İlginç iki konferanstan paylaşımlar

Selâhaddin Çakırgil

Geçen hafta dinlediğim konferanslardan özellikle ikisi ilginçti. Birincisi, Bahariye Mevlevîhanesi’nde Prof. Mahmûd Kaya nezaretinde yapılmakta olan sohbet toplantılarından birisinde, Prof. Fatih Andı Bey’den idi.  

***

Prof. Andı’nın bir saati aşkın sunumunu özetlemek zor..

Ama, vurucu tespitlerinden bir-kaç noktayı aktarmakta fayda var. (Ki, Prof. Andı, yazar isimlerini de veriyor, ama, biz isimleri tekrarlamayalım.)

Prof. Andı, önce Kutlu Doğum Haftası uygulamasının üzerinde bazı noktaların düşünülmesi gerektiğine değindi.

***

355 günlük Ay Yılı’nı esas alan qamerî takvimin Rebiulevvel ayında gerçekleştiği kabul edilen Veladet-i Nebî’nin, sadece bu ülkeye ait bir uygulama tarzı olarak, son çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir, 365 günlük (Şemsî) Güneş Yılı’na göre ve Nisan ayının ilk yarılarında kutlanmaya başlanmasındaki tuhaflığa dikkati çeken Prof. Andı, bu kutlamaların giderek popüler kültür denilen bir anlayışla sulandırılmakta olduğu ve hıristiyanların Hz. İsâ’nın veladetini kutlamak adına tertipledikleri Merry Christmas (Kutlu Christ (Îsâ) Yortusu / Şenliği)’ne benzer bir tablonun ortaya çıkabileceği tehlikesine işaret ederek, bu vesileyle piyasaya sürülen ‘kültürel ürünler’in, hattâ, Hz. Peygamber (S) için nüfus kağıdı bile hazırlanıp basılması komikliğine kadar, vıcık-vıcıklaştırıldığına değindi. 

Haksız mı?

***

Fatih Hoca diyor ki (özet olarak): Hz. Peygamber’in (S) hayatını anlatan- Siyer kitaplarını okuyor ve bir rahatsızlık duymuyoruz. (...) Ama, şimdi siyer tarihinin roman şeklinde yazılmaya çalışılmasıyla ortaya çıkan tablolar karşısında insan hayretlere düşüyor. Bir takım yazarlar, kendi hayal güçlerine göre ve hiçbir tarihî gerçeği olmayan öyle olağanüstülük sahneleri anlatıyorlar ki, şaşırmamak elde değil.. Kaçınılmaz olarak konu da özünden sapıyor.

Meselâ, bir romanda, Hz. Peygamber’in (S) dünyaya gelişi anlatılıyor. Yemen’den getirilmiş lüks koltuklar ve atlas perdelerin olduğu saray gibi bir evde, anne, oğlunu ipekli kundaklara sarıyor. Bir, klima eksik..

Sanırsınız ki, Bizans İmparatorluğu’nda bir şehzade dünyaya geliyor.

Kitapların ismi bile bir tuhaf.. Neredeyse Ümmetin aşkitosu dercesine isimler..

Humeyrâ’nın (Hz. Hatîce), genç Muhammed’e -henüz Peygamberlikle vazifelendirilmesinden önceki döneminde- beslediği derin muhabbetin anlatıldığı hayalî sahneler de öyle..

Ya, Hz. Aişe etrafında şekillenen ve amma, Kur’an’ın bir âyetle temize çıkardığı ‘İfk Hadisesi’ etrafında yazılmış bir roman?

Kezâ, ‘aşkın bilmem kaç hali’ isimli bir diğeri!

Evet, ‘popüler kültür’ denilen bir yeni kültürel oluşum çağındayız.

Harcanan malzeme de 14 asırdan bu yana süzülüp gelen inanç değerlerimiz..

***

İkinci konferans, 8 Nisan akşamı, İst. Türkocağı’ndaydı. ‘Jöntürkler ve Kemalizm arasında İttihadçılık..’ gibi bir isimle sunulmuştu; ama, daha çok 2. Abdulhamid suçlaması yapıldı.

Konferansçı, İmam-Hatib çıkışlı olduğunu ve İmam-Hatib’lerde, 2. Abdulhamid’in, ‘Peygamber seviyesinde değilse bile, sahabe gibi’ deriiin bir saygıyla anıldığını iddiayla; kendisinin de geçmişteki kanaatlerinden utanç duyduğunu söyledi. İmam Hatib’lerde fikrî sembol örneklerden Mehmed Âkif’in, 2. Abdulhamid’e ağır eleştiriler yaptığını hatırlamaksızın..  

‘- Bazılarınca sayılmasa bile-, kendisinin de İslamcı olduğu’nu belirten tarihçi, İttihadçı’ları temize çıkarmaya çalıştı. Ama kemalizme fazla dokunmadı. O konuda bir takım eleştirileri göze alamadığını hissettirerek..

Bu arada, ‘Ermeni Tehciri’nin yorumlaması da bu zamana kadar yapılan izahların ötesinde, başka zeminlere oturtmaya çalışıldı!

Keşke, bu kadar özensiz dile getirilmeseydi, o iddialar..

stargazete