İktidar sıkışık süreci yönetebilecek mi?

Ahmet Taşgetiren

Ülke sıkışık bir sürecin içinde.

Ve iktidar ciddi zaaf yaşıyor.

Sıkışık sürecin en son göstergesi, Hap Okulunden yeni mezun olmuş bir grup teğmenin kılıç şakırdatarak alternatif bir yemin metni okuması ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye slogan atması.

İktidar adına Ömer Çelik her ne kadar “sözcü” rolünde ılımlı mesajlar verse de, kimsenin olan biteni olağan karşılamadığı açık. İktidar ortağı Bahçeli de açıklanmaya değer boyutlar bulunduğunu seslendirdi, iktidara yakın medya da sıkıntıyı gördü, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da “rahatsızlığı” kulis bilgisine yansıdı.

Olay niye olağan değil?

15 Temmuz sonrasındaki tüm operasyonların en çok odaklandığı alanda, nerede ise mercekle ayıklama yapıldığı, eğitim kurumlarının sıfırdan yapılandırıldığı, herhalde öğrenci kapasitesinin mülakatların en sıkısına tabi tutulduğu TSK bünyesinde, önce Tuzla’da, şimdi de Harbiye’de böyle bir görüntünün ortaya çıkması.

İktidar, muhalif tepkilerin her fırsatta en az dokunulan alan olarak görülen “Atatürk tutkusu” ile ifadelendirildiğini okumuyor olamaz. “Atatürk sevgisi”nin geniş kitleleri etkilediği kuşkusuz, bu iktidar döneminde de ana dilin “Atatürkçülük” olduğu kanaati pek yaygın ama, gene de geniş kitlelerin iktidara yönelik tepkisi “Atatürk’e bağlılık” üzerinden yürüyor.

Onun için bir grup teğmenin o sloganı atması, sloganı seslendirirkenki ses tonu bilinen şekilde okundu.

Bu tepkinin Cumhurbaşkanı’nın “Başkomutan olarak” askerin en yakınında bulunduğu bir zeminde sergilenmesi ayrıca anlam taşıyor. Erdoğan, sistem içinde tüm sürece hakim olduğu için tepkilerin de ona yöneliyor olması kaçınılmaz oluyor. Teğmenler açık açık “Ana otorite”ye duyuruyorlar tepkilerini.

Bunu en duyulur boyutta – zeminde yapıyorlar.

Bunu, Beştepe’ye en yakın kurumların raporlarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın toplumda koruma zırhının zaafa uğradığının tespit edilip kayda geçirildiği, iktidara yakın kamuoyunda “Erdoğan’ın sosyolojisi eriyor, Erdoğan iyi çevresi kötü söyleminin aşıldığı ve okların Erdoğan’a yöneldiği”nin açık açık ifade edildiği bir noktada yapıyorlar.

Ve bunu iktidar oylarının 31 Mart’taki bizzat Erdoğan tarafından altı çizilen “irtifa kaybı”ndan sonra yapıyorlar.

Olay “askeri alan”da meydana geldiği ve o alan öteden beri ciddi riskler barındırdığı için özel hassasiyet üretti, ama sıkışık süreç, iktidarın oy kaybının, farklı toplum alanları ile ilişkisindeki sağlıksız gelişmelerle de bağlantılı. Ak Parti artık, ilk beş-on yılda toplumun devletle sorunlu tüm kesimleri ile uzlaşma arayan bir siyasi yapı gibi görünmüyor. Erdoğan şimdilerde toplumsal barış vurgusunu artırıyor olsa da epeyce bir zamandır kendi sosyolojisini daraltan bir siyasi çizginin sembolü oldu. İktidarla sorunlu alanları sayalım mı? Gerek yok.

Sıkışık sürecin en derin boyutlarından birisi toplumu boğulma iklimine sürükleyen ekonomik durum. Bir gün bile tahammülü zor bu iklimin 2025’te, 2026’da daha süreceğinin eh tepeden açıklanıyor olması, ondan sonrasında ne yaşanacağının da biliniyor olmaması toplumda asıl olarak “bir gün toparlanırız ümidi”ni yok ediyor. Hani bir ara seslendirilen “iki anahtar” vadi vardı, o iki anahtarın bir kere daha hayal hanesinden çıkıyor olması tam da bu yıllarda fert başına milli gelirin 25 bin dolarlarda olması vaatleri bir yerlerde dururken Türkiye için dramatik değil mi?

Sıkışık süreç dedik…

Dış politikaya bakalım.

Sisi’yi getirdik Türkiye’ye… Ne dersiniz bu biir dış politika başarısını mı ifade ediyor yoksa yıllara sari kurgulardan geri dönüşleri mi?

Suriye’de iyi durumda mıyız? Suriye’li göçmenlerle iyi durumda mıyız? Esed’le ilgili ne söylenmesi gerektiğine karar verdik m? Amerikan korumasındaki YPG-PYD’yi ne yapacağız? Amerika ile ilişkileri ne yapacağız? Daha geniş anlamda Türkiye içi ve dışındaki Kürtleri ne yapacağız? Suriye içinde kurup, eğitip donattığımız “paralel ordu”yu ne yapacağız? Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor isek şu an orada kontrol altında bulundurduğumuz bölgeleri ne yapacağız?

Ve Gazze. Nihai planda Türkiye’yi de tehdit ettiği, en tepeden açıklanmış bulunan İsrail’i ne yapacağız? İsrail’i tüm vahşetine rağmen desteklemeye devam eden Amerika’nın “Wanted” afişleri asmaya hazırlandığı Hamas liderleriyle ilişkiyi ne yapacağız? 2 milyarlık İslâm dünyasının çaresizliğinin bir parçası olma gerçekliğimizi ne yapacağız?

Erdoğan’ın “Türkiye yüzyılı” ve “Yeni anayasa” söylemleri daha pek çok alana yansıyan sıkışıklığı aşmaya imkân verir mi? Farklı olaylar gerek Ak Parti içinde Erdoğan etrafındaki yapılanmalarda gerek iktidar ortaklığında MHP ve Bahçeli ile ilişkilerde açıkça görülen “nabız farklılaşmaları”na yol açıyor.

Erdoğan bizzat Ak Parti’deki moral düşüşü tedavi etmeye çalışıyor ki, o da muhtemelen partide sıkışık bir sürece yol açacak.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Metin Külünk’ün gerçekten şaşırtıcı “zirvede iken bırakma” sözlerini nasıl okudu, benim en merak ettiğim konu o.