Cuma günü bir vesile ile eşimle birlikte Eminönü’ne indim. İşler uzadı, Cuma vaktini oralarda geçirmek gerekti. Zamanımız vardı, “camiye girelim, vaaz varsa onu dinleriz” dedim, camiye girdik.
Cami restorasyonda, ama bir bölümü ibadete açık tutuluyor. Eşim Hanımlar bölümüne geçti, ben de içeri girdim, bir köşeye çekilip oturdum. Eminönü camiinde o kadar yoğun sütunlu bir bölüm olduğunu bilmiyordum, Selçuklu dönemi camilerinde olduğu gibi adım başı sütunun olduğu bir bölüm bu. Oturduğum yerden vaaz kürsüsü gözükmüyor. Hocanın sadece sesi duyuluyor. Ses canlı, tok, ama nasıl denir, mülayim, güven verici.
Diyanet bu haftayı “Camiler haftası”olarak ilan etmiş, vaaz da camiler üzerine. İmamı anlatıyor Kürsüdeki hoca. Bir den bir cümle kurdu ve ben dikkat kesildim. Şöyle dedi: -“İmam”kelimesi Arapça “Ümm”den gelir. “Ümm” ise “Anne” demektir. İmam ana yürekli insan olacak. Ana evlatları arasında ayırım yapmaz. Hepsini bağrına basar.”
Sonra şöyle devam etti:
-İmam kalbli olan adamdır. İmam ruhu dünyaya isyan etmiş ama bedeni burada olan insandır. İmam hiçbir zümrenin adamı değildir.
Bunu söyledi, sonra “İki dakika susayım” dedi. Sustu. Camide derin bir sessizlik oldu. Adeta sessizliği dinledik. Allah Allah, ne garip bir vaazdı sessiz konuşma. Sonra devam etti Hoca:
-Meğer sesim ne kadar çok çıkıyormuş.
Demek ki insan konuşurken ses tonunun yeterince farkında olamıyormuş ve bizzat kendisi de kendi sessizliğini seviyormuş.
Sonra devam etti Hoca:
-Mescid Allah’ındır. İmamın kalbinde özel bir kişiye, gruba karşı sevgi olabilir ama bunu yansıtamaz. İmam Allah adamıdır. İmamlar adildir. İmamlar itidal üzeredirler. Zalimlerin hasmıdırlar.
Hocanın “iki dakika suskunluğu” beni çok etkiledi. Kürsüye konuşmak için çıkmıştı, konuşuyordu da, ama sanki “Acaba konuşurken durmayı, nefes almayı, neyi nasıl söylediğimize bakmayı, insanların neyi nasıl anladığını fark etmeyi, konuşmanın şehvetine kapılıp kapılmadığını sorgulamayı başarabiliyor muyum?”diye soluklanmıştı.
Hoca’nın “İmam ana yürekli insandır”sözü de beni çok etkiledi. Caminin ve orada görev yapan insanların yürek kuşatıcılığı vurgusu her zaman çok anlamlıydı, ama belki bugün Türkiye için çok daha anlamlıydı.
Benim “Din dili- Kalb Dili” isimli küçük bir kitapçığım var. Hocanın İmam “kalb adamıdır” sözünü de onun için not aldım. Hocanın “İmam hiçbir zümrenin adamı değildir” sözü de kürsüye çıktığına göre bugün için seçilmiş bir sözdür. Evet cemaate karşı söylenmiştir ama sanki kürsüdeki vaiz bizzat kendi kendisine söylemiştir ya da biraz sonra minbere çıkacak olan Hatibe, ya da mihraba geçecek olan İmama söylenmiştir.
Bugün için çok çok önemli, diyorum.
Çünkü Dinin görünürlüğünün camiden çok siyaset alanlarında ortaya çıktığı ve kamplaşmanın “Din dili”nden de beklendiği, ya da kaçınılmaz olarak “Dini atmosfer”in “Siyaset atmosferi”ile birlikte harmanlandığı bir Türkiye ortamı yaşıyoruz. Bunu siyasetçi de yapıyor, Diyanet ve tarikat – cemaat vs gibi dini camialar da. Kimi “Benim tabii görüntüm” diye yapıyor, kimi siyaset gerilimi oralara sürüklediği için yapıyor.
Din bir siyasi anlam kazanıyor. Herkes taraf oluyor, din de taraf hale getiriliyor. Camiye giren yürekler acaba caminin her boyutu ile bütünleşiyor mu? Hutbe dinleyen insanlar, imamın yüreği ile buluşuyor mu? Ya da imam cemaatin tamamının yüreği ile bütünleşme gibi bir kaygı ile hareket ediyor mu?
“İki dakika suskunluk” işte tam da burada devreye girmeli diye düşünüyorum.
Diyanet İşleri Başkanının en çok tartışıldığı süreçleri yaşadık. “Hakim siyaset” böyle durumlarda herkesi taraf olmaya sevk ediyor. Ya da böyle gergin süreçlerde herkes bir yerlerde gözükmeyi “durumdan çıkarılacak vazife” olarak telakki ediyor. Mesela Diyanet, bu tartışmalar içine girmenin insanların din ile ilişkisine nasıl yansıdığını ölçmek gibi kaygı taşımış mıdır merak ediyorum.
İmam ana yürekli insandır, sözü içime işledi. O vaizi tanımak isterdim. Buradan “ana yürekli hocalar”a kalbi selamlarımı yolluyorum. Susabilmeyi iyi bir hitabet olarak kullanabilmek hitabet sanatının burçlarıdır.