duruyordu. Zira adalet adalet olmaktan çıkmış, barış kime göre, ve kime karşı gibi sorulara verilecek cevaplara göre şekilden şekile bürünür hale düşmüştü. Zalimin kim olduğuna göre kimi zaman kahraman ilan edildiğini gören bir dünya vardı artık.
Güzel dinimiz İslam ise en olmayacak şeyle, en son akla gelmesi gereken şeyle terör ve şiddetle bir arada anılır hale gelmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle “dünyanın her yanından mazlumların çığlıkları yükseliyor. Maktullerin görüntüleri geliyor. Malesef bunun çoğu Müslümanlar.” Müslüman Müslümanı katletmektedir. Sayın Erdoğan ümmetin önündeki en büyük sorunun mezhepçilik-ırkçılık fitnesi olduğunu hatırlatıyor ve ekliyor; “benim dinim Sünnilik de değildir Şiilik de değildir. Benim dini İslam’dır. Ben tıpkı 1 milyar 700 milyon kardeşim gibi sadece ve sadece Müslümanım.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan İslam ülkelerini proaktif olmaya davet ediyor. “İslam ülkelerinde yaşanan terör olayları ve benzeri olaylara karşı dış müdahale beklememeliyiz, müdahaleyi kendimiz yapmalıyız” derken karşı taraftakilerin temel saiklerinin doğal kaynaklar olduğunu ifade ediyor, “onlar müdahaleyi petrol için yapıyor.”
Hal böyleyken Müslümanın Müslümanın kuyusunu kazması, çelme takması düşünülebilir mi hiç… Ümmet için birlikten güç doğacaktır. Erdoğan’ın ifadesiyle “ihtilafları değil ittifakları, husumeti değil muhabbeti güçlendirmeliyiz. Çünkü düşmanlıklardan zarar görenler sadece Müslümanlardır. Dostları çoğaltmak, düşmanları da azaltmak durumundayız.”
Cumhurbaşkanımız batı dünyasının adalet ve barış konusunda göstermekte olduğu iki yüzlü ve çifte standartlı duruşunu da kınıyor. Doğulu insanın adeta insandan “az” bir varlık addedilmesine, tabiri caizse az-insan görülmesine itiraz ediyor, dikkatini çeken şahsi bir tecrübesini paylaşıyor; “Nükleer güvenlik toplantısında konuşmacıların sözleri dikkatimi çekti. Paris’teki, Brüksel’deki terör eyleminden bahsediyorlar. Ancak Ankara’daki İstanbul’daki, Lahor’daki eylemlerden bahsetmiyorlar. Halbuki yüzlerce insan öldü. Brüksel’de Paris’te dokuz on tane bir tanesinde otuz tane fark etmez, bir kişi de ölse tüm insanlık ölmüş gibidir.”
Bir dinki bir insanın ölümünü bütün insanların ölümü ile eş değer tutmuş, bunu da bugün değil, dün değil, yakın geçmişte değil, on dört asır önce bunu sağlamış, başarmış, yaymış, bir din ki adının yerine bir başka kelime arasanız barıştan başka bir şey bulamazsınız, nasıl olmuş da terörle anılır hale gelmiş… İslam İşbirliği Teşkilatı sadece buna cevap verse, ümmete en büyük hizmeti yapmış olur..
yeniakit