Bu doğrultuda “ılımlı İslâm” ve onun öğretileceği “ılımlı medreseler” ya da “ılımlı İslâm öğretimi” projelerini gündeme getirdikten sonra şimdi de Avrupa İslâmı’ndan söz etmeye başladılar.
MODERN haçlı cephesi bir yandan Pakistan’daki geleneksel medreseleri karalama kampanyasını yürütürken bir yandan da onlara alternatif olacağını ileri sürdüğü proje üzerinde duruyordu. O zaman İngiltere’nin başbakanı olan Tony Blair buna “Ilımlı Medreseler” ya da “Ilımlı İslâm Öğretimi” projesi adını veriyordu. Projeyi ortaya atmasından sonra gerçekleştirdiği Pakistan ziyareti esnasında bu ülkedeki cunta yönetiminin lideri Perviz Müşerref’le yaptığı görüşmede projenin hayata geçirilmesi için 236 milyon sterlin bağışta bulunacağını, bu miktarın üç yıllık süre içinde 430 milyon sterline ulaşacağını açıkladı. Blair, böyle bir projenin hayata geçirilmesini istemekte kendini haklı gösterebilmek için ABD başkanı Bush’la birlikte yürüttüğü kampanya bünyesinde söyleyip durduğu nakaratı orada da tekrar etti ve geleneksel medreselerde çocukların beyinlerinin yıkandığını, aşırı fikirlere yöneltildiklerini ileri sürdü. Oysa beyin yıkama metotlarını sömürgeci Batı ve ABD kadar hiç kimsenin bilmediği hepimizce malûmdur.
İngiltere’nin Pakistan’daki medreseler konusuyla bu derece yakından ilgilenmesinde ülkesinde yaşayan Pakistanlı ve Asyalı azınlığın durumunun önemli etken olduğu söyleniyor. İngiltere’de yaklaşık bir milyon kişilik bir Pakistanlı azınlık yaşadığı tahmin ediliyor. Bu insanların devam ettiği camilerde görev yapan imamların geneli de Pakistan’daki geleneksel medreselerde yetişenler arasından gönderiliyor. O sebeple İngiltere yönetimi ülkesinde yaşayan Müslümanların camilerinde görev yapacak imamların, kendi siyasal anlayışı açısından sorun oluşturmayacak çizgide yetiştirilmesini istiyor. Dolayısıyla kaynak kurumların kendi mantığına göre şekillenmesini sağlamak amacıyla basite alınamayacak bir maddi fedakârlıkta bulunmaktan da çekinmiyor.
Ilımlı İslâm, Ilımlı Medreseler Derken Avrupa İslâmı
Batı dünyası İslâm’ı ve Müslümanları kendi kafa yapılarına göre şekillendirmek için çeşitli teoriler ortaya atıyorlar. Bu teorilerini kabule şâyân ve tercih edilebilir gösterebilmek için de kavramların etkileyiciliğinden yararlanmaya çalışıyorlar. Onun için kendi kafa yapılarına göre şekillendirecekleri din anlayışını “ılımlı” göstermek suretiyle buna uymayanın “aşırı” olduğu varsayımını zihinlere yerleştirmiş oluyorlar. Bu doğrultuda “ılımlı İslâm” ve onun öğretileceği “ılımlı medreseler” ya da “ılımlı İslâm öğretimi” projelerini gündeme getirdikten sonra şimdi de Avrupa İslâmı’ndan söz etmeye başladılar. Kısacası kendileri “Tanrı bizim dünyamıza karışmasın” fikirlerini sistematize etmek için sekülarizmi geliştirirken, Yüce Allah’ın vahiyle bildirdiği dini beğenmeyerek ona karışma, müdahale etme ve onu istedikleri gibi şekillendirme hakkına sahip olduklarını düşünebiliyorlar.
Çağdaş emperyalizmin müstekbirleri, dinin ölçülerini ve kurallarını belirleme konusunda kendilerini Yüce Yaratıcıdan daha yetkili görme gibi bir aşırılığın içine girdiklerini görmezken Allah’ın dinine müdahale etmeden, onu vahyedildiği gibi koruma hassasiyetini “aşırılık” olarak niteleyebiliyorlar. Çağdaş müstekbirlerin, dini şekillendirme konusunda bile kendilerini Yüce Yaratıcıdan daha yetkili görme sapıklıkları ve aşırılıkları onlarda “din standartlarını da biz belirleriz; bizim belirleyeceğimiz standartlara uymayan din gümrükten geçemez” anlayışının öne çıkmasına yol açmış görünüyor. Onların standartlarına uyacak dinin ise kendilerinin cinsel hayatlarına yani fuhşu sınırsızca kullanmalarına müdahale etmemesi, her akşam kafa çekmeyi onların en doğal hakları olarak görmesi, erkeklerin birbirleriyle evlenmesini insan haklarına dâhil etmesi, cihad kavramını literatüründen çıkarması, dünyevî hayatla ilgili tüm kurallarını rafa kaldırması ve mabetlere yahut evlere kapatılmış ritüeller dinine dönüştürülmüş olması gerekiyor.
Hedefe Yerleştirilen Lâl Mescid’in Geçmişi
Pakistan’da Temmuz’un başında patlak veren olayların merkezi olan cami Türkiye’deki yayın organlarında genellikle Lâl Mescidi adıyla anıldı. Bu isimlendirmenin kullanılmasının sebebi tahminimize göre “lal” kelimesinin Türkçede de bir anlamının olmasıdır. Ama orijinal isimdeki bu kelime “kırmızı” anlamına geldiğinden, caminin adını orijinal haliyle korursak isim tamlaması şeklinde değil de “Lal Mescid” olarak sıfat tamlaması şeklinde kullanmamız daha doğru olur. Tercüme edersek de “Kırmızı Cami” veya “Kızıl” kelimesinin ideolojik anlamda kullanılmasının zihinlerde oluşturduğu intibayı dikkate almadan “Kızıl Cami” diyebiliriz.
Bu cami Pakistan’ın başkentinin İslâmabad olmasından kısa bir süre sonra 1965’te inşa edilmiş. Kurucusu da son olaylarda isimleri sıkça gündeme gelen Abdülaziz ve Abdürreşid kardeşlerin babaları Muhammed Abdullah Gazi’dir. Bu zatın o zaman devlet yetkilileriyle ilişkilerinin iyi olması sebebiyle kendisine de başkentin oldukça modern ve stratejik bir bölgesinde cami inşa etmesine imkân verilmiş. Böylece cami önemli resmî dairelerin, güvenlik organlarının ve sefaretlerin bulunduğu stratejik bir bölgeye inşa edilmiş.
Kral Faysal Camisi’nin inşa edilmesinden önce İslamabad’ın en büyük cami ve külliyesi Lal Mescid ve külliyesiydi.
Cuntanın medreselere karşı kampanyası
Afganistan işgalinde ABD’ye ciddi anlamda destek veren ve yardımcı olan Müşerref cuntası medreseler konusunda da onun telkinlerine göre istikamet belirlemeye hazırdı. Nitekim Hint Yarımadası’ndaki Müslüman halka yüzyıllardan beri hizmet veren bu eğitim kurumlarını ABD’nin “terörist yetiştiren kurumlar (!)” olarak ilan etmesi üzerine cuntacı General Perviz Müşerref de hemen buraları hizaya sokma amaçlı kampanya başlatmak için düğmeye bastı.
İlk iş olarak tüm medreselerin kayıt altına alınmasını isteyen kanunu çıkardı. Böyle bir kanunun çıkarılmasının amacı medreseleri belli bir düzene sokmak değil devlet gözetimini, polis murakabesini ve istihbaratın yakın takibini kabullenmeye zorlamaktı. Çünkü kampanyanın devamında böyle bir yakın takiple yürütülmesi mümkün uygulamalar yer alacaktı. Sonrasında medreselere öğrenci kabulüyle ilgili sınırlamalar getirdi. İlk kısıtlama da Pakistan vatandaşı olmayan öğrencilere yönelikti. Cunta, medreselerde okuyan tüm yabancı öğrencilerin çıkarılmasını ve genelgenin yayınlandığı tarihten itibaren hiçbir yabancı öğrencinin kabul edilmemesi şartını uygulamaya geçirdi. Bu sebeple çok sayıda yabancı öğrenci medreseleri terk ederek ülkelerine dönmeye zorlandı.
Cunta yönetimi daha sonra da medreselerin eğitim öğretim metotlarına doğrudan müdahale etmeye başladı. İleride üzerinde duracağımız silahlı müdahaleyi de bu müdahalenin bir parçası olarak görürsek yanılmış olmayız.
Lal Mescid’in medreseleri ve vitrin değişikliği
Daha önce de dile getirdiğimiz üzere Pakistan’daki camilerin birçoğuyla bağlantılı olarak medreseler de inşa edilmiştir. Şeyh Muhammed Abdullah Gazi de Lâl Mescid’le bağlantılı olarak önce Feridiyye Medresesi’ni inşa etmiş. Camiden farklı bir yere inşa edilen bu medrese de İslamabad’ın lüks bir semtine, ağaçlık bir bölgeye ve devlet kurumları açısından stratejik mahiyeti olan yere inşa edilmişti.
Camiye bağlı kurulan ikinci medrese ise yine önemli bir bölgeye inşa edilen bir kız okuluydu. Hafsa Medresesi adı verilen bu eğitim kurumu aynı zamanda Pakistan’ın en büyük kız medreseleri arasında yer alıyordu.
Daha sonra İmam Muhammed’in oğlu Abdülaziz, Lal Mescid’in bitişiğine üçüncü medreseyi inşa etti. Burası da erkek öğrencilerin okuyacağı Lal Mescid Medresesi’ydi.
Bu kurumlar her ne kadar Pakistan’daki geleneksel medreselerin stilinde inşa edildi ve onların metodunu sürdürüyor idiyse de diğerlerine nispetle daha modern stilde inşa edilmişlerdi. Devletin vitrinini oluşturan bölgelere inşa edilmiş olmaları bunu gerektirdiği için muhtemelen yönetim de böyle istemiş olabilir. Ne var ki bu medreselerin vitrin bölgelere inşa edilmelerinin sonraki dönemde aleyhlerine bir sonuç doğurduğunu gördük. Çünkü Perviz Müşerref cuntası ABD ve İngiltere’ye karşı vitrin değişikliğine gitme ihtiyacı duyunca önce buralardan başladı.
YARIN: MÜŞERREF’İN POLİTİKASI
Ahmet Varol / Vakit